Manipule Edilmemis Kuralli Tek Bilgi

MANİPÜLE EDİLMEMİŞ, KURALLI TEK BİLGİ

Bilim, siyaset, tarih, din algıları geçmişten gelen bilgilerin tamamı, gördüklerimizle ve görmediklerimizle ilgili her şey baskıcı bir İLLÜZYON tarafından kontrol edilmekte ve biz her şeyi hipnotize olmuş şekilde algılamaktayız. İnsanlığın büyük çoğunluğunun elinde temiz bilgi, saf bilgi, yönlendirilmemiş veya değiştirilmemiş bilgi asla bulunmamaktadır. Her neye el atarsanız atın bir manipülasyon karşınıza çıkmakta. 

Bunun tek istisnası noktasız ve harekesiz Kur’an’dır.

“Akıl” denilen şeyin karşısına geçtiğinde kendisi olabildiği ve kendisi kalarak bilgiye ulaşabildiği tek kaynaktır noktasız ve harekesiz metin.

“Evren” değimiz, “madde” dediğimiz şey bile yalın kat kendi gerçekliğini yansıtmamakta veya yansıtsa bile biz onu duyularımızın sınırları içinde algılamaktayız.

Bilimin egemenliği ve manipülasyonu

İnsan sadece kendine güvenerek hakikati aradığında “gerçek” denilen şey insanın kapasitesinin sınırlarına hapsolmakta ve sadece bu kapasitenin algıladığı şey “gerçek” olarak tanımlanmaktadır.

Ne yazık ki etrafımızdaki varlıkla ilgili bilgilerin tamamı “bilim insanları” denilen tarihteki en kutsanmış ruhban sınıfı tarafından servis edilen bilgilerdir. Oysa bu ruhban sınıfının, deney, gözlem ve bilgi edinme yöntemleri ve buna dair geliştirdikleri kriterler “hakikat” denilen şeyin onların çizdiği çerçeveye uyduğu müddetçe “hakikat” olarak kalmasına müsaade etmektedir.

Yani “bilim insanları” dediklerimiz “hakikatin ölçüsünü belirleyen tanrılar” konumundadır.

Hepimiz baskılanmış alanın “din alanı” olduğunu sanmaktayız ama aslında “bilim” denilen alandaki baskı din alanındaki baskının yüzbinlerce katından daha büyüktür. Bunun sebebi hem o alana erişimin herkese açık olmasından hem de sonuçların ispat etmeye gerek duymayacak kadar açık olmasındandır.

Bir başka sebebi ise “din” dediğimiz şeyin tasavvuri olmasıdır.

Kur’an özellikle Yüce Allah’ın ve tasavvuri olan her şeyin ispatı için yaratılmış varlığı işaret eder ve tasavvuri olanın hakikatinin görünen ve algılanan varlığın ta kendisi olduğunu söyler.

“Din” dediğimiz şey tasavvuri olduğu müddetçe onu tamamen baskı altına almanın veya tamamen başkalaştırmanın imkânı yoktur çünkü “tasavvur” dediğimiz şey akılda olup biten bir şeydir ve her insan “akıl kuvvesi” ile doğmaktadır.

Bu yüzden tasavvuru baskı altına almanın sadece iki yolu vardır: Ya o akıl daha oluşmadan ona müdahale etmek -ki bunun için yaratıcı olmak gereklidir, ya da aklın bilfiil olarak meydana çıkacağı fiili alanı manipüle etmek.

Birincisini sadece Allah yapabilir ama aklın bilfiil olarak kendisini göstereceği alanı manipüle etmeyi insanlar da başarabilir.

Bilim kurumları, etik ve örnek vakalar

Bunun için sadece aklın kendisiyle çalışacağı yani aklın kendisinden hareketle tasavvur sahibi olacağı varlıklar hakkında yönlendirilmiş bilgiler vermek ve insanlara bunu kabul ettirmek yeterlidir.

Günümüzde “bilim” dediğimiz şeyin dünyanın tüm zenginliğini elinde tutan sadece %1’lik kesimin elinde olduğu artık çocukların bile bildiği bir gerçektir.

Bunun yanında “bilim” dediğimiz şeyin her bir dalda oluşturulan uluslararası kurumların elinde olduğu da bir gerçektir.

Uluslararası kurumlar ve o %1’lik kesim aynı kişilerin elinde ve aynı organizasyonun bir parçasıdır.

Bu kurumların çizdiği çerçevede veya bu kurumlar tarafından oluşturulan bilgilerle çelişen veya onların yanlışlığını ortaya koyan bir bilim olması imkânsızdır.

Bu bir komplo teorisi değildir.

Bir bilim insanının, herhangi bir bilimsel makalesinin veya deney sonuçlarının hangi aşamalardan geçerek “bilimsel” sıfatını aldığına küçük bir göz atmak bunun bir komplo teorisi olmadığını anlamaya yeterlidir.

Mesela Göbeklitepe’yi ele alalım. (Göbeklitepe örneği bilinen bir örnektir. Yoksa tek örnek değildir. Onun dışında binlerce örnek getirmek mümkündür.) Yaklaşık 80 yıl önce İstanbul Üniversitesi tarafından keşfedilen bu yer hakkında yazılan raporlar bilim kurulları tarafından kabul edilmedi ve “safsata” dendi çünkü bulgular yaklaşık 200 yıldır kurgulanan ve “bilim” diye insanlara yutturulan tüm o bilgilerin yalan olduğunu ispatlıyordu. Göbeklitepe’den önce insanlığın uygarlık tarihini 7000 yıl olduğu söyleniyordu oysa Göbeklitepe 11.000 yıl öncesine aitti. Bu örnek arkeoloji alanındaki sadece bir örnektir. Buna benzer örnekler pek çoktur. (Bosna Piramitleri, Endonezya’daki Gunung Padang Piramidi gibi.)

Bu bilimsel kurullar “bilim” diye bir din yarattılar. Bu dinin silahı BİLGİ oldu ve insanlara daima manipüle edilmiş bilgiler vererek tasavvurları yönlendirdiler. Varlık hakkındaki bilgileri manipüle etmek, insan türünün varlık hakkındaki tasavvurunun yönlendirilebilir bir tasavvur olmasına yol açtı. (Tıpkı Matrix filminde olduğu gibi.)

Enerji, titreşim ve varlık ilişkileri

Üstelik bunu yaparken çok büyük bir saygınlık kazandı. Şimdi geldiğimiz noktada “din”, sorgulanması ve şüphe edilmesi gereken bir şey olarak algılanırken “bilim” denen şeyin sorgulanması akla dahi gelmemektedir.

“Bilim” denilen şey -sözde- varlık hakkında bilgi edinme çabasıdır fakat varlık hakkında bilgi edinme çabasına giren bilim o kadar ince detaylarla deneyler yapmasına rağmen varlığın herhangi bir metafizik boyutuyla hiç karşı karşıya gelmemiştir. Bu da varlık hakkındaki bilginin bir asla dayanmayan rastgele bir bilgi olmasına yol açmıştır. Oysa ‘varlık bilgisi’ Allah’ın ilmidir. İlme ulaşıp o ilimle o varlığı var edenin kendi izine rastlamamış olmak aklen muhaldir.

“Bilim insanı” denilen şaklabanların bilgiyi daima metafizik bir yönü olmayan şey olarak takdim etmeleri aslında beyni yönlendirmektir çünkü beyin iki kısımdır: Bir taraf bir fenomeni salt ulaşılabilen değerlerle algılarken diğer taraf algılanan bu bilgiye soyut değerler verir.

Beyne sadece somuta dayanan ve soyut hiçbir değeri olmayan bilgileri pompalamak o tasavvuru hayvani düzeyde tutar. Hayvani düzeyde tutulan bir tasavvura sahip insanlığı hayvan sürüleri gibi istenilen yöne sürmek ise artık çocuk oyuncağıdır.

Bu manipülatif cendereden kurtulan tek belge / tek bilgi noktasız ve harekesiz Kur’an’dır. NEDEN?

Varlığa en dipte yatan gerçekliği üzerinden değer verecek olursak “madde” dediğimiz şey de dahil olmak üzere her şey aslında enerji titreşimleri veya enerji frekanslarıdır.

“Atom” denilen şey bile farklı karakterdeki enerjilerin belli bir düzenek ile bir araya gelmesinden başka bir şey değildir. Atomları farklı maddeler halinde bir görüntü / bir vücut sahibi haline getiren şey ise atomların farklı titreşim dalgalarıyla ve farklı sayılarla birliktelik oluşturması ve bir de bu titreşimlerin süresidir.

Mesela, kömür ve elması, traverten ve mermeri ele alalım. Kömür, enerjinin belli bir ortamda belli bir sıcaklıkla belli bir süre ile aynı şeye devam etmesinin sonucudur. Bu süre ve ortamlar o enerjiyi kömür halinde tutarken su ve basınca maruz kalmış kömür ise elmasa dönüşmektedir. Tüm bu süre zarfında titreşim hiç kesilmemiş, biteviye bir hareket hep devam etmiştir. İşte “hareket” dediğimiz o şey aslında enerjinin titreşimi, enerjinin frekansıdır fakat şu da var ki o frekansın binlerce yıldır yayın yapan bir radyo gibi hareketini devam ettirmesi sadece BİR YAYINCI varsa olabilecek bir şeydir.

İşte bu, “varlık” dediğimiz şeyin temelinin, enerjinin farklı boyutlarda titreşiminden ibaret olduğu anlamına gelmektedir.

SES bir varlık değildir. O da sadece ve sadece enerjinin hava ile farklı şekillerde titreşiminden ibarettir yani aslında ses ve varlık hakiki olarak aynı düzlemi kullanan iki farklı enerji türüdür. Birinin titreşimi kendisini eşya (varlık) konumuna sokmakta diğerinin titreşimi ise ses konumuna sokmaktadır. Daha açık bir ifade ile SES, enerjinin vücut bulmamış haliyken varlık, enerjinin vücut bulmuş halidir ama her ikisinin de özü AYNIDIR.

Varlıklara vücut veren frekansların yayıncısı da o yanının varlığa dönüşmesi için gerekli süre ve ortamın hazırlayıcısı da Allah’tır. Varlığın tamamının temelinde ise “OL!” kelâmı vardır. Tabiri caizse varlık Yüce Allah’ın sesidir.

O konuştu mu ses sadece tasavvuri bir anlam olarak kalmamakta; o, madde olarak vücut bulmaktadır fakat insan konuştu mu öyle değildir. İnsan ses çıkardığında evet bir enerji salınımı yapmaktadır ama o enerji salınımı frekansın maddeye dönüşmesine yetmemektedir. Bu yüzden insan, TASAVVURUNDA olanın sesini çıkarır.

İnsan konuştuğunda şu sıralama olur:

  1. REFERANS DEĞER
  2. REHBER DEĞER
  3. AMAÇ
  4. MANA
  5. LAFIZ

İşte bu sıralamada ses HAKİKATE dönüşmez, hakikat daima HARİCİ olarak kalır.

Fakat Allah konuştuğunda bu değerler şu şekildedir:

  1. REFERANS DEĞER
  2. REHBER DEĞER
  3. AMAÇ
  4. MANA
  5. LAFIZ
  6. HAKİKAT

“Allah’ın sesi” tabiri zorunlu olarak dilin yetersizliğinden kullandığımız bir ifadedir yoksa Allah her türlü zorunluluktan münezzehtir.

İnsan “elma” dediğinde, onun sesi hakiki bir varlığa dönüşecek enerji yaymaz ama Yüce Allah “elma” dediğinde o hakiki bir varlık olarak var olur. İşte bu, enerjinin vücuda gelmesidir.

Yüce Allah Kur’an’ı ses halinde değil de YAZI halinde göndermiştir çünkü Yüce Allah eğer ki Kur’an’ı ses halinde gönderseydi harfler hakiki vücut sahibi olan varlıklara dönüşürdü ve o zaman “A, B, C…” veya “ELİF, BE, TE…” soyut semboller değil hakiki varlıklara dönüşürdü.

Toplumsal etkiler ve sonuçların değerlendirilmesi

O zaman beyan, tasavvuru dışa vuran bir şey olmazdı; o da hakiki varlık olurdu çünkü Allah, hakikati hariçte olan tasavvuri bir ses çıkarmaz çünkü Allah için “TASAVVUR” diye bir şey yoktur. O’nun tasavvuru yoktur. O mahza hakikattir. İşte bu yüzden Yüce Allah sadece tasavvuri olarak bilinir.

Eğer “Allah” dediğimizde O’nun Zat’ı hariçte olmasaydı sağımızda, solumuzda O’nu görürdük. Ve eğer Kur’an yazılı değil de sözlü olsaydı şundan emin olun ki ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ (Żâlike-lkitâbu lâ raybe fîhi huden lilmuttekîn(e)) bu ve diğer ayetler insan türünün çıkaracağı bir sesi sembolize eden işaretler olmaktan çıkar, HAKİKİ VARLIK olurdu. Ve işte o zaman insan ne yaparsa yapsın asla insan olmazdı, olamazdı.

Kur’an’ın yazılı olması (hâşâ milyonlarca kez hâşâ) ontolojik bir zorunluluktur. “Hâşâ” dememin sebebi söylediklerimin yanlış olmasından değil, bunu ifade edecek söz bulamamamdan dolayıdır.

İşte böylesi bir arka plana sahip olan Kur’an, Yüce Allah tarafından insan türüne noktasız ve harekesiz bir yazı olarak gönderilmiştir. Noktasız ve harekesiz bir yazı, insan türüne tüm mümkünler içinden sadece bir mümkünü bulma imkânı vermektedir. İnsanı asla tek bir mümkün karşısında iradesi ve aklı ipotek altına alınmış bir hâle sokmamaktadır.

Emin olun ki eğer Yüce Allah bu kitabı noktalanmış ve harekelenmiş olarak gönderseydi “İRADE” ve “AKIL” denilen şeyler makina gıcırtısı gibi anlamsız şeyler olmaktan öteye geçemezlerdi.

İnsan, karşısında kendisinin seslendireceği bir metinle karşı karşıyadır. İnsanın çıkardığı sesler hiçbir zaman hakiki varlığa dönüşecek enerji yaymamaktadır. Bu yüzden insan sesinin çıkardığı şeylerin hakikati yani vücudu daima HARİCİDİR.

Seslerin oluşturduğu lafızların hakiki varlığının daima hariçte olması insan aklına sınırları bizzat kendisinin bile kuşatamayacağı bir özgürlük vermektedir. ÖZGÜRLÜK ise sadece ve sadece İLKELER olunca anlamlı olmaktadır. İlkeleri olmayan bir özgürlük olamaz. Bir ilkeye bağlı olmama hâli özgürlük değil, HAYVANLIKTIR.

Bir ilkeye bağlı olmayan serbestlik hâli asla özgürlük olamaz. Eğer öyle olsaydı sonsuz güç sahibinin aynı gücü insan türüne karşı kullanması da mümkün olurdu ki bu durumda varlıkta canlı diye bir şey kalmazdı.

İşte o sonsuz güç sahibi de özgür olduğu için İLKE sahibidir ve sadece ilkeler ile hareket eder. Gönderdiği kitap ise bir yandan noktasız ve harekesiz oluşuyla sınırları belli olmayan bir manalar dünyasına kapı açar, diğer taraftan her mananın kendisiyle anlamlı olduğu KURALLARın ne kadar vazgeçilmez olduğunu bildirir.

Bir kurala bağlı olmayan noktasız ve harekesiz yazı insanı sadece hayvanlaştırır ama bir kurala bağlı olan noktasız ve harekesiz yazı insana insanlık kapasitesini sonuna kadar kullanma imkânı verir.

Manipülasyon yok, yönlendirme yok, cendere yok, boyunduruk yok, zorlama yok, seçimsizlik yok, iradesizlik yok.

İşte bu yüzden günümüz dünyasında (aslında her zaman) MANİPÜLE EDİLMEMİŞ TEK BİLGİ SADECE VE SADECE NOKTASIZ VE HAREKESİZ KUR’AN METNİDİR.

Kavramlar: