Başlıklar
LUT ve İBRAHİM’E GELEN MELEKLER, LUT KAVMİ ve SOY MEVZUSU
Velekad câet rusulunâ ibrâhîme bilbuşrâ kâlû selâmâ(en) kâle selâm(un) femâ lebiśe en câe bi’iclin hanîż(in)
SV Meali – Elçilerimiz İbrahim’e, müjde vermek için geldiler: “Selâm” dediler. İbrahim de “selâm” dedi. Vakit geçirmeden fırında pişmiş bir buzağı eti getirdi.
Felemmâ raâ eydiyehum lâ tasilu ileyhi nekirahum veevcese minhum ḣîfe(ten) kâlû lâ teḣaf innâ ursilnâ ilâ kavmi lût(in)
SV Meali – Ona el sürmediklerini görünce şaşırdı kaldı; onlardan korktuğunu saklayamadı. “Korkma” dediler; “Bizler Lut halkına gönderildik.”
Vemraetuhu kâ-imetun fedahiket febeşşernâhâ bi-ishâka vemin verâ-i ishâka ya’kûb(e)
SV Meali – Karısı ayakta duruyordu; hemen gülüverdi. Biz de ona İshak’ı, İshak’ın arkasından da Yakub’u müjdeledik.
İBRAHİMİN KARISI NEDEN GÜLDÜ?
Bu soru aslında hep sorulmuş. Çünkü ortada çok anlamsız bir durum var. İbrahim’in karısı bir resulün eşi. Ve bu eş yanı başında bir kavmin helak olacağı haberini duyuyor ve gülüyor… Bunu anlamlandıramayan müfessir ve meal yazarlarından bazıları ayetteki ‘DAHİKE’ kelimesine “hayız gördü” anlamı veriyor. Fakat bu cevap sorunu çözmek yerine daha karmaşık ve daha beter bir sorun çıkarıyor… Hayız gören kadına İshak ve Yakup müjdelemek biraz tuhaf oluyor. Kadın hayız görüyorsa hamile değil demektir. Onun hayız görmesi hamile olduğuna değil olmadığına delil olur. Buna da şöyle yorum getiriliyor… İbrahim ve karısı ihtiyardı. Karısının hayız görmesi demek onun hamile kalabileceği demektir. Bu da çok saçma bir yorum… Adetten kesilmiş kadınların hamile kaldığına dair binlerce vaka vardır ve bunların hamile kalması için hayız görmeleri gerekmemektedir.
Yani anlayacağınız ‘DAHİKE’ kelimesine “hayız gördü” manası vermek saçmadır.
Kelime basbayağı “GÜLDÜ” anlamındadır.
O halde İBRAHİMİN KARISI NEDEN GÜLDÜ?
Bu soruya şimdiye kadar izlediğim uzun cevap verme âdetini terk ederek kısa yoldan cevap vereyim… ÇÜNKÜ LUT KAVMİNİN HELAK HABERİNİ GETİREN RESULLER TAM DA O KAVMİN İSTEDİĞİ ERKEK KILIĞINDAYDILAR. İbrahim’in karısı işte bu ironiye güldü.
Fakat bu cevabın anlaşılması şunların anlaşılmasına bağlıdır:
- Eğer Lut kavminin sapıklığı kadınları bırakıp erkeklere gitmekse LUT da bir erkek, neden ona dokunmadılar?
- Eğer Lut kavmi mensupları kadınları bırakıp erkeklere gidiyorsa NASIL NESİL SAHİBİ OLABİLİYORLAR?
- Lut kıssalarından LUT’un karısının da o kavimle birlikte hareket ettiği anlaşılmaktadır. Bunun yanında LUT kıssalarında bu duruma karşı çıkan kadınlardan hiç bahsedilmemektedir. Yani o toplumun kadınları da eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin kendilerini bırakıp erkeklere gitmelerini desteklemektedirler. Bu demektir ki kadınların çocuk sahibi olmaları mümkün değildir. KADINLARIN TAMAMI NASIL OLUR DA BÖYLE BİR ŞEYE DESTEK OLUR?
Lut’un kendi karısından kızları olduğunu kıssalardan anlamaktayız. Bu kadın, erkeklerin kadınları bırakıp erkeklere yaklaşmasını destekleyen hatta bu dava uğruna resul olan kocasına bile ihanet eden bir kadındır. Davasına bu kadar bağlı bir kadının LUT’TAN kızlar doğurması ne kadar da tuhaftır.
İbrahim’in karısının gülüşünün bağlamı
Lut’un kavmi işledikleri o pisliği kendi aralarında mı işlemektedirler yoksa kendilerinden olmayanlara mı böyle davranmaktadırlar?
İşte bu sorular cevaplandığında “İbrahim’in karısının Lut kavminin helak haberini veren resullere neden güldüğü de anlaşılacaktır.”
Konu anlaşılsın diye ben yine kıssa ile alâkalı şöyle bir soru sorayım…
YAŞINI BAŞINI ALMIŞ İHTİYAR BİR KADININ YİNE YAŞINI BAŞINI ALMIŞ İHTİYAR KOCASINDAN HAMİLE KALMASI AĞLANACAK BİR DURUM MUDUR?
DİZLERİNİ DÖVECEK BİR DURUM MUDUR?
YOKSA GÜLÜMSETECEK VEYA GÜLDÜRECEK BİR DURUM MUDUR?
Üstelik bunların her ikisi de evlat hasreti çekerken…
İbrahim’in karısı neden BUNA değil de Lut kavminin helak haberine GÜLDÜ?
- Saltanatı, dini, sistemi yok olmasın diye çocukların bile kanına giren Firavunun, sonunu getirecek Musa’yı evinde beslemesi, himaye altına alması gülümseten bir ironidir.
- Erkek egemen anlayışların tersine İsa’nın bir kadından hem de babasız doğması ve annesine nispeten çağrılması güldüren bir ironidir.
- İnsan türünün bir erkekten çoğaldığına inanan dünya insanlarının tersine insanlığın kadınlardan türediği güldüren bir ironidir.
- Kendisine kafir denilen Süleyman’ın emrine cinlerin verilmesi güldüren bir ironidir.
- Dermanını arayan Eyyüb’ün dermanının ayaklarının altında olması güldüren bir ironidir.
- Karada gemi yaptığı için kendisiyle dalga geçilen Nuh için denizler gönderilmesi güldüren bir ironidir.
- İbrahim’in karısı gülmese bile ihtiyar bir kadının hamile kalıp çocuk doğurması güldüren bir ironidir.
- Erkeklere şehvetle yaklaşan Lut kavmini ağızlarından salyalar akıtacak kılıkta resuller göndererek helak etmek güldüren bir ironidir.
Evet bir ironidir, gülünmemesi gereken bir ironidir. İbrahim’in karısı o kavme tam da arzuladıkları kılıkta resuller gönderilmesine -ki bu gülünmemesi gereken bir ironidir- gülmüştür ama asıl gülünecek ironiye -ihtiyar kadının hamile kalıp çocuk doğuracağı müjdesine- gülememiştir. Bu durum bile bir ironidir…
Gülünmemesi gereken ironiye gülmek, gülünmesi gereken ironiye ağlamak…
İronik değil mi?
İbrahim de resullerin hiçbiri de resullerden korkmaz. Onların korkmaları gereken tek bir durum vardır: Görevlerine ihanet etmek.
Burada şöyle bir soru soralım. RESULLER GELDİĞİNDE İBRAHİM’İN MUHATAP OLDUĞU KENDİ KAVMİ, TOPLUMU YOK MUYDU? Neden kendi kavmi için endişelenmiyor da Lut kavmi için endişeleniyor? Yoksa İbrahim’in bulunduğu toplumun tamamı imân mı etmişti?
Kıssalardaki derinliği yakalamak için İbrahim kıssasına şöyle bir soru soralım… Geleneğe göre İbrahim dana kesiyor, kızartıp kebap yapıyor, misafirlerinin önüne koyuyor ama onlar yemeği yemek için ellerini uzatmayınca içine korku düşüyor… Geleneğe göre İbrahim işte tam da bu sebepten dolayı onların melek olduğunu anlayıp da korkuyor(!?)
Onların melek oluşu İbrahim’i neden korkutsun?
İbrahim’in bir ihaneti mi var ki karşısındakilerin melek olduğunu anlayıp korksun?
Sonra bu resullerde acayip adamlar… Yahu danayı kesmesini, kızartıp kebap yapmasını -ki bu beş dakikalık bir iş değildir- seyrediyorlar ama “İbrahim zahmet etme, biz meleğiz, yemek yemeyiz, su içmeyiz, cinsiyetimiz yok.” demiyorlar mı?
Ellerini yemeğe uzatmıyorlar ve İbrahim şak diye onların melek olduğunu anlayıp korkuyor… Yani eve gelen misafirin önüne koyulan yemeği yememesinin neresinden melek olduklarını anlıyor? Bu da ayrı bir soru… O yemeği yememelerinin en az on bin sebebi olabilir.
Hadi diyelim ki yemek yememelerini meleklerin yemek yemeyen su içmeyen varlıklar olmasından yola çıkarak melek olduklarına yorumladı… İyi de niye korksun? (-ki melekler yemek yemeyen su içmeyen varlıklar değildir.)
“GÜLEREK TEBESSÜM ETTİ.” çevirisi için Zülkarneyn dosyalarında oldukça geniş açıklamalar var.
İbrahim kıssalarının Kur’an’daki tüm kısımlarını birlikte okursak HİCR suresinde anlatılan kıssa çok tuhaf duruyor… Hepsinde çocuk müjdesi Lut kavminin helak haberinden sonrayken Hicr suresinde önce…
SORU: Hûd 69 ayetinde جَٓاءَتْ رُسُلُنَٓا (‘câet rusulunâ’) ifadesindeki fiilin müennes gelmesinin tek nedeni ‘Rusul’ kelimesinin kırık çoğul olması ve kırık çoğullarda fiil-fail arasında cinsiyet uyumu aranmaması mıdır?
Ayrıca elçilerin İbrahim’i selamlarken ‘selâmâ(en)’ derken İbrahim’in “selâm(un)” demesinin nedeni nedir? Sorumu daha açık sorayım. Lut kavmine gelen elçilerin dişil olma ihtimalleri var mıdır? İbrahim’in karısının gülümsemesinin nedeni bu olabilir mi? Ramazan Bey’in deyimiyle “elçilerin tam da Lut kavminin istediği kılıkta” olmaları demek onların aslında dişil olması demek olabilir mi?
Lut kavmi meallerde ifade edildiği üzere “kadınları bırakıp erkeklere giden” bir kavim olsa Lut kavminin tam da istediği kılıkta elçilerin kılığı nasıl olurdu?
Evet bahsettiğiniz ayette fiil müennes tekil gelmekte. Sadece orada da değil diğer yerlerde de aynı durum var… Ama devam eden ayetlere bakarsanız bu elçiler için kullanılan fiiller hep müzekker. Bu durum o resullerin hepsinin müzekker veya hepsinin müennes olduğu anlamına gelmez. Pekala bu grup (çoğul oldukları anlaşılıyor) müzekker ve müenneslerden oluşmuş olabilir.
Sondaki soru için kıssaya baktığımızda Elçiler Lut’a gelince onları görür görmez onlar hakkında endişeye kapılıyor.
Velemmâ câet rusulunâ lûtan sî-e bihim vedâka bihim żer’an vekâle hâżâ yevmun ‘asîb(un)
SV Meali – Elçilerimiz Lut’un yanına varınca Lut, onlar için kaygılandı ve onlardan dolayı çaresiz hissetti. “Bu, zor bir gündür!” dedi.
Acaba Lut neden ortada fol yok yumurta yokken ‘HAZE YEVMUN ASİBUN’ (“Bu, zor bir gündür!”) diyor?
Bir başka soru da şu: KAVİM, LUT’UN MİSAFİRLERİNİN HABERİNİ NERDEN ALIYORLAR?
