Başlıklar
MÜMİNİN ÖNCÜL İLKELERİ
İman ve ahlakın temelleri
Kusursuzluk sadece Yüce Allah’a ait bir özelliktir. O, sıfatlarının ve fiillerinin tamamında kusur, hata, yanlış veya eksiklikten münezzeh tek Zat’tır. Fakrımızı, aczimizi ve muhtaçlığımızı O’na arz ederiz. Sadece O’na minnet duyar, sadece O’ndan yardım dileniriz. Sonsuz gücüne rağmen bizimle güç üzerinden, sonsuz zenginliğine rağmen bizimle zenginlik üzerinden, sonsuz ilim sahibi olmasına rağmen bizimle ilim üzerinden, her fiil ve sıfatında kusursuz olmasına rağmen bizimle kusursuzluk üzerinden ilişki kurmadığı için O’na çok teşekkür ederiz ve bu yüzden O’na karşı daima minnet duyarız. Bizimle güven (iman) temelli ilişki kurarak bize değer verdiği için her zaman ona “vefa” borcumuz olduğunu bilir ve bu yüzden O’na gönülden gele gele iman ederiz. Bizim O’na güvenimizin olmamasının O’ndan hiçbir şeyi eksiltmeyeceği ama O’nun bize güveninin olmaması durumunda bizim mahv ve perişanlık içinde kalacağımız gerçeğini biliriz ve işte tam da bu yüzden O’na olan güvenimizin bizim için bir ayrıcalık değil, bir sorumluluk olduğunu kabul ederiz. İman ettik diye O’nu minnet altına sokmayız tam tersi minnet altında olanın biz olduğumuzu hiçbir zaman unutmayız. Karşılıklı güvenin sürdürülebilir olmasını sağlayan ana faktörün ilkeler olduğu apaçık bir hakikattir. İlkeler, güven temelli ilişki kuranların öngörülebilir olmasını sağlamaktadır. Bu yüzden biz Yüce Allah’ın kesinlikle ilkelerle hareket ettiğini, akıllı varlık türü için Kur’an’ında belirttiği önermelerin, sınırlamaların, tehditlerin ve vaatlerin ilkelerinden dolayı olduğuna iman ederiz. Ne O’nun bu kusursuz ilkelerini ne O’nun sıfatlarını ve fiillerini ne de O’nun gücünü asla tartışma konusu yapmayız. Onların hepsini bize O bildirmiştir ve biz bu bildiriler karşısında hiç tereddüt ve ikilime kapılmadan sadece “İşittik ve itaat ediyoruz.” deriz. O’nun bizim de ilkelerle hareket etmemiz için hayatımıza getirdiği sınırlamaları asla bir mahrumiyet ve hak kaybı olarak görmeyiz ve biz daha baştan biliriz ki “Mümin her şeyi yiyemez, her şeyi içemez, her şeyi giyemez, her yere giremez, her yerde duramaz, herkesle dost olamaz çünkü mümin kişi ilkeli kişidir.” Bu bilinçle yaşamayı şereflerin en yükseği, özgürlüğün en hakikisi olarak seve seve kabul eder ve seve seve inanırız.
Sınanmamış iddiaların sadece diğerlerini değil bizzat iddia sahiplerini bile bir aldanışa düşüreceğini daha baştan bildiğimiz için “Mümin olduk.” diyerek duyurduğumuz iddiaların da sınanacağını hatta sınanması gerektiğini peşinen kabul ederiz. Bu yüzden biz, bu dünyanın her türlü iddianın sınandığı geçici bir mekân, doğumdan ölüme kadar olan hayat süremizin geçici bir zaman, tüm imtihanların iddia sahiplerini sanallıktan kurtarıp hakikiliğe yönelten fırsatlar, kaliteyi yükselten çıtalar olduğuna inanırız. İmtihan performanslarının öldükten sonra açıklanacağına ve insanların tamamının açıklanan bu sonuca göre karşılık bulacağına şeksiz şüphesiz iman ederiz. Çünkü biz seve seve kendisine inandığımız Yüce Allah’ın hiçbir şeyi unutmadığına, hiçbir şeyden gafil olmadığına, ters köşe yapılamayacağına, atlatılamayacağına, manipüle edilemeyeceğine, boşverci davranmayacağına iman ederiz.
O’nun gibi fiil ve sıfatlarının tamamında sonsuz olan bir Zat’ı göremediğimiz için şükrederiz. Çünkü bizim O’nu göremiyor olmamız bir mahrumiyet değil, bir ödüldür. O’nunla olan karşılıklı ilişkimizde belirleyici olanın bizim O’nu göremiyor oluşumuz değil, O’nun bizi görüyor olması olduğunu bilir ve iman ederiz. O’nu duyamıyor olmamızın güven temeline oturmuş karşılıklı ilişkimizde en ufak olumsuz bir etkiye sahip olmadığını biliriz. Çünkü asıl olanın bizim O’nu değil O’nun bizi duyması olduğunu bilir ve iman ederiz. Bu yüzden yalnızken de kalabalıklar içindeyken de O’nun sesimizi duymayacağını, duysa bile bize icabet etmeyeceğini aklımızın ucundan bile geçirmeden zerre miktarı kaygı, endişe, ikilem, korku, şüphe duymadan sadece O’na seslenir ve sadece O’ndan yardım dileniriz. Bilir ve iman ederiz ki O her şeyi görmekte, her şeyi duymakta ve her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmektedir. O’nun her şeyi duyması, görmesi ve bilmesi bizim hayat garantimizdir.
Biz tüm hayatımızı işte bu garantiye yaslarız ve bu garantiye göre yaşarız. O’nun tüm fiil ve sıfatlarında sonsuz oluşu bizim altına sığındığımız şemsiyemiz, kendimizi güvende hissettiğimiz atmosferimizdir. Bizim için her şey anlamını O’nun sonsuzluğundan alır. Bu yüzden zerrenin trilyonda biri kadar olsa bile O’na kusur ve eksiklik atfedecek her türlü söylemin karşısında durur ve bu söylemleri şiddetle reddederiz. O’na atfedilecek en küçük kusur, insan türü de dahil olmak üzere tüm varlığın anlam ve amacını yitirmesine neden olacaktır. Biz her zerremizle iman ederiz ki O, “O” olduğu için anlam ve amaç vardır. Anlam ve amacın kaynağı O’dur.
Ne söylersek söyleyelim, hangi harika cümleleri kurarsak kuralım O’nu hakkıyla ifade edemeyiz. En sonunda aciz kalarak şunu deriz: “Ey İlahi, Sen Sen’i anlattığın gibisin. Biz de Sen’in hakkında kendi söylediklerimize değil, Sen’in Sen hakkında söylediklerine şeksiz şüphesiz iman ediyoruz. Çünkü hakikat bizim söylemlerimiz değil Sen’in söylediklerindir. Söylemlerimizdeki kusurlarımızdan dolayı Sen’den bağışlanma dileniyoruz. Bizi Sen’in vefalı kulların arasına kat.”