Ma Edate Ve Mucizeler

‘MA’ EDATI ve MUCİZELER

وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفًا
İsrâ 17 / 59

Vemâ mene’anâ en nursile bil-âyâti illâ en keżżebe bihâ-l-evvelûn(e) veâteynâ śemûde-nnâkate mubsiraten fezalemû bihâ vemâ nursilu bil-âyâti illâ taḣvîfâ(n)

Süleymaniye Vakfı meâli – (Müşriklerin senden istediği) mucizeleri göndermekten bizi alıkoyan tek şey, öncekilerin onlar karşısında yalana sarılmalarıdır. Semûd’a, gerçeği gösteren âyet/mucize olarak bir dişi deve vermiştik ama ona karşı yanlış yapmışlardı. Biz mucizeleri sadece korkutmak için göndeririz.

Bu âyetin başında geçen وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ (Vemâ mene’anâ en nursile bil-âyâti illâ en keżżebe bihâ-l-evvelûn(e)) cümlesi BİR İSTİSNÂ cümlesidir. Yukarıdaki ve diğer meâllerin tamamı âyetin en başında geçen وَمَا (vemâ) edatını İSM-İ MEVSÛL olarak almışlardır. Buna göre ‘İLLÂ’ edatından öncesi olumsuz değil olumlu bir cümle olmaktadır.

SORU ŞUDUR: ÂYETİN BAŞINDAKİ ‘MA’ EDATINI İSM-İ MEVSÛL OLARAK ALMAK DOĞRU MUDUR?

Ali Bulaç meâli – Bizi âyet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud’a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

Bayraktar Bayraklı meâli – Mucizeler göndermekten bizi alıkoyan husus, öncekilerin mucizeleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine gözle görülebilen bir mucize olarak dişi deveyi vermiştik de, onu haksız yere öldürmüşlerdi. Oysa Biz, mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz

Diyanet İşleri meâli (Yeni) – Bizi, (Kureyş’in istediği) mucizeleri göndermekten, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olması alıkoydu. (Nitekim) Semûd kavmine o dişi deveyi açık bir mucize olarak verdik de onlar bu yüzden zalim oldular. Oysa biz mucizeleri sırf korkutmak için göndeririz.

Diyanet Vakfı meâli – Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

Edip Yüksel meâli – Bizi âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin onları yalanlamış olmasıdır.* Örneğin, Semud’a açık bir (mucize) olarak deveyi vermiştik. Fakat ona haksızlık ettiler. Biz mucizeleri yalnızca uyarı amacıyla göndeririz

Erhan Aktaş meâli – Bizi âyet göndermekten alıkoyan şey, öncekilerin onu yalanlamış olmalarıdır. Semûd halkına göz göre göre o dişi deveyi verdik. Onunla kendilerine zulmettiler. Ve Biz, âyetleri uyarmaktan başka bir şey için göndermeyiz.

Mustafa İslamoğlu meâli – Bizim (yeni) ilâhî kudret delilleri göndermemize yalnızca önceki toplumların onları yalanlamış olmaları engel oldu.[2288] Nitekim Semud’a (risaletin) görünür bir delili olarak dişi deveyi vermiştik, fakat temsil ettiği gerçeği inkâr yoluyla ona zulmettiler; oysa Biz bu tür âyetleri, yalnızca korkutma amacıyla göndermişizdir.

Çeviri örneklerinin yol açtığı çelişkiler

Süleyman Ateş meâli – Bizi âyetler (mu’cizeler) göndermekten alıkoyan şey, evvelkilerin, (onları) yalanlamış olmasıdır. Semud(kavmin)e açık bir mu’cize olarak dişi deveyi verdik, o zulmetmelerine sebeb oldu (deveyi boğazlayarak kedilerine yazık etmiş oldular). Biz mu’cizeleri, yalnız korkutmak için göndeririz.

Bu arada belirteyim; i’rablarda en baştaki ‘MA’ ma-i nafiye olarak geçmekte.

Bu çevirileri baz aldığımızda onlara göre hitap Muhammed’edir. Ona şöyle denmektedir… “Biz öncekilere mucizeler gönderdik, onlar (kavimleri) onu yalanladı, bu yüzden sana mucize göndermiyoruz.”

Yani, “Öncekilerin mucizeleri yalanlamış olması bizim sana mucizeler vermemize engel oldu.”

Bu meâller ortaya çok tuhaf bir durum çıkarıyor.

Nuh’a gemi mucizesi veriliyor, içlerinde 950 yıl kalıyor, kavmi yalanlıyor ve kavim yok ediliyor… Bu, Salih’e dişi deve verilmesine engel olmuyor… Yani Salih’ten önceki resûllerin mucizelerinin yalanlamış olması tekrar bir mucize gelmesine engel olmuyor… Sonra Salih’in kavmi mucizeyi yalanladı diye (o nasıl oluyorsa) yok ediliyor… Ondan sonra İbrahim geliyor… Salih’in kavminin mucizeleri yalanlamış olması (müktesabâta göre) İbrahim’e ateşte yanmama mucizesinin gelmesine engel olmuyor… Sonra Musa geliyor… Musa’dan önce de mucizelerin yalanlanmış olması Musa’ya 9 mucize verilmesine engel olmuyor… Sonra İsa geliyor… Ondan öncekilerde de mucizeler yalanlanıyor ama ona ölüyü diriltme; körü, alacalıyı iyileştirme mucizesi veriliyor… SIRA Muhammed’e gelince “SANA MUCİZE VERMİYORUZ ÇÜNKÜ ÖNCEKİ KAVİMLER HEP ONLARI YALANLADI.”

Buradan yola çıkan müfessirlerimiz “MUHAMMED’E VERİLEN MUCİZE KUR’AN’DIR.” diyorlar…

Ha önceki kitaplar öyle değildi, onlar mağara resimleriydi, hiyerogliflerdi, çivi yazısıydı, düzgün cümleleri yoktu, veciz ve îcazları hiç yoktu, eciş büçüşlerdi.

İstisna edatından sonra mansub kullanımları

Onların kitapları (hâşâ) çok kötü olduğu için oluşan açık, mucizelerle kapatıldı.

Böyle bir durum çıkıyor ortaya…

İman edilen kitabın daha en başında ‘BİMA UNZİLE İLEYKE VE MA UNZİLE MİN KABLİK…’ deniliyor ama bu kitaba iman edenler “Muhammed bizim peygamberimiz, Kur’an bizim kitabımız, diğer resûller ONLARIN PEYGAMBERİ, diğer kitaplar ONLARIN KİTABI.” diyor.

İstisnâ edatlarından sonra ve önce gelen kelimelerin durumlarına göre istisnâlar farklı mânâlara gelirler.

Meselâ, İSTİSNÂ edatından sonra gelen MÜSTESNÂ’nın harekesinin mansub olduğu yerler 3 şekilde olur:

  1. Cümle olumlu ve tam müstesnâ minh varsa (müstesnâ mansub okunur).
  2. Müstesnâ, müstesnâ minh’ten önce gelmişse (yani takdim-tehir varsa: Bu ‘İLLÂ’dan öncesi Müstesnâ, ‘İllâ’dan sonrası Müstesnâ minh olur, demektir).
  3. Müstesnâ, Müstesna minh grubundan değilse.

Bunun yanında iki tane daha mansub olma durumu vardır.

  1. Bedel olarak mubdelun minh gibi mansub.
  2. Cümle tam değilse müstesnâ, cümledeki eksik unsurun yerine geçer ve onun i’rabını alır.
Kavramlar: