Başlıklar
MISIR’A GERİSİN GERİ DÖNENLERİN HİKÂYESİ
Yahudi ve Hıristiyanların “Mısır” mevzusu sebebiyle İslam’la barışmaları mümkün değildir.
Zira onlar Mısır’da mutlu mesut yaşarlarken Musa İslam yüzünden(!) gelip onları Mısır’dan çıkardı.
Mısır’da kalan Koptiler (tarihe göre) İslam gelmeden evvel Hristiyan oldular… Onlar da mutlu mesut yaşıyorlardı, Ömer geldi hepsini İslamlaştırdı…
Bu yüzden onların İslam’la savaşı hiç bitmez.
Piramitler yüzyıllardır orada durduğu halde günümüzdeki kadar gündem olmadığı ve Batı’nın da son 100-150 yılda piramitlere ve Mısır tarihine merak sardığı düşünülür, halbuki Endülüs’ün yıkılışına kadar hep gündemdeymiş. Fakat o zamanlar dünyadaki gündemi belirleyenler sadece Müslümanlar olduğu için sadece Müslümanlarda gündem olmuş hem de sandığımızdan daha fazla.
Mısır Algısı ve İslam İlişkileri
Mesela şöyle bir şey anlatılır:
Mısırlı âlim Ebu Cafer El-İdrisi (ö. 1251), kitabının (Envar: 5-11) ilk bölümünü, Müslümanları eski medeniyetlerin hikâyelerini ve anıtları incelemeye yönelten Kur’an ayetlerine ayırmıştır. Ayrıca, Mekke’ye hacca giden Faslı bir adamın hikâyesine de yer verir. Söz konusu adam geri döndüğünde tıp ve diğer bilimler üzerine ders veren hocası Şeyh Ebu Zekeriya El Biyasi’nin yanına gider. Hocası onu içtenlikle karşılar ve şöyle der:
Mısır piramitleriyle ilgili olarak ne gördüğünü anlat, ama ne duyduğunu değil.
Öğrenci cevap verir: Hocam, size anlatacak şekilde kendi gözlerimle bir şey görmedim.
Öğretmen kızgınlıkla cevap verir: Piramitleri görmek konusunda kararlı olmayan ve olağanüstü şeylerden herhangi birini görmek için tutku duymayan öğrenci, değersiz bir öğrencidir. Seni onlara bizzat şahit olmaktan ve bize bilgi aktarmaktan alıkoyan hiçbir şey yoktu, süratli bir at veya bir tekne yeterliydi. Tembel bir insan, bilgelikle donanmayı hak etmez.
Bu sözler üzerine öğrenci yalnızca piramitleri görmek amacıyla Mısır’a doğru yola çıkmıştır. (El-İdrisi; Envar 15).
Mısırla ilgili günümüzdeki genel kanı şöyledir:
- YAHUDİLER AÇISINDAN: Musa onları Mısır’dan çıkardıktan sonra bir daha Mısırla hiçbir alâkaları kalmamıştır.
- HRİSTİYANLAR AÇISINDAN: İsa’dan Muhammed’e kadarki dönemde Hristiyan olan Mısır müslümanlaştıktan sonra Hristiyanların da bir alâkası kalmamıştır.
- MÜSLÜMANLAR AÇISINDAN: Fethedildikten sonra eskiye dair izlerin tamamı silinmiş, Firavun putperestliği, Yahudilik ve Hıristiyanlık ortadan kalkmıştır.
Kur’an okumalarının tamamında Mısır’ın Musa’dan sonraki izi aranmamıştır çünkü peşinen artık o kapının bir daha açılmamak üzere kapandığı algısı vardır… Yani Firavun ve ordusu suda boğulmuş ve Firavun sistemi tamamen yok olmuştur.
Yani suda boğulan sadece Firavun ve avenesi değil, çoluğu çocuğu, yaşlısı genci, kadını erkeği, esnafı çiftçisi ile Mısır’da kim varsa hepsi yok olmuştur gibi bir algı vardır.
Şöyle bir soru hiç sorulmamıştır: KUR’AN’DA FİRAVUN SONRASINA DAİR MISIR’LA ALÂKALI BİR ŞEY VAR MIDIR ACABA?
Mesela bununla ilgili şöyle bir durum vardır… Kur’an’da bazı kelimelerin tedavüle sürüldüğü zamanlara özel vurgu vardır. Mesela, Kur’an’daki tarih kronolojisine göre ‘BENİ İSRAİL’ kavramı ilk defa MUSA bağlamında tedavüle sürülmüştür. Ondan önceki resullerin kıssalarında bu kavram hiç kullanılmamıştır.
Ama Musa kıssaları bağlamında ‘YAHUD, YAHUDİYYE, ELLEZİNE HADU, EHLİ KİTAP ve UTUL KİTAP’ kavramları hiç kullanılmamıştır.
Bu durum, bu kavramları kullanmanın basitçe bir tanımlamadan daha fazla anlama sahip olduğunu göstermektedir.
Bu kavramların hangisinin ‘BENİ İSRAİL’ kavramından hemen sonra çıktığını tespit etmek aynı zamanda tarihi bir olguyu ya da tarihi bir dönemi tespit etmeye eşdeğer olacaktır. Çünkü bu kavramların hepsi başka başka anlamlara gelmektedir.
Müktesebatın; bu kavramların hepsine sadece bir tek anlam yüklemesi yani birçok farklı kelimenin sadece tek bir anlama geldiğini söylemesi Kur’an’da anlatılan tarihi dönemlerin hiç anlaşılmamasına neden olmuştur.
Kur’an’da anlatılan Musa kıssaları kronolojik bir okumaya tâbi tutulduğunda ‘BENİ İSRAİL’ kavramından sonra ortaya çıkan ilk kavramın ‘ELLEZİNE HADU’ olduğunu görmekteyiz.
Bu tanımın bir ism-i mevsul ile yapılması, fiilin kastettiği anlamın henüz fiil halinde olduğunu, o fiilin yapılmasının isimleşecek kadar kişilere yapışmadığını göstermektedir.
Daha sonra bu kavramın bir isme dönüştüğünü ve ism-i mevsul olmadan sadece ‘HADU’ (kök harfleri ‘he-vav-dal’) şeklinde geldiğini görmekteyiz.
Bunlardan sonra çıkan kavramların ise ‘EHLİ KİTAP’ ve ‘UTUL KİTAP’ kavramları olduğunu görmekteyiz.
Bundan sonra ‘YAHUD’, bundan sonra ‘YAHUDİYYE’ ve en sonunda da ‘NASARA’ kavramının çıktığını görmekteyiz. İsa’nın ortaya çıkışı ile daha önce hiç kullanılmayan başka bir kavramın çıktığını görmekteyiz: ‘HAVARİYYUN’
Kur’an Kavramlarının Kronolojik Gelişimi
Bunların hiçbiri diğerleri ile aynı anlamda değildir.
Bu kavramlar NAHİV açısından isimdirler ama TANIM GETİREN İSİMLERDİR.
Bir kelimenin cümle içindeki öğe değeri açısından isim olması ile anlam açısından isim olması aynı şeyler değildir.
Bu kavramların tedavüle sürüldüğü olaylar o kavramların içeriğini belirlemektedir.
Mesela, ‘ELLEZİNE HADU’ kavramı ‘Beni İsrail’ kavramından sonra çıkan ilk kavramdır.
Bu kavramın ‘ELLEZİNE HADU’ şeklinde başında bir ism-i mevsul ile gelmesi şu anlama gelmektedir:
Kastedilen kişiler ‘HADU’ fiilini işlemişlerdir ve biz bu fiili işleyenlerin nasıl ‘ELLEZİNE HADU’ya dönüştüklerini anlattık.
Kur’an’da anlatılan Musa kıssalarını kronolojik olarak okuduğumuzda içinde Musa’nın olduğu en son olay Mâide suresinin 20-26. ayetleri arasında anlatılan olaydır. O olaydan sonra içinde Musa’nın olduğu bir olaydan bahsedilmemektedir.
O olay, Mısır’dan çıkan Musa ve Beni İsrail’in ‘ARDUL MUKADDES’e gelişidir.
O olayda Musa şöyle demektedir:
Yâ kavmi-dḣulû-l-arda-lmukaddesete-lletî keteba(A)llâhu lekum velâ terteddû ‘alâ edbârikum fetenkalibû ḣâsirîn(e)
Diyanet Vakfı Meali – Ey kavmim! Allah’ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz.
“NE YAZIK Kİ” bu mealler, örnek getirmemiz durumunda bile kırk saat açıklama isteyen meallerdir.
Mealde “…arkanıza dönmeyin” anlamı verilen ibâre ayetin orijinal metninde وَلَا تَرْتَدُّوا عَلٰٓى اَدْبَارِكُمْ (velâ terteddû ‘alâ edbârikum) şeklinde geçmektedir. İfadede geçen ‘EDBER’ kelimesi basitçe “sırtının bulunduğu tarafa dönmek” değildir. Yine ‘TERDEDDE’ diye geçen kelime de “geri dönmek” anlamında değildir.
Her iki kelimenin anlamı da “GELDİĞİ YERE GERİ DÖNMEK” anlamındadır.
Yani bu kelimeler “Girin!” denilen yere girmemeyi değil, hedefsizce bilinmeyen yönlere gitmeyi de değil, “GELDİĞİ YERE GERİ DÖNME”yi ifade eden kelimelerdir.
Bu noktada ‘ELLEZİNE HADU’ kavramında geçen ‘HADU’ kelimesi sözlüklerde sadece “dönmek” şeklinde geçmektedir. Etimolojik sözlüklerde ise “İSTİKAMETTEN DÖNMEK” şeklinde geçmektedir.
Oysa ‘ELLEZİNE HADU’ kelimesi de “YÖNELDİĞİ İSTİKAMETTEN GELDİĞİ İSTİKAMETE GERİSİN GERİ DÖNMEK” anlamındadır.
Bu kelime fiil olarak ilk defa Musa tarafından şu ayette kullanılmaktadır:
Vektub lenâ fî hâżihi-ddunyâ haseneten vefî-l-âḣirati innâ hudnâ ileyk(e) kâle ‘ażâbî usîbu bihi men eşâ/(u) verahmetî vesi’at kulle şey-/(in) feseektubuhâ lilleżîne yettekûne veyu/tûne-zzekâte velleżîne hum bi-âyâtinâ yu/minûn(e)
SV MEALİ – Bu dünyada da Ahirette de bize güzel şeyler yaz; biz sana yöneldik.” Allah dedi ki “saptığına karar verdiğim kişiyi azabıma çarptırırım, rahmetim ise her şeyi kapsar. Onu, yanlışlardan sakınan ve zekât verenlere yazacağım. Ayetlerime inanıp güvenen şu kişilere de yazacağım.
Hangi meale başvursak aynı durum… Bu meal sahipleri ayette geçen اِنَّا هُدْنَٓا اِلَيْكَۜ (innâ hudnâ ileyk(e)) ifadesine “BİZ SANA YÖNELDİK” manası vermişlerdir. Oysa bu kelimenin kastettiği anlam, “DAHA ÖNCE ÜZERİNDE BULUNDUĞUMUZ, SONRA SAPTIĞIMIZ O İLK İSTİKAMETE YANİ SANA DÖNDÜK.” ANLAMINDADIR.
Yoksa Musa zaten Yüce Allah’a yönelmiş biriydi.
Yani kelime bu bağlamda da “GERİSİN GERİ ÇIKILAN İLK HÂLE DÖNMEK” anlamındadır.
Mâide suresi 20-26. ayetleri bize ‘ELLEZİNE HADU’ kavramının ortaya çıkışını anlatmaktadır. Ve ‘ARDUL MUKADDES’e girmeyenler amaçsızca sağa sola dağılmamış, geldikleri yere yani MISIR’a geri dönmek üzere Musa’yı terk etmişlerdir.
Kısaca; Musa’dan sonra Mısır defteri kapanmamış, hikâye farklı bir formda devam etmiştir.
Yahudilerin ellerinde bulunan ‘Kitab-ı mukaddes’ (bir kitaba bu ismin verilmesi bile Yahudiliğin ne olduğunu anlamaya yeterlidir)’e baktığımızda, Mısır’dan Çıkış bölümünden sonra Yahudiler’in Mısır ile ilgili hikâyelerinin çok uzun süre devam ettiği açık açık yazmaktadır.
(‘MUKADDES’ KELİMESİ HAKKINDA ZORAKİ BİR ARA AÇIKLAMA):
‘MUKADDES’ kelimesi TEF’İL BABININ ism-i mefulü olan bir kelimedir. Bilindiği gibi ism-i mefuller aslında malum bir cümlede NESNE hükmünde olan kelimelerdir.
Fakat bu malum cümle meçhule dönüşünce nesne (meful) naib-i fâile dönüşmektedir.
Bu ne demektir? İsm-i mefuller fiilden etkilenen nesnelerdir yani fiilin üzerinde görüldüğü nesneler. ‘Kitab-ı Mukaddes’ kelimesi anlam olarak “KUTSAL HÂLE GETİRİLMİŞ KİTAP” anlamındadır. Peki “kutsal hale getirmek” demek ne demektir? Tefil babından gelen ‘KADDESE’ kelimesi “herhangi bir şeyi maddi ve manevi kirlerden, maddi ve manevi eksikliklerden TEMİZLEMEK” anlamındadır.
Bu durumda ‘KİTAB-I MUKADDES’ ifadesi ile alâkalı olarak şu soru çıkmaktadır: KİTABI MADDİ VE MANEVİ KİRLERDEN KİM/LER TEMİZLEDİ?
Yahudiler ‘Kitab-ı mukaddes’ üzerindeki tek otoritenin ‘SANHEDRİN’ yani “ÂLİMLER KURULU” olduğunu söylemektedirler. Hatta kitap ile sanhedrinin herhangi bir söylemde karşı karşıya gelmeleri durumunda kitabın değil ulemanın söylediklerine uyulması gerektiğini söylemektedirler.
Ulema olmadan kitabın okunması durumunda ya hiç anlaşılmayacağını ya da yanlış anlaşılacağını söylemektedirler (bu konuda daha geniş bilgi için lütfen bizzat Yahudi ulemanın yazdığı 5 ciltlik Tora Tefsiri isimli kitabın ÖNSÖZ bölümünü okuyunuz.)
Kitâb-ı Mukaddes ve Dönüş Beklentileri
İşte bu durumda eğer kitap onlar olmadan yanlış anlamalardan kurtulamıyorsa -ki yanlış anlamaya sebebiyet vermek de manevi bir eksikliktir-, kitabı ‘MUKADDES’ hâle getirenler de ulema olmaktadır.
‘Kitab-ı mukaddes’ demek kitabın cildinin, yazısının, sayfasının, kenar süsünün olağanüstü olduğu anlamına gelmez… Çünkü ‘MUKADDES’lik kitabın olacağı bir şey değil, o kitabı okuyanların bir davranış modelidir.
Yani sadece ‘kitab-ı mukaddes’ kelimesi bile Yahudiliğin kitabın üstünde olduğunu anlamaya yeterlidir.
(Konuya dönelim):
Mısır ve ‘ELLEZİNE HADU’ olanların hikâyesi devam etmiştir. Aslına bakılırsa İslam’ın izini sürenler, Kur’an’da anlatılan Musa kıssasındaki ‘ARDUL MUKADDES’e Musa ile birlikte girecek; DÖNEKLİK YAPANLARIN izini sürenler ise Musa ile beraber ‘Ardul mukaddes’e girmeyip geldiği istikamete geri dönenlerin izini sürecektir.
Ne yazık ki tüm tarihçiler Musa kıssasının tam da orada bittiğini ve İSLAM’IN hikâyesinin gerisin geri dönenlerle devam ettiğini sanmakta ve tarih anlatımlarını buna göre yapmaktadırlar.
Ulemaya göre İslam tarihi, Musa’yı bırakıp gidenlerle devam etmiştir.
İşte bu yüzden YAHUDİLİĞİ Allah’ın gönderdiği dinler kategorisinde değerlendirmekte, “semavi din” diyerek ona ilâhilik payesi vermektedirler.
Oysa hep dediğimiz gibi;
YAHUDİLİK, MUSA’NIN PEŞİNDEN GİDENLERİN DEĞİL, MUSA’YI ‘ARDUL MUKADDES’TE TERK EDİP GERİSİN GERİ GELDİKLERİ YÖNE GİDENLERİN DİNİDİR.
Yahudiler bugün bile “bir gün gelip geldikleri yere geri döneceklerinin hayalini kurmaktadırlar.”
Onları motive eden şey tam da budur.
Kur’an okumalarında Yahudiliğin Musa’dan sonra Mısır ile alâkasını kurabilecek çok şeye rastlamak mümkündür.