Başlıklar
MÜKTESEBATIN SORUNLU ALLAH TASAVVURU
Bilindiği üzere geleneksel dini anlayışta (sonsuz kere hâşâ) “kalpleri mühürleyen, Kur’an’ı anlamasınlar diye kalpleri kapatan, kulaklara ağırlık koyup gözlere perde geren, insanı saptıran, hiçbir ilkeye bağlı olmadan rastgele işler yapabilen, kâfiri daha kâfir, fâsığı daha fâsık yapmak için misaller getiren, olmadık şeyler üzerine hem de hiç gereği yokken yemin eden, kullarını cehenneme atmak için yanıp tutuşan, kitabını insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarması için gönderdiği halde kitabı insanların anlamasını imkânsız hâle getirecek şekilde mücmel, müşkil, müteşâbih hâle sokan bir Allah” tasavvuru vardır.
Bunlar yetmezmiş gibi bir de ALAY eden Allah anlayışı vardır.
Bakara suresindeki şuu ayet müktesebat uleması tarafından şu şekilde çevrilmiştir:
(A)llâhu yestehzi-u bihim ve yemudduhum fî tuġyânihim ya’mehûn(e)
Ali Bulaç Meali – (Asıl) Allah onlarla alay eder ve azgınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır.
Bayraktar Bayraklı Meali – Allah onlarla alay ediyor ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına süre tanıyor.
Diyanet İşleri Meali (Yeni) – Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
Kur’an Yolu (Diyanet İşleri) – Asıl onlarla alay eden ve azıp saparak dolaşmalarına izin veren Allah’tır.
Diyanet Vakfı Meali – Gerçekte, Allah onlarla istihza (alay) eder de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dolaşırlar.
Erhan Aktaş Meali – Allah da onlarla alay eder. Azgınlıkları içinde bocalayıp durmalarına zaman tanır.
Süleyman Ateş Meali – Allah da kendileriyle alay eder ve onları bırakır; taşkınları içinde bocalayıp dururlar.
Bunlar ve diğerlerine göre Allah (hâşâ) alay eden bir Allah’tır.
Bu meallere razı olmayan bazı meal yazarları ise daha farklı bir yöntem izlemişlerdir.
Farklı mealler içinde diğerlerine göre daha önce yaşamış ve ölmüş olan M. ESED ayete şu meali vermiştir:
Muhammed Esed Meali – Allah da bu alaycı tavırlarından dolayı onlara hak ettikleri karşılığı verecek(*) ve onları küstahlıkları ile baş başa şaşkınca bocalamaya terk edecektir.
Böylesi bir mealin ayette karşılığı yoktur. Yani ayet başka, meal başka şey söylemektedir. Anlaşılan o ki M. ESED Yüce Allah’ın alay eden bir Allah olmasını kabul etmemiş, ya da edememiş, bu yüzden ayeti tahrif etmeyi bile göze almıştır.
Yani M. ESED hal diliyle şunu demiştir: “Evet tahrif ettim, ettim ama hele bir sor niye ettim.”
Niye ettin M. Esed?
M. Esed ayete düştüğü dipnotta (*) şunu demiştir: “Lafzen, ‘Allah onlarla eğlenecek’. Benim çevirim, bu ifadenin genel kabul gören yorumu ile paraleldir.”
Günümüz meallerine baktığımızda M.Esed’in açtığı yolda yürüyen başka meal yazarlarının da olduğunu görmekteyiz.
Mesela,
Meallerin farklılıkları ve eleştirel çözümler
Mustafa İslamoğlu Meali – Allah da onların alaylarına karşılık verir(*) ve onları kendi tuğyanlarına gömülmüş olarak bırakır, şaşkın şaşkın debelenirler.
Genetik ilmine pek meraklı olan bu meal yazarımız ne yazık ki genetiği bozulmuş bir meal yaparak aldığı genetik ilminin boşa gitmiş olduğunu göstermiştir. Çünkü ayette “onların alaylarına karşılık verir” gibi bir ifade yoktur. “Onların alayları” ise hiç yoktur.
