Mantigin Akla Olan Nispeti Nahvin Dile Olan Nispeti Gibidir

“MANTIĞIN AKLA OLAN NİSPETİ, NAHVİN DİLE OLAN NİSPETİ GİBİDİR.”

“Mantığın akla olan nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.”

Bu söz aslında ‘analojik bir kıyas’tır. Bu kıyasa iki yönlü yaklaşabiliriz:

  1. Bu kıyası yapanların kendi kıyasi usullerini kullanarak.
  2. Bu kıyasa başka kıyasi usuller veya başka temeller üzerinden bakarak.

Anladıktan sonra eleştiri (olumlu-olumsuz) getirmek için yapılması gereken, bu sözü kendi düzlemi içinde anlamak yani bu sözü söyleyenlerin yöntemlerini kullanmak, daha sonra eleştirilecekse eleştiri getirmektir. Bu yüzden ilk önce onların yöntemlerini ve kavramlara onların verdikleri anlamları kullanarak meseleye yaklaşıyoruz.

Bir sözde veya tarifte “gibidir, benzeridir, mislidir, aynısıdır, vb.” gibi terimler varsa ‘orada bir teşbih var’ demektir. Fakat teşbihler kullanılan teşbih edatına göre farklı anlamlara gelirler. Türkçesinde “Mantığın akla olan nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.” şeklinde ifade edilen söze baktığımızda “GİBİDİR” kelimesinin Arapçadaki karşılığının ‘KE’ edatı olduğu anlaşılmaktadır. Bu cümlede birbirine benzetilen şey iki cümleden çıkan müfret sonuçlardır.

Bu cümleleri bağımsız ve benzetmesiz iki cümle olarak kurduğumuzda şöyle olmalıdır:

“NAHVİN DİLE NİSPETİ”

“MANTIĞIN AKLA NİSPETİ”

Buna göre aslında bu iki cümlede de MÜPTEDA var, HABER yoktur. Yani bu cümlelerin her ikisi de sonuna nokta konulan cümleler değillerdir. Bu cümlelerde bir ‘hazf’ vardır. Hem de öyle bir hazftır ki katman katmandır.

Şöyle ki, aslında cümleler şöyle olmaktadır:

“Nahvin dile nispeti neyse

Mantığın akla nispeti de onun gibidir.”

Analojinin yapısı ve sorulması gerekenler

Bu cümledeki hazflar şudur:

Nahvin dile nispeti nedir?

Mantığın akla nispeti nedir?

Eğer bu cümledeki “Nedir?” soruları cevaplanmaz ise “Mantığın akla olan nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.” cümlesindeki ‘nispet’ kelimesi herkesin kendi kafasına göre anlam yükleyeceği bir kelimeye döner ki zaten dönmüştür.

Bu cümleyi kuran mantıkçılardır. Bu analojik kıyasta varılmak istenen sonuç nahvin dile olan nispeti değil, mantığın akla olan nispetidir. Yani mantığın akla olan nispetinin ne olduğunu anlamak için önce nahvin dile olan nispetini anlamak gerekmektedir, değilse “Ahmet’in eşine nispeti, Mehmet’in eşine nispeti gibidir” sözü ne anlam taşırsa o söz de o anlamı taşır. Yani nispetler ve benzetilenler bilinmez ise benzetme fasit bir benzetme olur. Bundan sonrasında iki cümle bir benzetme edatı ile birbirine bağlandığı için iki cümle arasında şu dört şeye bakılması gerekmektedir:

  1. BENZEYEN
  2. KENDİSİNE BENZETİLEN
  3. BENZETME EDATI
  4. BENZETME YÖNÜ

Şimdi, önce “Mantığın akla nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.” cümlesini kuran kelamcılara soralım:

1- NAHİV NEDİR?

2- DİL NEDİR?

3- ARALARINDA NASIL BİR NİSPET VARDIR?

Diğer cümledeki “mantık, akıl ve nispet” kelimelerine bu soruları sormaya gerek yoktur çünkü o cümle diğer cümleye benzetilmiştir. Yani az önce sorduğumuz 3 soru cevaplanırsa bulunan cevaplar benzetme yolu ile diğer cümleye benzetilecektir.

Bütün kelamcı, fıkıhçı, müfessir, hadisçi, mutasavvıf, akademisyenlere göre DİL: “İçte bulunan bir amacı, dışa vurmak için imkanlarına başvurulan, tamamı soyut manalar taşıyan, mâsadakı haricinde olan ‘sınai’ bir araçtır.”

Yine bunların tamamı: “Bu dışa vurumun kendisine ‘BEYAN’ denir.” demişlerdir. Yani “dil” ‘beyan’dır.