Lut kıssalarının tamamına baktığımızda Lut’un kavminin içinde bulunduğu rezilliğin kadınları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşmak gibi basit bir durum yani “homoseksüellik” olmadığı, bundan daha derin olduğu anlaşılıyor.
Lut’un misafirleri ve kavmin tepkileri
Her şeyden önce Lut kavminin kadınlarının da bu duruma destek vermeleri veya en azından muhalefet etmemeleri oldukça garip bir durumdur.
Lut’un kavmi Lut’un misafirlerinden nasıl haberdar oldu? sorusu, şu ayeti gündeme getiriyor:
Daraba(A)llâhu meśelen lilleżîne keferû-mraete nûhin vemraete lût(in) kânetâ tahte ‘abdeyni min ‘ibâdinâ sâlihayni feḣânetâhumâ felem yuġniyâ ‘anhumâ mina(A)llâhi şey-en ve kîle-dḣulâ-nnâra me’a-ddâḣilîn(e)
SV Meali – Allah, ayetleri görmezlikten gelenler için Nuh’un eşi ile Lut’un eşini örnek verir. Onlar, iyi kullarımızdan ikisinin nikahı altında idiler. Kocalarına ihanet ettiler. Kocaları onlara, Allah’tan gelen hiçbir şeyi engelleyemeyecektir. Onlara “Ateşe girenlerle birlikte siz de girin” denecektir.
‘FE HANETAHUMA’ …
Şimdilik Nuh’un karısının ihanetini konu dışı bırakırsak… Acaba Lut’un karısının ihanetinin kavmi misafirlerden haberdar etmek olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bu misafirler, İbrahim’in karısının güldüğü, Lut’un görür görmez onlar için endişeye kapıldığı misafirler… Acaba İbrahim’in karısının güldüğü bu misafirleri gören Lut’un karısı ne tepki vermiştir?
- İbrahim neden bu misafirlerden dolayı endişe etti?
- İbrahim’in karısı neden güldü?
- Lut neden misafirleri görür görmez içi daralıp ‘HAZE YEVMUN ASİRUN’ dedi?
- Lut’un kavmi misafirlerden nasıl haberdar oldu?
- Lut’un kavminin derdi erkeklere şehvetle yaklaşmak ise neden Lut’a böyle bir şey yapmadılar? Lut’un istisnası nedir?
- Eğer bu misafirlerin haberini Lut’un karısı vermişse bu, Lut’un karısının da o misafirleri gördüğü anlamına gelmektedir. Öyleyse Lut’un görür görmez onlardan dolayı endişeye kapıldığı bu misafirleri gören Lut’un karısı ne düşünmüştür?
- Lut’a gelen misafirlerin sayısının binlerce olmadığı aşikardır. Ama sayıları çok az olan misafirlere koskoca bir kavim koşa koşa geliyor. Niyetleri sırayla bu misafirlere tecavüz etmek midir?
- Lut koskoca kavme hepi topu iki tane olan kızlarını teklif ediyor. Bu teklifin “Onlarla evlenin.” şeklinde olduğunu kabul etsek bile iki tane kız koskoca kavmi içine düştükleri pislikten nasıl vazgeçirecek?
Hepsinden önemlisi “homoseksüel” veya “lezbiyen” ilişkilerde bile RIZA vardır. Burada bir rıza değil tecavüz girişimi söz konusudur. Buna “kadınları bırakıp erkeklere şehvetle yaklaşmak” denilebilir mi?
Eğer durum bir tecavüz şeklindeyse buna “homoseksüellik” denilir mi?
YORUM: Bir yerde de Lut, kavmi ‘QTA SEBİL’ yani “yok kesmekle” suçluyor.
Evet “yol kesmek” ve “‘NEDVE’lerinde kirli işiler tezgahlamak” da var.
Lut kavminin içinde bulunduğu sapıklık basit manada “homoseksüellik” değildir.
Mesele bundan çok daha derindir.
YORUM: Lut kavminin ilk suçlandığı konu, Lut’u ‘kezzebe’ etmeleri, ‘mürselin’i reddetmeleri…
‘KEZZEBE’ kelimesi “reddetmek” anlamında değil, “yalancılıkla itham etmek” anlamındadır.
YORUM: Lut kavminin helakı ve İbrahim’in erkek çocukla müjdelenmesi arasında da bir ilişki olmalı. Aynı elçilerin her iki işi yapmak için gönderilmeleri… Lut kavminin yaptığı fahişat her ne ise bunun risalet soyuna, soyun ilerleyişine bir etkisi olmalı.
Kullanılan zeker, nisa, rical kelimelerinden bu fahişatın “cinsiyet”le alâkalı olduğunu çıkarmak mümkün ama konu “şehvetle erkeklere gitme”nin ötesinde olmalı. Kavmin kadınlarının buna onay vermesi de yapılan fahişattan kavmin tamamının bir “getiri” beklentisinde olduğunu düşündürtüyor.
Araf 28 hakkında konuşurken fahişat kelimesinin Allah’ın belirlediği yolda aşırıya gitmek olduğunun üzerinde durmuştuk. Bu fahişat da belirlenen yöntemin aşırısına gitmek şeklinde olmalı. A’râf 7/28 hakkında konuşurken ‘fahişat’ kelimesinin “Allah’ın belirlediği yolda aşırıya gitmek” olduğunun üzerinde durmuştuk. Bu ‘fahişat’ da belirlenen yöntemin aşırısına gitmek şeklinde olmalı.
Evet bu doğru bir yaklaşım… Bu durumda Ankebût 29/29. ayette geçen وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ (‘vetakta’ûne-ssebîle’) ifadesi de basit manada “yol kesmek” anlamında olmamalı… Çünkü tek başına “yol kesmek” ifadesi hiçbir şey ifade etmiyor… Yolu kesiyorlar da ne yapıyorlar? Ayetlerde şunu yapmak için bunu işlemek için yol kesmekten bahsedilmiyor sadece “yol kesmek” deniliyor… Acaba marife olarak gelen ‘ES SEBİL’ kelimesi bilinen bir şeyden mi bahsediyor?
Kelimenin marife olmasından yola çıkarak hemen “Bu, Allah’a ait bir ‘sebil’” diyemeyiz ama “BİLİNEN BİR SEBİL” diyebiliriz.
YORUM: Hicr 15/70’te Lut kavminin Lut’a söylediği ‘EVE LEM NENHEKE ANİ-L’ALEMİN’ cümlesi vardı.
Buna “elalemin işine karışma demedik mi!” gibi bir mana verilmiş galiba, değil mi? El alemden yasaklamak nasıl bir şey?
Veteżerûne mâ ḣaleka lekum rabbukum min ezvâcikum(c) bel entum kavmun ‘âdûn(e)
SV Meali – Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerden uzak duruyorsunuz, öyle mi? Hayır, siz azgın bir toplumsunuz.”
Özellikle Şu’arâ 26/166’da dikkat edilmesi gereken birkaç husus var.
- ‘MA’ edatı
- ‘MİN’ harf-i cer’i
- ‘MA’ edatı ism-i mevsul olarak alınırsa (ki tefsirler ve mealler öyle yapmış) bu durumda akılsız varlık söz konusu olur.
- ‘MİN EZVACİKUM’ ifadesi “EŞLERİNDEN” veya “EŞLERİ YÜZÜNDEN” veya “EŞLERİNDEN DOLAYI” anlamı verir..
Bu ikisini birleştirirsek “RABBİNİZİN EŞLERİNİZDEN SİZİN İÇİN YARATTIKLARINI (akılsız varlık) BIRAKIP…” şeklinde bir cümle karşımıza çıkar.
Bu durumda terk edilen eşler değil, EŞLERDEN YARATILANLAR…
İlk bakışta konuyla alakalı olmadığı izlenimi verse de konunun derinleşmesi için ben şöyle bir soru sorayım. Lütfen soruyu dikkatle okuyunuz:
KOCASI VE KOCASINDAN DA ÇOCUKLARI OLAN BİR KADIN, TIPKI MERYEM GİBİ KOCASI İLE BİR CİNSEL TEMAS OLMADAN ÇOCUK DOĞURSA…
BU ÇOCUK;
- KOCANIN NESİ OLUR?