Tabi ki bu meal yazarımız yaptığı bu GDO’su bozuk mealinin gerekçesini de söylemeyi ihmal etmemiştir. Ayete şu dipnotu düşmüştür:
“Ayette kullanılan muşâkele sanatının bir gereği olarak Allah için ‘alay’ kelimesinin kullanılması, ‘onların alaylarına hak ettiği karşılığı verme’ anlamını taşır (Kurtubî). Münafıkların inananlarla alay etmesine karşılık Allah da kendisinin onlarla alay edeceğini beyan buyurmuştur. Kullanılan kelime aynı olmasına karşın, anlam tam aksidir ve tehdit içermektedir: Allah, onlara önce mühlet tanır, sonra da cezalandırır.”
Böylelikle nur topu gibi bir MÜŞAKALE sanatımız olmuştur.
Müşakale sanatı nedir?
“Sözlükte “iki şeyin biçim ve tarz yönünden benzeşmesi ve uyuşması” anlamına gelen müşâkele kelimesi, bedî’ ilminde “bir söz içinde iki kelime arasındaki biçim benzeşmesi” manasında terim olarak kullanılır ve anlama güzellik katan sanatlardan sayılır. Müşâkele, edebî bir amaç veya nükte için bir kelimenin başka bir anlam ve bağlamda tekrar edilmesi şeklinde gerçekleşir. İlk kelime genellikle gerçek manada olmasına karşılık ikinci kelime ona tâbi ve sadece şekil (lafız) yönünden ona benzer olarak getirilir. Meselâ “وَمَكَرُوا وَمَكَرَ اللهُ” âyetinde (Âl-i İmrân 3/54) ikinci “مَكَرَ” birinciye (مَكَرُوا) müşâkele için getirilmiş olup “أخذهم بمكرهم” (Hile ve dolaplarının cezasını verdi) anlamındadır. Örnekte müşâkele lafzına biçim yönünden benzeyen ve ona eşlik eden kelime (musâhib) gerçek mânasıyla önceden ve açık biçimde söz içinde geçmiştir. Bu türe “müşâkele-i tahkīkıyye” adı verilir. Söz içinde sadece müşâkele lafzının geçtiği, ancak ona eşlik eden kelimenin zikredilmediği türe “müşâkele-i takdîriyye” denir. Ebû Temmâm’ın “من مبلغ أفناء يعرب كلّها / أنّي بنيت الجار قبل المنزل” beytinde “بنيت” kelimesi “yaptım” anlamında değil, “اخترت / انتقيت” “seçtim” anlamında ve “المنزل”e (بناء) tâbi olarak müşâkele şeklinde gelmiştir.” (TDV. İ. A. Müşakale md. / Müellif “İsmail Durmuş”)
Peki, diyelim ki ayette müşakale sanatı vardır. Bu durumda anlam M.İ’nin dediği gibi “Onlar alay etti, Allah’ta alaylarına karşılık verdi.” gibi olmaktadır. Bir şeyin karşılığının yine kendi cinsinden ve denk olması gerekmektedir. Eğer biri alay ediyorsa ve ona karşılık verilecekse bu karşılığın onu alay edilecek duruma düşürmek şeklinde olması gerekmektedir.
Ama durum öyle değildir. Bunlara göre onlar alay etmiş, Allah ise bu alaylarından dolayı onları cezalandırmıştır.
Bu durumda yapılan şey karşılık olmamaktadır. Yani “müşakele” sanatı olmamaktadır.
Aynı yoldan giden başka bir meal yazarımız (genetikçinin dünürü) şöyle bir meal vermiştir:
Mehmet Okuyan Meali – (Oysa) Allah onlarla alay eder;[*] (fakat) onlara fırsat vermektedir. Azgınlıkları içinde bocalayıp durmaktadırlar.[*]
Bu meali veren yazar dipnot düşmeyi ihmal etmemiştir:
“Bu cümle ‘Allah alay etmenin cezasını onlara verecektir’ şeklinde anlaşılmalıdır. Bu tür ayetlerde geçen fiiller insanlar için kullanıldığında olumsuz bir anlama gelirken, Allah için kullanıldığında kastedilen mesaj Allah’ın o fiilin cezasını vereceğini bildirmesidir. Benzer kullanımlar: Âl-i İmrân 3:54; Nisâ 4:142; Enfâl 8:30; Tevbe 9:67, 79. Benzer mesajlar: En’âm 6:110; A’râf 7:186; Yûnus 10:11; Hicr 15:72; Mü’minûn 23:75; Neml 27:4.”
