Başlıklar
MUSA KISSASINDA ‘SEN’ DENİLEN RESUL
Vektub lenâ fî hâżihi-ddunyâ haseneten vefî-l-âḣirati innâ hudnâ ileyk(e) kâle ‘ażâbî usîbu bihi men eşâ/(u) verahmetî vesi’at kulle şey-/(in) feseektubuhâ lilleżîne yettekûne veyu/tûne-zzekâte velleżîne hum bi-âyâtinâ yu/minûn(e)
SV Meali – Bu dünyada da Ahirette de bize güzel şeyler yaz; biz sana yöneldik.” Allah dedi ki “saptığına karar verdiğim[1*] kişiyi azabıma çarptırırım, rahmetim ise her şeyi kapsar. Onu, yanlışlardan sakınan[2*] ve zekât verenlere yazacağım[3*]. Ayetlerime inanıp güvenen şu kişilere de yazacağım:
Elleżîne yettebi’ûne-rrasûle-nnebiyye-l-ummiyye-lleżî yecidûnehu mektûben ‘indehum fî-ttevrâti vel-incîli ye/muruhum bilma’rûfi veyenhâhum ‘ani-lmunkeri veyuhillu lehumu-ttayyibâti veyuharrimu ‘aleyhimu-lḣabâ-iśe veyeda’u ‘anhum israhum vel-aġlâle-lletî kânet ‘aleyhim felleżîne âmenû bihi ve’azzerûhu venasarûhu vettebe’û-nnûra-lleżî unzile me’ahu ulâ-ike humu-lmuflihûn(e)
SV Meali – Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulacakları ümmi[1*] nebi olan bu resule uyanlardır[2*]. O resul onların iyi şeyleri yapmalarını ister ve kötü şeylerden sakındırır. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar[3*]. Onların ısrını /ağır yükünü[4*] ve üzerlerindeki prangaları[5*] kaldırır. Ona güvenen, onun değerini bilen, ona yardımcı olan ve onunla birlikte indirilen nûra (Kur’ân’a) uyanlar var ya işte umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.”
Kul yâ eyyuhâ-nnâsu innî rasûlu(A)llâhi ileykum cemî’an(i)-lleżî lehu mulku-ssemâvâti vel-ard(i) lâ ilâhe illâ huve yuhyî veyumît(u) feâminû bi(A)llâhi verasûlihi-nnebiyyi-l-ummiyyi-lleżî yu/minu bi(A)llâhi vekelimâtihi vettebi’ûhu le’allekum tehtedûn(e)
SV Meali –De ki: “Ey insanlar! Ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim. Göklerde ve yerde tüm yetkiler onundur. Ondan başka ilah yoktur. O, hem hayat verir hem de öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi nebi olan resulüne güvenin. O, Allah’a ve onun sözlerine güvenir. Siz ona uyun ki doğru yola girmiş olasınız.”
Kur’an çevirilerinde ‘sen’ tartışması
(Bu meali yapanların metnin aslına olan sadakatsizliklerini bir kenara bırakarak), bu ayetlerde bizim “Kur’an’ı Kur’an ile anlama” metodunu uygularken Kur’an’daki her “SEN” zamirini Muhammed’e çevirmeyişimizi eleştirenlere karşı güzel bir delil bulunmaktadır.
Şöyle ki: Müktesebatın tamamına göre bu ayetlerde geçen الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ (er-rasûle-nnebiyye-l-ummiyye) ifadesi Allah resulü Muhammed’e dönmektedir. Hatta bu ayette geçen ‘ÜMMİYYE’ kelimesine “MEKKELİ” anlamı vermektedirler. Müktesebatın genel görüşünü özet şeklinde bu ayetlerin altına yazan Süleymaniye Vakfı’nın dipnotları şu şekildedir:
[1*] Kur’an’da ümmînin üç anlamı vardır: Biri, kendisine kitap verilmemiş olan (Al-i İmran 3/20), ikincisi inandığı kitabın içeriğini bilmeyen (Bakara 2/78), üçüncüsü de Mekkeli (Cum’a 62/2) anlamındadır. Nebimiz de daha önce ilahî kitap bilgisine sahip değildi (Şûrâ 42/52-53, Ankebut 29/47-48). Son nebinin İsmail aleyhisselamın soyundan geleceği ve Mekke’den çıkacağı Tevrat ve İncil’de yazılı olduğundan (A’raf 7/157-158), (Tevrat /Tesniye 18:18,19, Mezmurlar 84:6, 118:22-26), (İncil /Matta 21:42-44) Kur’an’da onunla ilgili olarak kullanılan ümmî kavramı, Mekkeli anlamındadır.
[2*] Tevrat’taki ifade şöyledir: “‘Onlara kardeşleri (İsmailoğulları) arasından senin gibi bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek. Adımla konuşan bu peygamberin ilettiği sözleri dinlemeyeni ben cezalandıracağım.” (Tesniye 18:18,19). Yuhanna İncil’inde de şu ifadeler yer alır: “Şimdiyse beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki, içinizden hiçbiri bana, ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sormuyor. Ama bunları söylediğim için yüreğiniz kederle doldu. Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Paraklit size gelmez.” (Yuhanna 16:5-7). “Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu (Paraklit) gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. Baba’nın nesi varsa benimdir. ‘Benim olandan alıp size bildirecek’ dememin nedeni budur.” (Yuhanna 16:12-15).
Bu açıklamalara göre ayette geçen الرَّسُولَ النَّبِيَّ الْاُمِّيَّ (er-rasûle-nnebiyye-l-ummiyye) ifadesi “Muhammed” olunca 158. ayetteki ‘QUL’ ifadesi de “Muhammed’e SÖYLE” denmiş olmaktadır. Fakat eğer ayette kendisine ‘QUL’ denilen kişi “Muhammed” olursa o zaman Muhammed kendisinden sonra bir resul müjdeliyor demek olacaktır.
Müktesebata göre her ‘QUL’ emri yani “Sen” emri ‘Muhammed’e dönünce A’râf 158. ayet de şöyle olmaktadır:
(EY MUHAMMED) De ki: “Ey insanlar! Ben Allah’ın hepinize gönderdiği elçisiyim. Göklerde ve yerde tüm yetkiler onundur. Ondan başka ilah yoktur. O, hem hayat verir hem de öldürür… ÖYLEYSE ALLAH’A VE ‘ÜMMİN NEBİ’ OLAN RESULE İNANIN O, ALLAH’A VE O’NUN SÖZLERİNE GÜVENİR… Siz ona uyun ki doğru yola girmiş olasınız.”
“Muhammed’e SÖYLE.” denmektedir. Peki, Muhammed ne diyecektir?
“‘ÜMMİ NEBİ’ OLAN RESULE İMAN EDİN.” diyecektir.
Peki müktesebat bu durumu nasıl açıklamaktadır?
El-cevap: “BURADA İLTİFAT SANATI KULLANILMIŞTIR.”
Muhammed kendinden üçüncü tekil şahıs olarak bahsetmiştir(!)
Muhammed’e yönlendirme iddiası
Bundan sonra haydi gel de ayıkla PİRİNCİN TAŞINI(!)
Halbuki ayetlerin öncesi ve sonrası Musa kıssasıdır. Musa kıssası içinden iki ayeti ayırıp bağlamından bambaşka yere getirdikten sonra yorum üstüne yorum yapılarak bu saçmalığı meşru göstermeye çalışmak nasıl oluyor da meal yazmak veya tefsir yapmak oluyor?
Meal veya tefsir, METNİ ANLAMA ÇABASIDIR. Bunların yaptığı metni anlama çabası değildir. Metni istediği yere getirme çabasıdır.
Bu meallere ve tefsirlere göre A’râf 103. Ayetinden beri Musa kıssası anlatılmaktadır. Ta A’râf 157. ayete kadar bağlam hep Musa’dır fakat 158. ayet bağlamından koparak Muhammed’e “SÖYLE” demektedir(!)… 159. ayette tekrar Musa kıssası anlatılmaya devam edilmektedir.
Ahmet Kılıçkaya hocam şöyle bir söz demişti: “ŞEYTAN TAŞLAMAKTAN HACCA VAKİT BULAMIYORUZ.”
Vemin kavmi mûsâ ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e)
SV Meali – Musa’nın halkından (İsrailoğullarından) doğruları gösteren ve onunla adaleti sağlayan bir toplum daima vardı
Kendi i’rab’larına kendileri uymuyorlar…
اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ … (ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e))… “Bu cümle müptedadır” diyorlar.
وَمِنْ قَوْمِ مُوسٰٓى … (Vemin kavmi mûsâ)… “Bu cümle haberdir.” diyorlar.
İyi tamam, ona göre mana verin o zaman, hayır, kalkıp yukardaki gibi meal veriyorlar…
Oysa onların kendi i’rab’larına göre şöyle veya şuna yakın bir meal verilmesi gerekmektedir:
“HAKKI GÖSTERENLER VE ONUNLA ADALETİ SAĞLAYANLAR TOPLULUĞU, MUSA’NIN KAVMİNDENDİR.”