Peki ‘BEYAN’ nedir?

‘BE + YA + NUN’ kök harflerinden oluşan bu kelimenin basit manası “ayrılmak” şeklindedir. Fakat bu ayrılmayı diğer ayrılma anlamlarından ayıran en temel özellik, “bir daha geri alınamayacak ya da bir daha eski hâle gelemeyecek şekilde ayrılmak” anlamı taşımasıdır.

Bu minvalde, evlenen bekar kızın evlenmesine de ‘BANET’ (fiil) denmektedir. Bu genç kız evlenmeden önce ‘bekar’ kümesinin bir ferdidir. Evlenip gider ve sonra tekrar geri gelirse yani boşanırsa artık geri dönüşü ilk gittiği hal üzere değildir. Çünkü ‘dul’dur. Bu kelimenin kastettiği mananın “geri dönüşü imkânsız bir ayrılma” şeklinde olduğu açıktır. ‘Söz’ de öyledir. Ağızdan bir kere çıkınca, artık hiçbir zaman hiç söylenmemiş haline dönemeyecektir.

Peki geri dönüşü imkânsız olan sözün kendisi midir?

Hayır, kesinlikle sözün kendisi değildir. Geri dönüşü olmayan şey, “söz aracılığıyla açık edilen amaç”tır çünkü sözler zaten açıktadır. Açıkta olan sözler, konuşanın da dinleyenin de zaten üzerinde ittifak ettikleri şeylerdir. Eğer bu ittifak olmazsa kimse birbirini anlayamazdı ama sözlerle açığa çıkarılan amaçlar açıkta değildir ve bunda ittifak yoktur. Söz söylemenin amacı söze yüklenen amaçlarda ittifakı sağlamaktır.

Bir benzetme ile anlaşılır kılmaya çalışayım:

Sözler, üzerine bir süvarinin binmesi için çayırda otlayan atlardır. Bu atlardan birini alan herkes, içindeki amacı o ata süvari yapar. Karşıdaki muhatap ise ata bindirilen o süvarinin yalan ya da doğru olduğuna karar verir.

Dil ve beyanın anlamı

Mesela, kişinin aç olması içteki bir anlamdır. Aç olduğu halde “Ben tokum.” demesi söze süvari bindirmek değil, yanlış ata yanlış süvari bindirmek anlamındadır çünkü hakikati söylememiş, içteki gizli bir amacı açık etmemiştir. Bu kişi sözü ‘beyan’ için değil ‘ketm’ (saklamak) için kullanmıştır. Bu bir ‘beyan’ değildir.

Bir başka örnek verecek olursak:

İçinde inanmadığı halde çayırdan bir at seçip “Ben inanıyorum.” sözlerini o ata bindiren kişinin sözü asla ‘BEYAN’ değildir. Yani her söz ‘beyan’ değildir. Sözün ‘beyan’ olması için içteki amaç ile lafzın, lafız ile mananın, mana ile mâsadakın tam uyum içinde olması gerekmektedir.

Fakat inanmadığı halde “Ben Allah’a ve ahiret gününe inanıyorum.” cümlesini kuran kişinin bu cümlesi ‘nahiv’ açısından eksiği ve yanlışı olmayan, tastamam bir cümledir.

‘Nahiv’ denilen şey cümlelere aralarındaki dilbilgisel nispetler açısından bakar. Yoksa cümlenin kastettiği amacının doğru veya yalan olduğu üzerinde hiç durmaz.

Mesela, biri kalkıp da “Laiklik, insana dünya ve ahiret mutluluğu veren ilahi bir öğretidir.” gibi bir cümle kursa nahiv sadece bu cümlenin öznesine, yüklemine, tümlecine, zarfına bakar ve bunlar arasındaki bağlantının doğru olup olmadığı ile ilgilenir; cümleden çıkan sonucun ve bu cümlenin ne için yani hangi amaçla kurulduğu ile hiç ilgilenmez. Nahiv, o cümleye “Bu cümle doğru bir cümledir.” derken amacı değil şekli temel alır.

Bu cümleye doğrudur der çünkü şekilsel bağlar yerindedir ama aynı kelimeleri kullanarak kurulan “İnsana dünya ve laiklik ahiret öğreti ve bir dünyadır.” bu cümleye ise yanlıştır der. İşte nahvin dile nispeti budur.

Dahası da var: Kelamcıların kurduğu “nahvin dile nispeti” cümlesine biraz dikkat edilirse ‘nahiv’ ayrı bir şey ‘dil’ ayrı bir şeydir ve aralarında nispet ilişkisi vardır gibi anlaşılmaktadır.