Yani bu meal yazarı da (her ne kadar dünürü kadar açık söylemese de) “MÜŞAKALE” demiştir.
Müktesebat ulemasının “alay eden Allah” anlayışını içlerine sindiremeyen bu meal yazarlarını “alay eden Allah” anlayışına karşı oldukları için tebrik etmekle beraber “buna karşı çıkmak için ayetleri tahrif etmeye ne gerek vardır?” demekten de insan kendisini alamıyor. ZİRA, ayetin irabına azıcık, minnacık baksalardı kulaklarını bu kadar dolambaçlı şekilde göstermelerine hiç gerek olmadığını kolayca anlarlardı. Üstelik çok kolay bir şekilde kulağını göstermek isteyen herkes anlardı.
Ayette geçen يَسْتَهْزِئُ (yestehzi-u) fiili İSTİFAL babından bir fiildir. İstifal babının fiillere kazandırdığı 4 özelliğin en birincisi TAHVİLdir. Yani değişim, bir halden bir hâle getirmektir.
Ayetin İRABINA bakıldığında ise ayetin İSİM cümlesi çatısında olduğu, cümlenin müpteda-haber’den oluştuğu, haber cümlesinin ise FİİL cümlesi olduğu gayet ortadadır.
Bu noktada fiil cümlesine bakıldığında onun da FİİL + FAİL + MEFULÜ B. GAYRİ SARİH + HAL CÜMLESİ şeklinde olduğu, “kör göze parmak sokmak” kadar açık olduğu gayet açıktır.
Dilbilgisi ve irab açısından ayetin anlamı
Ayetteki ‘İSTİHZA’ kelimesinin ‘istifal’ babından olması söz konusu kişilerin daha öncesinde değillerken bir hâle getirildikleri anlamını vermektedir.
Peki, kelimenin sözlük anlamları nedir? “Alay etmek, küçümsemek, ciddiye almamak, seviyesiz görmek.”
Bu noktada Yüce Allah onları bir halden bir hâle çevirmektedir. Ama ayette hal cümlesi olmasından dolayı da bu fiili hangi şekilde yaptığı da anlaşılmaktadır.
İşte bu durumu göz önüne aldığımızda fiilin çoklu manasına göre şu şekillerde meal vermek mümkün hâle gelmektedir:
(A)llâhu yestehzi-u bihim ve yemudduhum fî tuġyânihim ya’mehûn(e)
Allah, onları “onlara kendi azgınlıkları içinde bocalama olanağı vererek” seviyesiz duruma düşürmektedir.
Allah, “onlara kendi azgınlıkları içinde bocalama olanağı vererek” onları küçük duruma düşürmektedir.
Allah, onları “onlara kendi azgınlıkları içinde bocalama olanağı vererek” ciddiye almamaktadır.
Allah, onları “onlara kendi azgınlıkları içinde bocalama olanağı vererek” alay edilecek duruma düşürmektedir.
Müfessir ve meal yazarları, meal verip tefsir yaparlarken ayetlerin bağlamını rivayetler üzerinden tespit ettikleri için ayetleri mecburen o rivayetlere uygun şekilde anlamlandırmakta ve tefsirlerini o bağlamlara göre yapmaktadırlar
Onlara göre Bakara 6-16. ayetler Medineli münafıklardan bahsetmektedir. Bu yüzden meallerini o bağlama uygun şekle sokmuşlardır. Hatta ayetlerin o rivayetlerle çeliştiği noktalarda ayetleri ona göre şekillendirmektedirler.
Oysa aynı bağlamda geçen şu ayete şu manayı vermişlerdir:
Ulâ-ike-lleżîne-şteravu-ddalâlete bilhudâ femâ rabihat ticâratuhum vemâ kânû muhtedîn(e)
Mehmet Okuyan Meali – İşte onlar hidayet karşılığında sapkınlığı satın alanlardır. Onların (bu) ticareti kazançlı olmamış ve kendileri de doğru yola girmemiştir
Muhammed Esed Meali – (Çünkü) onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlar, ama ne (bu) ticaretleri onlara fayda sağlamış, ne de [başka bir şekilde] hidayet bulmuşlardır.