Bu irab, yapılmış harekeye göredir. Oysa eğer ‘UMMETUN’ kelimesi TENVİNLİ değil de sadece MERFU olsaydı o zaman şöyle olurdu:
O zaman ‘ÜMMET’ kelimesi “merkez, öz, ana, has, örnek, asıl topluluk” olarak diğer cümleye MUZAF olurdu ve bu durumda MUSA’nın kavmi has bir özelliğe kavuşurdu.
“HAKKA YÖNELENLERİN VE ONUNLA DAVRANIŞ GELİŞTİRENLERİN ÜMMETİ, MUSA’NIN KAVMİNDEN OLANLARDIR.”
Yani bu durumda arkasından gidilecek, örnek alınacak topluluk sadece “MUSA’nın kavmi” olmuş oluyor.
O zaman bu ayetler rastgele, ortaya karışık söz söyleyen cümleler değil, RİSALETİN İŞLEYİŞ KURALLARINI belirten bir cümleye dönüşüveriyor…
Sadece BİR TEK HAREKE hatta hareke de değil, zaten merfu olan bir kelimeyi tenvinsiz harekelemek, o harekenin tenvinli olması Musa’yı bir İsrailoğlu yapıyor.
Hemen bir sonraki ayette MUSA’NIN kavminin ‘ESBAT’ olduğu gayet açık bir şekilde belirtiliyor, üstelik açık bir şekilde ‘UMEM’ diyor. ‘UMEM’ kelimesi “ÜMMET” kelimesinin çoğuludur.
وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطًا اُمَمًاۜ (Vekatta’nâhumu-śnetey ‘aşrate esbâtan umemâ(en))
‘Qavmi Musa’dan da Musa’nın bir İSRAİLOĞLU olduğu çıkmaz. Musa’nın bir İSRAİLOĞLU olmadığını ortaya çıkarmak için kaç tabur şeytan taşlamışızdır şimdiye kadar ve üstelik ne geçmişte ne günümüzde ‘ESBAT’ diye birileri olduğunu, bunların resul olduklarını, onlara iman etmemiz gerektiğini bizden başka dillendirmiş ve dillendiren bir Allah’ın kulu yok maalesef.
A’râf 159. ayetin bölündüğü yer de sorunlu:
Vemin kavmi mûsâ ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e)
Vekatta’nâhumu-śnetey ‘aşrate esbâtan umemâ(en) veevhaynâ ilâ mûsâ iżi-steskâhu kavmuhu eni-drib bi’asâke-lhacer(a) fenbeceset minhu-śnetâ ‘aşrate ‘aynâ(en) kad ‘alime kullu unâsin meşrabehum vezallelnâ ‘aleyhimu-lġamâme veenzelnâ ‘aleyhimu-lmenne ve-sselvâ kulû min tayyibâti mâ razeknâkum vemâ zalemûnâ velâkin kânû enfusehum yazlimûn(e)
Öncelikle 160. ayetin ilk cümlesine bakarsak o cümlenin kendisinden sonrasıyla hiçbir bağı olmadığını görüyoruz.
159. ayet şöyle bölünse:
Vemin kavmi mûsâ ummetun yehdûne bilhakki vebihi ya’dilûn(e) vekatta’nâhumu-śnetey ‘aşrate esbâtan umemâ(en)
Bu durumda وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ اَسْبَاطًا اُمَمًاۜ (vekatta’nâhumu-śnetey ‘aşrate esbâtan umemâ(en)) cümlesi kendisinden önceki cümleye NE OLARAK İSNAD EDİLİR?
Başında ‘vav’ olduğu için ‘ve katta’na’ hal olur.
A’râf ayetlerinin bölümlenmesi
Bu durumda cümle şöyle oluyor:
HAKKA YÖNELENLERİN VE ONUNLA DAVRANIŞ GELİŞTİRENLERİN ÜMMETİ, KIZ ÇOCUKLARINDAN OLMA ÖNDER TORUNLAR OLARAK ON İKİYE AYIRDIĞIMIZ MUSA’NIN KAVMİNDEN OLANLARDIR.
“OLARAK” ifadesinin yerine, tam olarak hal olduğu ortaya çıksın diye, “HALİNDE” ifadesi konulabilir:
HAKKA YÖNELENLERİN VE ONUNLA DAVRANIŞ GELİŞTİRENLERİN ÜMMETİ, KIZ ÇOCUKLARINDAN OLMA ÖNDER TORUNLAR HALİNDE ON İKİYE AYIRDIĞIMIZ MUSA’NIN KAVMİNDEN OLANLARDIR.
‘ÜMMET’ kelimesine sonundaki ‘TA’ dan yola çıkarak “TEK ÖNDER, TEK İMAM, TEK ÖRNEK, TEK MERKEZ” anlamı da verilebilir.