- DAHA ÖNCE ANNESİNDEN DOĞAN ÇOCUKLARIN NESİ OLUR?
YORUM: Diğer çocukların anabir kardeşi olur. Kocasının da üvey çocuğu olur…
İslâmda “üvey” diye bir şey yoktur. Diğer çocuklarla ana bir kardeş olması özellikle miras hukuku ve evlenilmesi yasak olanlar hukuku açısından nasıl bir hukuk doğurur.
YORUM: Evlenilmesi yasak olanlar da ‘kadınlarınızın kızları’ diye sayılan kısım… Kardeşler için de ‘evlenilmesi yasak’ olur.
Şimdi başka bir soru daha sorayım… Kur’an’daki miras hukukunda -ki diğer hukuklarda da böyledir- “soy bağı” en önemli faktördür. Ahzab suresinde soyun babaya nispeti vardır… Peki, anne soyun nispetinde hiçbir hukuki rol oynanamamakta mıdır?
Ahzab suresinde “babalarını bilmiyorsanız” şeklinde bir açıklama vardır. Bu durumda şöyle bir soru sorulması lazım gelir… BİR ÇOCUĞUN BABASI HANGİ DURUMLARDA BİLİNMEZ?
(Bu soruların hepsinin LUT kıssaları ile yakından alâkası vardır.)
YORUM: Anne, babanın kim olduğunu bildirmediyse…
Anne, babanın kim olduğunu neden bildirmez?
YORUM: Evlilik dışıdır… Ya da baba yoktur (Meryem gibi)
Soy ve miras hukuku
BABANIN OLMAMASI AYRIDIR, BİLİNMEMESİ AYRIDIR.
Yüce Allah’ın neslin devamı için helal saydığı meşru yolların hiçbirinde babanın bilinmemesi gibi bir durum yoktur.
Babanın bilinmemesi
- GAYRİ MEŞRU YOLLARLA HAMİLE KALINMASI DURUMUNDA
- BULUNTU ÇOCUK DURUMUNDA
Peki, YA BİR TOPLUM GAYRİ MEŞRU YOLLARI MEŞRU SAYARSA?
Mesela, evlat edinmeyi de soy sayarsa…
Mesela, kadınların kimden hamile kaldığını önemsemezse…
Mesela, asıl olanın erkeğin sahiplenmesi olduğunu kabul ederse…
Yani HUKUN OLUŞMASINDA BİYOLOJİK BAĞLAR HİÇ ÖNEMSENMEZSE…
Günümüzde uygulanan insan yapımı yasalarda miras hukuku soy bağı üzerinden olduğu kadar olmaması üzerinden de uygulanmaktadır.
Bir başka alâkasız soru daha sorayım… LUT NERDEYDİ? Yahudilerin dediği gibi “Sodom ve Gomora”da mı idi?
İbrahim’le aynı yerde değildiler… Lut kurtarıldıktan sonra İbrahim ile beraber ‘BARAKNA’ olan yere gittiler… Benim sorum bu değil… LUT NEREDE GÖREV YAPTI? O fahişatı işleyen MEDİNE, Sodom ve Gomora mı?
Günümüzdeki TABERİYE (Lut ) gölü etrafında mı?
Lut’un görev yaptığı yeri Kur’an’dan tespit etmek birçok sorunun da anlaşılmasını sağlayacak.
Hiç uzatmadan sorayım… ACABA O YER YUSUF’UN GİTTİĞİ VE HATTA GİTME SEBEBİ OLAN MISIR OLABİLİR Mİ?
Yusuf kitabını yazarken en başından beri şu soru hep kafamı kurcaladı… RESULLERİN BABA OCAĞI MESCİD-İ HARAM OLDUĞU HALDE YUSUF NEDEN MISIR’DA KALDI VE HATTA YAKUB’U DA YANINA GETİRDİ?
Yusuf’un Mısır’a gitme sürecinin kendisinden önceki resullerle (İbrahim, İshak, Lut) ile bir alâkasının olması gerekmemekte midir?
Yusuf ve Musa kıssalarında geçen MISIR’dan bahsediyorum… Şimdilik hangi kıtada olduğunun hiçbir önemi yok… Önemli olan şudur… Yusuf’un bulunduğu Mısır ile Musa’nın bulunduğu Mısır aynı Mısır… Peki bunun daha öncesi yok mudur acaba?
Daha önce, büyük abi (İsrail)’in, Yusuf’un küçüklüğünde Mısır’da olduğunu söyledim.
Şimdi daha ötesini bir soru olarak soruyorum:
ACABA İBRAHİM SOYUNUN MISIR’LA İLİŞKİSİ YUSUF’TAN ÇOK ÖNCELERİ BAŞLAMIŞ OLABİLİR Mİ?
Yakup orayı biliyor, bildiği bir yerden, kapılarından bahsediyor.
‘Mısır’ kelimesinin kökeni hangi harflerden oluşuyor?
YORUM: ‘SARA’ kökünden, ism-i mekan kalıbı… ‘MASİR’ olarak geçtiği yerler de var.
Yani ‘SURET’ kelimesinin de kendisinden türediği kök… ‘SUR’..
ACABA ‘Mısır’ kelimesi “resim yapılan yer, suret yapılan yer” anlamına gelebilir mi?
Şimdilik ‘SUR’ kelimesinin kökenini bırakıp şu soruya odaklanalım… İBRAHİM SOYUNUN MISIR’LA İLİŞKİSİ YUSUF VE YAKUP’TAN ÖNCESİNE UZANIYOR OLABİLİR Mİ? NEDEN YUSUF GİTTİĞİ YERE YAKUB’U DA GETİRDİ?
Şöyle yapalım…
- MUSA’NIN MISIR DENİLEN BİR YERDE OLDUĞUNU BİLİYORUZ.
- YUSUF’UN DA AYNI MISIR’DA OLDUĞUNU BİLİYORUZ.
- İKİSİ ARASINDAKİ ESBAT’IN DA MISIR İLE ALÂKALI OLDUĞUNU BİLİYORUZ.
- YAKUP’UN DA MISIR’I BİLDİĞİNİ BİLİYORUZ.
- İSHAK?
- İSMAİL?
- LUT?
- İBRAHİM?
Yani aşağıdan yukarıya doğru ilişkileri kurmaya çalışalım…
Fakat İshak ile ilgili şöyle bir sorun var… ‘İshak’ ismi Kur’an’da 17 defa geçmesine rağmen kıssası hiç anlatılmamış, acaba hakikaten böyle midir? Yoksa İshak’ın kıssaları ‘ŞUAYB’ adı altında mı anlatılmıştır?
Ve yine bir soru: YUSUF KISSALARI İÇİNDE İSHAK İLE BAĞ KURMAMIZI SAĞLAYACAK BİR BİLGİ VAR MIDIR?
Kâle lâ ye/tîkumâ ta’âmun turzekânihi illâ nebbe/tukumâ bite/vîlihi kable en ye/tiyekumâ żâlikumâ mimmâ ‘allemenî rabbî innî teraktu millete kavmin lâ yu/minûne bi(A)llâhi vehum bil-âḣirati hum kâfirûn(e)
Ramazan Demir Meali – (Yusuf) “İşte rabbimin bana öğrettiği şeyden ikinize bildiriyorum. İkinize gelmezden önce onun aslını ikinize bildirmiş olmam dışında, o, rızıklandırılacağınız buğdayı ikinize sunmayacak. Şüphesiz ki ben Allah’a ve kendilerinden olan o sonrakine güvenmeyen, kendilerini de gizlemiş bir kavmin diktesini kendi haline bıraktım.” dedi.
Vetteba’tu millete âbâ-î ibrâhîme ve-ishâka veya’kûb(e) mâ kâne lenâ en nuşrike bi(A)llâhi min şey-/(in) żâlike min fadli(A)llâhi ‘aleynâ ve’alâ-nnâsi velâkinne ekśera-nnâsi lâ yeşkurûn(e)
İbrahim soyunun Mısır ilişkisi
Ramazan Demir Meali – “(Çünkü̈) Atalarım İbrahim, İshak ve Yakup’un bildirisinde peşleri sıra (ben) geldim. Bizim herhangi bir şeyde Allah’a ortak olmamızın imkânı yoktur. İşte bu (Atalarımın milleti), bizim üzerimize de ve insanların üzerine de Allah’ın tercihinden dolayıdır, fakat insanların çoğu (Allah’ın tercihiyle) yetinmeyecekler.”
Bu ayetler İLK BAĞ olabilir mi?
Karşısındaki kişiler İBRAHİM, İSHAK, YAKUP… İsimlerini biliyor… Ve Yusuf İSMAİL’İ anmıyor?
Yine bir soru BU ADAMLAR İBRAHİM, İSHAK, YAKUP isimlerini duydukları halde neden karşılarındaki Yusuf’a “BUNLAR DA KİM?” diye bir soru sormuyor?
İkinci bağ:
Miśle de/bi kavmi nûhin ve ’âdin ve śemûde velleżîne min ba’dihim vema(A)llâhu yurîdu zulmen lil’ibâd(i)
SV Meali – Nuh, Ad ve Semud halkının, bir de onlardan sonrakilerin başına gelenler beni endişelendiriyor. Allah kullarına yanlış yapmaz.
Bu adamlar NUH, AD, SEMUD’U da biliyor… Hem de MUSA zamanında…
NUH, AD, SEMUD’U bilenler İBRAHİM, İSMAİL, LUT, İSHAK’tan habersiz olabilir mi?
İnne fir’avne ‘alâ fî-l-ardi vece’ale ehlehâ şiye’an yestad’ifu tâ-ifeten minhum yużebbihu ebnâehum veyestahyî nisâehum(c) innehu kâne mine-lmufsidîn(e)
SV Meali – Firavun o ülkede baskıcı bir yönetim kurmuş ve halkını farklı kişilerin taraftarları şeklinde bölmüştü. Onlardan bir bölüğünü güçsüzleştirmeye çalışıyor, oğullarını boğazlatıp kızlarını sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncu bir kişilikti.
Firavun halkını ŞİYALARA bölüyor… Soru: NEYE GÖRE ŞİYALARI TESPİT EDİYOR?
Kimin hangi ŞİYADAN olduğunu nasıl bilecek?
Şimdilik “kadınlar veya erkekler” demeyelim… SOYA GÖRE değil mi?
Yani kimin hangi soya mensup olduğunu bilmesi gerekli değil mi?
İyi de eğer Firavun’un kavmi ile Şiyalar sonuçta aynı kökene dayanıyorsa soy ayrımını nasıl yapacak?
Bunu neye göre yapacak? Yani hangi ‘nisa’yı ‘yetsahyi’ hangi ‘ebna’yı ‘yuzebbihu’ yapacağını nerden ve nasıl bilecek?
Bunu yapabilmesinin tek bir yolu var… KİMİN KİMİN SOYUNDAN OLDUĞUNU YANİ ASLINDA SOYUN TAMAMININ KÖKENİNİ BİLMESİ LAZIM.
Üstelik sadece erkek çocukların da değil KADINLARIN DA soy kökenini bilmesi lazım.
Ama şuna dikkat edin… Bilenler, öğrenenler SOYU KARIŞIK OLANLAR… Musa’nın bu konuda bir sorunu var mıdır?
‘ALİMET KULLU UNASİN MEŞREBEHUM’ olayı sırasında MUSA’nın köken ile ilgili bir sorunu yok, karşısındakilerin var.
‘RABBİŞRAHLİ SADRİ
ELEM NEŞRAH LEKE SADREK’
İşte (yine) ACABA BÜTÜN BUNLARIN LUT KAVMİNİN YAPTIKLARI İLE BİR ALÂKASI OLABİLİR Mİ?