Mustafa İslamoğlu Meali – Onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın aldılar, bu yüzden ticaretleri onlara kâr sağlamadı; zira onlar doğru yolda giden kimseler değiller.
İster soyut ister somut manada olsun herhangi birinin bir şeyi satıp başka bir şey alması için ÖNCE O ŞEYE SAHİP OLMASI GEREKMEKTEDİR.
Bu adamlar HİDAYET verip SAPIKLIK satın almışlardır. Eğer bunlar Medineli münafıklarsa onlar hiçbir zaman hidayet sahibi olmadılar ki onu satıp sapıklık alsınlar.
Kur’an’ı sadece Kur’an ile anlama yöntemi
Bakara 6-16. ayetler arasında söz konusu edilen kişilerin MEDİNELİ münafıklar olduğuna dair en ufak bir şey hatta bir İMÂ bile yokken ayetlerin bağlamını rivayetler üzerinden tespit etme hastalığı, Bakara suresinin ve hatta Kur’an’ın bir çok yerinin anlaşılmasında “başat” rol oynayacak bu ayetler, MEDİNELİ münafıklar çoktan öldüğü için hiç kimseye bir şey demeyen cümlelere dönüşmüştür.
Dahası müfessirlere göre 6 ve 7. ayetler de MEDİNELİ YAHUDİLERDEN bahsetmektedir.
Parçalaya parçalaya bitiremedikleri Kur’an’ı daha da küçük parçalara bölerek yok etmeye çalışmaktadırlar. Yok edemeseler bile insanlar artık hangi ayetin ucu nereye bağlı asla bulamamakta ve bilememektedirler.
Hüsn-ü zan ile yaklaşıp “Bu adamlar bunları ‘kötü oldukları’ için veya ‘kötülük olsun diye’ yapmıyorlar.” desek bile onların iyi niyetlerinin Kur’an’ı anlamaya değil AN-LA-MA-MA-YA yaradığı gayet ortadadır.
Bu yüzden iş başa düşmüştür. İzlenecek ve kendisinden asla kopulmaması gereken tek metot vardır: “KUR’AN’I SADECE KUR’AN İLE ANLAMAK” …
Bu metodun en belirgin özelliği ise ayetlerin bağlamını yine ve sadece Kur’an’dan tespit etmektir.
AYETİN DIŞ VE İÇ İRABLARI ŞUNLARDIR:

Müktesebat ulemasının Kur’an’ın kavramlarına getirdikleri tanımlamaların hepsinin yeniden gözden geçirilmesi ve bu kavramların Kur’an’daki karşılıklarının tespit edilmesi şarttır. Mesela, onlar ‘MÜNAFIK’ kelimesine tarif ve tanım getirirlerken rivayetlerin anlattığı MEDİNELİ MÜNAFIKLARI temel almaktadırlar. Oysa meseleye rivayetler üzerinden yaklaşsak bile rivayetlerin çizdiği ‘münafık’ portresi ile Kur’an’ın çizdiği portre birbirine uymamaktadır. Çünkü rivayetlere göre Medineli münafıklar inanmadıkları halde kendilerini inanmış kişiler olarak göstermektedirler ama dinin kaynağı hususunda hiçbir müdahalede bulunmamaktadırlar.
Dinin kaynağı üzerinde hiçbir değişime kalkışmadan inanmadığı halde kendisini gizleyip inanmış gibi yapan kişiler elbette münafıktır ama bu münafıklığın kavramsal derinliği inançsal bazda değil SİYASİ bazdadır.
Çünkü dinin kaynağına hiçbir müdahalede bulunmadan kendisini başka şekilde göstermek sadece SİYASİ bir kazanç sağlar.
Bu tür münafıklık dinin kaynağını değil de kendisini başkalaştırma üzerine kuruludur ve eninde sonunda açığa çıkacak bir nifaktır.
Bu tür münafıklara karşı alınacak tedbirler de sadece siyasi tedbirlerdir.
Ama DİNİN kaynağını başkalaştırarak yapılan NİFAK öyle kolayca anlaşılacak bir nifak değildir.