“Peki, öyleyse dil nedir, nahiv nedir ki ikisi ayrı ayrı olabiliyor?” diye bir soru sorsak alacağımız cevap “Nahiv, dilbilgisi kurallarıdır.” derler. “Anladık, o zaman kural ayrı, dil ayrı olması lazımdır. Onu deyin.” desek orada gözüne far tutulmuş tavşan gibi bakakalıyorlar.

‘Dil’ dediğiniz şey isimleri, edatları, fiilleri ve nahvi ile BÖLÜNEMEZ BİR BÜTÜNDÜR.

Ne kelimeler nahivsiz ne de nahiv kelimesiz var olabilir. Tabi bu beyler sarf ve nahvin sonradan icat edilen bir şey olduğuna inandıkları için “nahvin dile nispeti….” cümlesini kurabiliyorlar.

Geldiğimiz noktada ‘nahiv’ dediğimiz şey ile ‘dil’ arasındaki nispet ilişkisi en cömert tarifle ‘İLTİZAMİ’ bir nispet olmaktadır. Üstelik “Bu iltizamda hangisi hangisine lazımdır?” sorusu asla cevaplanamaz. Çünkü biri olmadan diğeri olmaz.

O halde biri olmadan diğeri olmayan, parçalanamaz bir bütün varsa ve bu parçalanamaz bütün “doğru” ve “yanlış” derken sadece şekilsel uygunluğa bakıyorsa amaçlardan bağımsız olarak kendi varlığını devam ettiriyorsa “Bu, insanda olan bir KUVVE değildir.” sonucu çıkmaktadır ama akıl insandaki bir kuvvedir, mantık insandaki bir kuvvedir. O zaman aslında kelamcılar tarafından kurulan analojik benzetmedeki cümleler arasında ‘MUTABIK’ bir anlam değil ‘TEBAYÜN’ (benzemezlik) anlamı vardır. Yani “Mantığın akla nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.” analojisinde ‘NAHİV’ açısından bir yanlış vardır çünkü iki benzemez birbirine benzermiş gibi yapılmaktadır.

Benzetilenleri eşleştirecek olursak şöyle oluyor:

NAHİV mantığa, DİL akla benzetiliyor ve dört kavram arasındaki ikişerli nispet benzer kılınıyor.

Buraya kadar kullandığımız tüm ölçü birimleri tamamen kelamcıların ve mantıkçıların kullandığı ölçü birimleridir. Kendi kullandıkları ölçü birimlerine göre bile bu benzetme FASİT BİR BENZETMEDİR.

Yine kendi kullandıkları ölçü birimlerine göre bir şeyin anlaşılır olabilmesi için tam bir tarif (haddi tam) gereklidir, şarttır. O halde “Madem siz aklı dile, mantığı nahve benzettiniz önce ‘mantık’ kavramı hakkındaki ‘tam tarifi’ (haddi tam) getirin.” dediğimizde mantığa getirdikleri kendi tarifleri şöyledir:

‘Mantık’: Kurallarına riayet edildiğinde zihni hatadan koruyan alettir. (alet-i kanuniyye)

İyi ama beyler sizin ‘el-kavlu’ş şarih’ kurallarınıza göre bu, ‘mantık’ kelimesinin tarifi değil fonksiyonu yani işlevidir. Biz sizden tarif istedik… Var mı elinizde bir tarif? Siz zahmet etmeyin ben deyivereyim sizin yerinize: YOK!

Nahiv ile dilin ayrılmazlığı

Öyleyse henüz tarif getiremediğiniz bir şeyi nasıl olur da bir benzetmede BENZEYEN olarak kullanırsınız?

Hadi bunu geçtik diyelim, peki dile benzettiğiniz AKIL ile ilgili getirdiğiniz bir tarif var mı?

Onda da yok!

O halde nasıl olur da tariflerini bile bilmediğiniz ve tüm tariflerinizin sallamadan ibaret olduğu iki şeyi başka iki şeye benzetirsiniz?

Duyan duymayan da sizi amma akıllı laflar eden adamlar sanır. Peh, cümleye bak salavat getir:

“Mantığın akla nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.”

Mantık nedir? bilmiyorum

Akıl nedir? bilmiyorum

Nahiv nedir? bilmiyorum

Dil nedir? bilmiyorum

Hadi biraz daha devam edelim:

Mantığı tarif ederken diyorsunuz ki “Mantık, kaidelerine riayet edilince zihni hatadan koruyan alettir.”

‘KAİDELER’ derken siz hangi kaideleri kastediyorsunuz ve o kaidelerin hem kaynağı hem meşruiyeti hem de sağlaması nasıl yapılacak?

‘Zihin’ derken hangi zihinden bahsediyorsunuz? ‘Hata’ derken neyi hata olarak görüyorsunuz? Bunların tarifini nasıl yapıyorsunuz, neye göre yapıyorsunuz? Var mı elinizde bunlarla ilgili ‘BEYYİNAT’ niteliğinde tarifler ve tanımlar?

Gözünüze tuttuğumuz ışık fazla mı geldi? Durun farları kapatayım…

İşte, “Mantığın akla olan nispeti, nahvin dile olan nispeti gibidir.” cümlesi ile ilgili görüşümüzün bir kısmı budur.

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ
Mürselât 77 / 34

Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e)

‘VEYL’, İŞTE O GÜN YALANI -ASILSIZ ŞEYLERİ- KARAKTER EDİNENLER İÇİNDİR.

هٰذَا يَوْمُ لَا يَنْطِقُونَۙ وَلَا يُؤْذَنُ لَهُمْ فَيَعْتَذِرُونَ
Mürselât 77 / 35

Hâżâ yevmu lâ yentikûn(e) Velâ yu/żenu lehum feya’teżirûn(e)

BU, ONLARIN “MANTIK” KULLANAMAYACAKLARI VE ONLARA İZİN VERİLİP MAZERET ÜRETEMEYECEKLERİ BİR GÜNDÜR.

وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِلْمُكَذِّب۪ينَ
Mürselât 77 / 37

Veylun yevme-iżin lilmukeżżibîn(e)

‘VEYL’, İŞTE O GÜN YALANI -ASILSIZ ŞEYLERİ- KARAKTER EDİNENLER İÇİNDİR.

هٰذَا يَوْمُ الْفَصْلِۚ جَمَعْنَاكُمْ وَالْاَوَّل۪ينَ
Mürselât 77 / 38

Hâżâ yevmu-lfasl(i)(s) cema’nâkum vel-evvelîn(e)

BU, FASLIN GÜNÜDÜR, ONLARI VE ÖNCÜLERİ TOPLADIĞIMIZ (GÜNDÜR).

(NOT: Ayetlere verdiğimiz bu mealler, üzerinde detaylıca çalışılmış mealler değillerdir.)

Mantık, akıl ve tanım eksikliği

YALAN, Sözün doğruluğu

  • Amacın kendisinden alındığı üst değer,
  • Üst değer ile insan arasında amaçlılık bağını kuran aracı (rehber) değer,
  • Bu aşamalarla elde edilen amaç,
  • Amacın sırtına bindirildiği at olan lafız,
  • Lafız ile doğrusal ilişki kuran mana,
  • Üst değer, rehber değer, amaç, lafız ve mana ile yüzde yüz uyumlu olan harici hakikat

üzerinden anlaşılır. Bu kriterlere uymayan her söz ‘yalandır’ veya ‘yanlıştır’.

Örnek: Münâfikûn suresindeki münafıkların اِذَا جَٓاءَكَ الْمُنَافِقُونَ قَالُوا نَشْهَدُ اِنَّكَ لَرَسُولُ اللّٰهِۢ (İżâ câeke-lmunâfikûne kâlû neşhedu inneke lerasûlu(A)llâh) (“Şahitlik ederiz ki sen gerçekten Allah’ın Resulüsün.”) söylemidir.

Burada, alttan üste doğru;

  1. Harici mana; hakikat
  2. Sözün mana ile ilişkisi; hakikat
  3. Söz; hakikat
  4. Amaç; ???
  5. Rehber değer; hakikat
  6. Referans olan üst değer; hakikat

Sadece amacın geri kalanlarla uyuşmaması sözü ‘YALAN’ yapmıştır. Bu yüzden ayetin devamı şöyle gelmiştir … وَاللّٰهُ يَعْلَمُ اِنَّكَ لَرَسُولُهُۜ وَاللّٰهُ يَشْهَدُ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ لَكَاذِبُونَۚ (va(A)llâhu ya’lemu inneke lerasûluhu va(A)llâhu yeşhedu inne-lmunâfikîne lekâżibûn(e))

Bu 6 maddeyi kısa olarak özetlersek;

  1. ALLAH
  2. KUR’AN
  3. İNSAN
  4. LAFIZ
  5. MANA
  6. MÂSADAK

Kelamcılara göre bu 6 değerin sıralaması şöyledir:

  1. ARİSTO
  2. ARİSTO MANTIĞI
  3. İNSAN
  4. SABİTEDEN YOKSUN LAFIZ
  5. SABİTESİZ SEÇİLEN MANA
  6. HAYAL EDİLEN MÂSADAK

Ve bu ‘mantık’ “zihni hatadan koruyacak”, öyle mi?

Peki, korumuş mu?

Cevabı merak eden kelam ve felsefe tarihine baksın…

Kavramlar: