Nuhun Kafirlere Yonelik Duasi Nuh 26 27

NUH 26-27. ÂYET – NUH’UN KÂFİRLERE YÖNELİK DUASI

“Kur’an’ı Kur’an ile anlama” ilkesi Yüce Allah’ın kitabında geçen kelimelerin müktesebâtın hapsettiği anlamlardan daha öte anlamlar taşıdığını görmemizi sağladı. Tâbiri câizse Kur’an’ın farkına vardırdı. Tabiatı îtibârıyla çok soru sormayı ve çok sorgulamayı gerektiren bu metot Kur’an’ı veya Kur’an’ın mübârek kelimelerini değil, müktesebâtın bin küsur yıldır biriktirdiği ve kesinlikle insanı bilinmeze, kaosa, akıl dışı yorumlara sürükleyen anlamları sorgulamaktadır. Bir kurguya göre ilmek ilmek örüldüğü gâyet açık olan müktesebat, Kur’an kelimelerini kendi dar çerçeveli anlayışının mahkûmu olarak görmüş ve bir gelenek olarak bu, günümüze kadar gelmiştir. Günümüz dünyasında hiç sorgulanamaz bir birikim olarak kabul edilmiş olan müktesebâtın önerdiği din ve bundan da önemlisi Kur’an kelimelerine yüklenen anlamlar artık tahammül sınırlarını çoktan aşmıştır. Mezhepleriyle, tarikatlarıyla, felsefî akımlarıyla, tefsir, hadis ve dil ekolleriyle adeta bir moloz yığınını andıran bu müktesebat insanlığın sırtında çirkin bir yük gibi durmaktadır. Ne yazık ki bu çirkin yük insanlık nezdinde tek MEŞRÛ kaynak olan Kur’an üzerinden mâkul ve meşrû hale getirilmeye çalışılmış ve bunda da büyük oranda başarılı olunmuştur. Düşünce düzlemimizde biri diğerini tutmayan anlam kirliliği oluşturan bu müktesebat hangi isim altında olursa olsun MEŞRÛ değildir, mâkul değildir. Öte yandan bin küsur yıldır biriktirilen bu devâsâ birikimi gübre yığınını eşeleyen tavuk misâli meşrû ve mâkul göstermeye çalışan kişilerin büyük çabası genel halk kitlesi nezdinde kabul görmüştür. Bu kumpasa râzı ve iknâ olmayan vicdanlı kişiler ise şahsî yetersizliklerinden dolayı Kur’an’ı anlamaya çabalarken hâlâ onların yaptığı meâller ve getirdikleri tefsir çerçevesinde olaya yaklaşmak zorunda kalmaktadırlar.

Şu bir gerçektir ki günümüz için “Kur’an’ı Kur’an ile anlamak” denilen İLKE, annesinden henüz doğmamış bir bebek gibidir. Bu bebeğin annesinden sağlıklı mı yoksa sakat mı doğacağını veya hiç mi doğmayacağını, “Kur’an’ı Kur’an ile anlama”yı İMÂNÎ BİR İLKE olarak benimsemiş kişilerin çabası, gayreti, inancı ve hepsinden önemlisi İLKELERE SADÂKATİ belirleyecektir. Elbette ki Yüce Allah’ın kitabının buna ihtiyacı yoktur ama insanlığın (yani bizlerin) buna kupkuru toprağın suya olan ihtiyacı gibi ihtiyaç duymaktayız.

Bu arada şunu belirtmek gerekmektedir. “Müktesebat” denilince aklımıza sadece Muhammed sonrasında yapılanlar akla gelmemelidir. ‘Müktesebat’ kelimesinin içine Yüce Allah’ın kitabı temel alınmadan oluşturulan her türlü birikim girmelidir. Yahudilik, Hıristiyanlık, Budizm, Mecûsîlik vs. gibi dinler de komünizm, demokrasi, lâiklik, faşizm, kapitalizm, egzistansiyalizm vs. gibi ideolojiler de girmektedir.

Bilinenin aksine rivâyet üzerinden din, mezhep, tarikat veya ideoloji edinmek sadece Müslümanların sahip olduğu bir temel değildir. Yukarıda saydıklarımız ve saymadıklarımızın tamamının kökeni RİVÂYETE dayanmaktadır.

Rivâyet üzerinden din, düşünce, değer yargıları, davranış kalıpları, ideoloji, sistem, toplum yapıları vs. gibi şeyler edinmek tüm dünyadaki insanların içine düştüğü ŞEYTÂNÎ bir kuyudur ve ne yazık ki tüm insanlık bu kuyunun içindedir.

Günümüz dünyasında yaşayan bir mümin için bu şeytânî kuyudan çıkmak imkânsız gibi gözükebilir. Fakat yol göstericisi, kuyudan çıkması için İP UZATICISI Allah olan bir kişi için bu kuyuyu içinden çıkılması imkânsız bir mahkûmiyet olarak görmek Allah’a imân etmemek, O’na ve kitabına güvenmemek anlamına gelecektir.

Bu kuyudan çıkmayı imkânsız gibi gösteren şey yine müktesebat üzerinden Kur’an hakkında edinilen bilgidir. Müktesebâta göre Kur’an, imkânları son derece sınırlı, bin küsur yıl önce inmiş ve indiği şekliyle DONUK halde kalmış, gelişmesi imkânsız, aktüel değerini yitirmiş, 1400 yıl önceki Arap aklının sınırlarının içine mahkûm olmuş, her gün değişen ve gelişen insanlıkla beraber gelişmeyerek İLKEL kalmış bir kitaptır.

Kur’an böyle görüldüğü müddetçe şeytânî kuyular daha da derinleşecek ve hakîkat olarak cehennem çukurlarından bir çukura dönüşecektir ki bu hem dünya hem de ahiret cehennemidir.

Dünyanın yaşamaya değmez bir cehennem çukuruna dönüştüğünü görmek için gören gözlerle şu dünyadaki toplumlar üzerinde birazcık göz gezdirmek yeterlidir.

Allah’a imân ettiği halde sırf kendi eşini, işini ve ailesini temel alarak bu dünyanın cehenneme dönmüş hâlini görmeyen bir mümin varsa tez elden neye imân ettiğini sorgulaması gerekmektedir.

“CEHENNEM” denilen yer; elde etmek için ömrünü harcadığı halde bir türlü elde edemediği şeylerin acısını bir daha telafi edilemeyecek şekilde hisseden insanların gittiği yerdir. Dünyadayken ya sahte ve değersiz hedeflere ömrünü harcamışların ya da gerçek değerlere sahte yollarla da ulaşılabileceğine inanmış insanların gittiği yerdir.

Nuh Duası Çeviri ve Meâl Örnekleri

Yüce Allah’ın gösterdiği bir tane HEDEF ve bu hedefe götüren tek bir tane ‘SIRATE’L MÜSTAKİM’ (geçerli ve meşrû yol) vardır. Yüce Allah’ın gösterdiği hedef, yaratılış formatına uygun olarak İNSAN KALMAK ve bu hedefe götüren tek ‘sırate’l müstakim’ ise KUR’AN’dır.

Müktesebat eliyle oluşturulan anlamlar zihnimizde yer ettiği için, okuduğumuz âyetlerin imkânlarından faydalanmamızın önünü keserek bizi müktesebâtın karanlık dehlizlerine götürdüğü artık ayan beyan ortadadır.

Bu durumu hemen herkesin bildiği bir örnekle daha açık hâle getirmeye çalışalım.

وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّارًا
Nûh 71 / 26

Ve kâle nûhun rabbi lâ teżer ‘alâ-l-ardi mine-lkâfirîne deyyârâ(n)

اِنَّكَ اِنْ تَذَرْهُمْ يُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُٓوا اِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا
Nûh 71 / 27

İnneke in teżerhum yudillû ‘ibâdeke velâ yelidû illâ fâciran keffârâ(n)

Ahmet Varol meâli – Nuh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde inkârcılardan, hareket eden bir tek kişi bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan onlar kullarını saptırırlar ve bozguncu ve inkârcıdan başkasını doğurmazlar.

Ali Bulaç meâli – Nuh ‘Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden yurt edinen hiç kimseyi bırakma’ dedi. ‘Çünkü Sen onları bırakacak olursan, Senin kullarını şaşırtıp-saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan (facir’den) kâfirden başkasını doğurmazlar.’

Ali Fikri Yavuz meâli – Nuh, şöyle demişti: “- Ey Rabbim! kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma. Çünkü sen, onları bırakırsan, senin kullarını sapıtırlar ve ancak bir nankör facir doğururlar.

Bahaeddin Sağlam meâli – Ve Nuh dedi ki: “Ey Rabbim! Yeryüzü üstünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma! Gerçekten eğer sen onları bırakırsan, senin kullarını sapıtırlar. Ve günahkâr nankör kâfirlerden başka doğurmazlar.

Bayraktar Bayraklı meâli – 26,27. “Ey Rabbim! Kâfirlerden yeryüzünde dolaşan hiçbirini bırakma! Çünkü onları bırakırsan, kullarını saptırırlar. Yalnızca ahlaksızlığa ve inkâra yol verirler.”

Besim Atalay meâli – Nuh dedi ki: “Tanrım! Yeryüzünde, kâfirlerden bir dolaşan bırakma. Onları bırakırsan kullarını saptırırlar, onlar ancak hem günahçı, hem de kâfir oğul yetiştirirler!

Cemal Külünkoğlu meâli – Nuh, duasını şöyle tamamladı: “Ey Rabbim! Kâfirlerden yeryüzünde orada mesken tutacak kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, sana kulluk edenleri hep saptırmaya çalışırlar ve yalnızca fesada ve inkâra sebep olurlar.”

Diyanet İşleri meâli (Eski) – Nuh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkârcı bırakma. Doğrusu Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlaksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.”

Diyanet İşleri meâli (Yeni) – Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! “Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler.”

Diyanet Vakfı meâli – Nuh: “Rabbim! dedi, yeryüzünde kâfirlerden hiç kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler).”

Edip Yüksel meâli – Nuh dedi ki, “Rabbim, yeryüzünde bir tek inkârcı bırakma. Onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak bayağı inkârcılar doğururlar.”

Elmalılı Hamdi Yazır meâli – Nûh dedi ki: “Yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar.”

Elmalılı Meâli (Orijinal) – Nuh demişti ki: “Yarab, bırakma yeryüzünde kâfirlerden bir deyyar, zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarıyorlar, ve nankör facirden başka da doğurmuyorlar.”

Erhan Aktaş meâli – Nûh: “Rabb’im! Gerçeği yalanlayan nankörlerden yeryüzünde hiç kimseyi bırakma.” dedi. “Çünkü onları bırakınca, kullarını saptırıyorlar; yalnızca facir ve kâfir kimseler yetiştiriyorlar.”

Hasan Basri Çantay meâli – Nuh (öyle) demişti: “Ey Rabbim, yer (yüzün) de kâfirlerden yurd tutan hiçbir kimse bırakma! Çünkü eğer sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar. Kötüden, öz kâfirden başka da evlâd doğurmaz (lar).”

Hayrat Neşriyat meâli – Ve Nûh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde o kâfirlerden hiçbir kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını dalâlete düşürürler, hem günahkâr ve azılı kâfirden başkasını doğurmazlar (çocuklarını da öyle yetiştirirler).”

İlyas Yorulmaz meâli – Nuh “Rabbim! İnkâr edenlerin yeryüzünde yurt edinmelerini engelle. Eğer sen onları kendi hallerine bırakırsan, kullarını saptırırlar ve bu sapmış insanlardan da günahkâr inkârcı nesiller yetişir.”

İsmail Hakkı İzmirli (1926) meâli – Nûh dedi ki: “Yâ Rab! Kâfirlerden yeryüzünde dolaşır hiçbir kimse bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan mü/min kullarını yoldan çıkarırlar. Ancak masiyete ve küfüre dadanmış evlât doğururlar.”

Kadri Çelik meâli – Nuh “Rabbim! Yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma” dedi. “Çünkü sen onları bırakacak olursan, senin kullarını şaşırtıp saptırırlar ve onlar, kötülükte sınırı aşan kâfirden başkasını doğurmazlar.”

Mahmut Kısa meâli – Daha sonra Nûh, “Ey Rabb’im!” diye yalvardı, “Yeryüzünde bir tek kâfir bile bırakma, bunları yok ettiğin gibi, diğer zâlimleri de azâbınla kahreyle! Çünkü onları sağ bırakırsan, Senin tertemiz kullarını doğru yoldan saptırmaya kalkışır, ancak günahkâr ve inkârcı bir nesil yetiştirirler.”

Mahmut Özdemir meâli – Nûh dedi ki: -“Rabbim! Kökünü kazıyacak şekilde Kâfirler’den hiç kimseyi Arz’da / Yeryüzü’nde / Ülke’de bırakma! Sen, onları bırakırsan, kullarını saptırırlar. Nankör fâcirden başka doğurmazlar”.

Mehmet Okuyan meâli – Nuh demişti ki: “Rabbim! O kâfirlerden kimseyi yeryüzünde bırakma! Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını saptırır; sadece ahlaksız, nankör (işler) doğururlar (yaparlar).”

Mehmet Türk meâli – Nûh: “Ey Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yurt sahibi hiçbir kimse bırakma.” dedi. Ve: “Eğer Sen onları bırakırsan onlar, Senin kullarını saptırırlar ve sadece kötülük ve kâfirlik üretirler.”

Meâl Yazımı ve Yazar Yaklaşımları

Muhammed Esed meâli – Ve Nûh, “Ey Rabbim!” diye yalvardı: “Yeryüzünde bu hakikati inkâr edenlerden hiç kimseyi bırakma. Çünkü Sen onları bırakırsan, Sana kulluk edenleri hep saptır[maya çalış]ırlar ve yalnızca fesada ve inatla sürdürülen nankörlüğe sebep olurlar.”

Mustafa Çavdar meâli – Sonunda Nuh duasını şöyle bitirdi: – Rabbim, bu topraklarda gezip dolaşan bir tek kâfir dahi bırakma! 23/25-26, 26/118, 37/75. Eğer bırakırsan, onlar senin kullarını yoldan çıkarırlar ve bu topraklarda azgın ve kâfir bir nesil yetiştirirler. 14/2-3, 16/25.

Mustafa İslamoğlu meâli – Nûh “Rabbim!” diye yalvardı, “Yeryüzünde kâfirlerden nümunelik[5339] tek kişi dahi bırakma! Çünkü eğer Sen onları bırakırsan, Senin kullarını yoldan çıkarmaya (çalışacaklar); onlardan fesatçılar ve küfre saplananlardan başkası doğmayacaktır.”[5340]

Ömer Nasuhi Bilmen meâli – Ve Nûh dedi ki: “Yarabbi! Yeryüzünde kâfirlerden bir şahıs bırakma. Şüphe yok ki, sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve facirden, kâfirden başkasını da doğurmazlar.”

Suat Yıldırım meâli – Nûh: “Ya Rabbî, dedi, yeryüzünde dolaşan bir tek kâfir bile bırakma! Zira bırakırsan onlar Senin kullarını, Senin yolundan saptırırlar, ve sadece kendileri gibi kâfir, ahlâksız çocuklar dünyaya getirip yetiştirirler.”

Süleyman Ateş meâli – Nuh dedi ki: “Rabbim, yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar.”

Süleymaniye Vakfı meâli – Nuh şöyle seslendi: “Rabbim! Bu kâfirlerden yeryüzünde dolaşan kimseyi bırakma. Eğer bırakırsan kullarını saptırırlar. Bunlardan doğacak olanlar da günahkar ve kâfir olurlar.”

Şaban Piriş meâli – Nuh: -Rabbim, dedi. Yeryüzünde tek bir kâfir bırakma! Çünkü eğer onları bırakırsan, senin kullarını saptırırlar ve sadece yoldan çıkmış, kâfir evlat yetiştirirler.

Ümit Şimşek meâli – Nuh “Yâ Rabbi,” dedi. “Yeryüzünde dolaşan tek bir kâfir bırakma. Bırakacak olursan, onlar Senin kullarını yoldan çıkarırlar da ancak günahkâr ve nankör evlâtlar yetiştirirler.”

Yaşar Nuri Öztürk meâli – Nûh şöyle yakardı: “Rabbim! Yeryüzünde, kâfirlerden yurt tutacak/gezip dolaşacak hiç kimse bırakma! Çünkü eğer sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar ve kötülük üreten nankörden başkasını doğurmazlar.”

Bu meâllerin tamamına göre NUH Yüce Allah’a yeryüzünde bir tek kâfir bırakmaması için dua etmektedir. Bütün NUH TUFANI hikâyelerinin temelinde bu dua vardır. Hatta Nuh tufanının bölgesel mi yoksa küresel mi olduğu da bu dua üzerinden anlaşılmaya çalışılmaktadır.

Yazının en başında “Kur’an’ı Kur’an ile anlama”nın çok soru sormayı ve kesinlikle sorgulamayı gerektirdiğini ama bu sorgulamanın Kur’an’ı sorgulamak değil de müktesebâtı sorgulamak olduğunu belirtmiştik.

Bu meâl yazarlarının verdiği anlamlar müktesebâtın oluşturduğu anlamlar; tefsircilerin getirdiği açıklamalar ise işte bu meâllerin açıklamalarıdır.

Oysa yapılacak küçücük bir sorgulama bile müktesebâtın bu âyete verdiği meâlin ne kadar da hakîkatten uzak olduğunu ve hatta nasıl da hakîkatin üzerine perde gerdiğini görmemiz için yeterlidir.

Şöyle başlayalım…

SORU… NUH Allah’tan ne istemektedir? Yeryüzündeki tüm kâfirlerin yok olmasını mı?

CEVAP… Müktesebâta göre “EVET.”

Nuh bu duasını sadece kendi zamanındaki kâfirler için mi yapmıştır yoksa kendi zamanında olsun ya da olmasın yeryüzünde hiç kâfir bırakmaması için mi dua etmiştir?

Kâfirliğin günümüzde de devam ettiğini ve hiç ardının kesilmemiş olduğunu göz önüne aldığımızda Nuh eğer bu duayı tüm zamanlar için yapmışsa bu duanın KABUL OLUNMAMIŞ bir dua olduğu sonucu ortaya çıkar… Dolayısıyla Nuh’un bu duasının tüm zamanlar için geçerli ve kabul olunmuş bir dua olmadığı gâyet açıktır.

Peki Nuh bu duayı kendi zamanında yaşayan yeryüzündeki tüm kâfirler için mi yapmıştır?

Müktesebâta göre bu sorunun cevabı “EVET”tir. Yani Nuh zamanında bir tufan kopmuş ve Nuh ile gemide olanlar hâricinde yeryüzündeki herkes boğulmuştur.

Tam burada şöylesine akıllı bir soru soran F. er-RAZİ, sorusunu da kendisi cevaplamıştır:

“Derken, Allah Nuh’un duasına icabet etti de onların tümünü birden helâk etti. BUNA GÖRE ŞÂYET ‘Bir kavim boğulurken, çocukların günahı nedir?’ diye sorulursa buna birkaç yönden cevap verilir.”

(TEFSİRİ KEBİR, C. 22.S.163)

Böylesine akıllı bir soru soran büyük müfessir(!) kendi sorduğu soruya şu cevapları vermiş ve okuyucuya seçebilmesi için tezgâha cevaplar dizmiştir.

Cevaplar şunlardır:

  1. Allah Teâlâ, tufandan 40 veya 90 yıl öncesinden, erkeklerin zürriyetlerini kuruttu, kadınların ise rahimlerini kısırlaştırdı. Dolayısıyla bu demektir ki onlar boğulurken beraberlerinde çocuk bulunmuyordu.
  2. Hasan el-Basri, “Allah çocukların suçsuz olduğunu biliyordu. Dolayısıyla da onları AZAB ETMEKSİZİN helak etti.” demiştir.
  3. O çocuklar kavimleri ile birlikte ceza olsun diye boğulmamışlardır. Aksine bu boğuluş, başka çocukların boğulma ve yanma ile ölmeleri gibidir. Dolayısıyla bu, çocuklarının da boğulduklarını gözleriyle gördükleri için ana babalarının azablarının artmasına sebep olmuştur.

F. RAZİ / TEFSİRİ KEBİR /c.22.s.164

Müktesebat Eleştirisi ve Sorgulama Yönleri

Bu arada Razi’nin bu bölümdeki en son cümlesi “ALLAH DAHA İYİ BİLİR.” şeklindedir… Bu kadar salladıktan sonra “Allah daha iyi bilir.” gibi bir sözün ardına sığınarak kendi söylediklerinin de BİLGİ olduğu izlenimi oluşturmak hangi dürüst(!) düşüncenin ürünüdür acaba?

Müfessirler eliyle âyetin doğası bu hale getirilmiş, sonrakiler ise âyetteki kelimelerin zihinlerde oluşturacağı anlamları hiç umursamadan müfessirlerin oluşturduğu temel üzerine meâller yazmışlardır.

Bu temel üzerine oturmadığı iddiasında bulunan birkaç meâl yazarının meâlini özel olarak ele alıp konuyu devam ettirelim.

Her fırsatta müktesebâtı yerden yere vuran şu meâl yazarı ile başlayalım:

Edip Yüksel meâli – Nuh dedi ki, “Rabbim, yeryüzünde bir tek inkârcı bırakma.”

Edip Yüksel’e göre âyette geçen ‘EL ARD’ kelimesi “yeryüzü”dür. Bunun yanında Edip’in verdiği meâlde ‘MİNEL KAFİRİN’ ifadesindeki ‘MİN’ harf-i cer’i ve âyetin en sonunda gelen ‘DEYYAR’ kelimesi hiç yoktur. Yani ona göre bu kelimeler anlam verilmeye bile değmeyen kelimelerdir.

Mehmet Okuyan meâli – Nuh demişti ki: “Rabbim! O kâfirlerden kimseyi yeryüzünde bırakma!

Rivâyetler olmasa Kur’an’ın anlaşılamaz olduğunu iddia eden PROF.UMUZ da âyetteki ‘el-ARD’ kelimesini tıpkı diğerleri gibi “yeryüzü” olarak almış ve tıpkı EDİP gibi o da ‘DEYYAR’ kelimesine anlam vermemiştir.

Tam burada haksızlık yapmamak için bu meâl yazarlarımızın ‘DEYYAR’ kelimesine hiç anlam vermediğini değil de “KİMSE” anlamı verdiklerini belirtelim.

Bu ve diğer meâl yazarlarının “KİMSE” anlamı verdikleri kelimenin hikâyesi şudur:

“Müberred, DEYYAR ifadesinin ancak genel bir olumsuzluğun kastedildiği yerlerde kullanılır demiştir. Nitekim Arapçada MA Bİ’D DARİ DEYYAREN (evde hiç kimse yoktur) denilir. Bu kelime müspet hükümde kullanılmaz. Dilciler bu kelimenin FİALUN kalıbında olup ed-DAVURU kökündendir. Aslı ise DİVARUN dur. Bu demektir ki ‘vav’ ‘ya’ya çevrilmiş; ‘ya’ da ‘ya’ya idğam edilmiştir. Ferra Zeccac ve İbn Kuteybe Arapçada “evde konaklayan kimse yoktur.” anlamında MA BİHA DEYYARUN denildiğini söylemiştir.”

F. er-RAZİ / Tefsiri Kebir c.22.s.162

İşte bu şekilde ya mübalağa ile ism-i fâil ya da tef’il bâbının ism-i fâili olması gereken kelime kendi anlamından çok uzaklara taşınarak “KİMSE” anlamına gelen ‘MEN’ edatına çevrilmiş, bu yoldan gittiği halde gitmediğini iddia eden meâl yazarları da Razi’nin açtığı yolda hiç durmadan yürüyeceklerine ant içmiş sâdıklar olarak yürümeye devam etmişlerdir.

Peki diyelim ki bunların hepsi doğrudur. Bu, “doğru” (!) bilgiler verilen meâllerle ortaya çıkan anlaşılmaz durumu kurtarmaya yetmiş midir?

Bunu anlamak için bu meâl yazarlarımızın bir sonraki âyete verdikleri meâle de bir göz atmak gerekmektedir.

Edip Yüksel meâli – “Onları bırakırsan kullarını saptırırlar ve ancak bayağı inkârcılar doğururlar.”

Mehmet Okuyan meâli – Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını saptırır; sadece ahlaksız, nankör (işler) doğururlar (yaparlar).

BAYAĞI İNKÂRCILAR DOĞURURLAR… Bu meâli okuyan birisinin İNKÂRCILIĞIN genetik yolla geçtiğini dolayısıyla Hıristiyanların “İnsan günahkâr doğar.” kuralının aynen Kur’an’da da geçerli olduğunu savunmasının önünde bir engel kalır mı?

Yani kişi İNKÂRCI da doğabiliyormuş, öyle mi?

Bu meâl yazarlarına göre NUH “Yeryüzünde bir tek kâfir bırakma, eğer bırakırsan onlar inkârcılar doğurur.” demiş olmaktadır. İNKÂRcılığın bu kadar yaygın olduğu günümüz toplumlarını göz önüne getirdiğimizde bu inkârcılık doğum yoluyla yani GENETİK olarak nesilden nesile geçmiştir… Üstelik yine bu meâl yazarlarına göre yeryüzünde herkes boğulduğuna göre kâfirleri, gemide sağ kurtulan MÜMİNLER doğurmuş olmaktadır.

Hepsinden beteri ALLAH RESÛLÜ olan NUH kâfirliğin doğumla olmadığını BİLMEMEKTEDİR.

Meselâ NUH, babası KÂFİR olan İBRAHİM için ne diyecektir? Veya çocukları şeytanın izinden giden YAKUP için ne diyecektir?

Mâdem iş GENETİK bilimine geldi; tam burada GENETİK uzmanı olan meâl yazarımıza müracaat etmek elzem oldu.

Mustafa İslamoğlu meâli – Nûh “Rabbim!” diye yalvardı, “Yeryüzünde kâfirlerden nümunelik[5339] tek kişi dahi bırakma!” Çünkü eğer Sen onları bırakırsan, Senin kullarını yoldan çıkarmaya (çalışacaklar); onlardan fesatçılar ve küfre saplananlardan başkası doğmayacaktır.

Şimdi biz ne yapalım?

  1. Genetikçi meâl yazarlarının meâllerine bakıp kâfirden doğan İBRAHİM’İ veya RESÛLDEN doğan İSRAİL OĞULLARINI nereye konumlandıralım?
  2. “Allah Nuh’un duasını kabul etmedi. Kâfirleri gemide sağ kalan müminlerin soyundan çıkardı.” mı diyelim?
  3. “BU NASIL RESÛL? KÂFİRLİĞİN DOĞUM YOLUYLA GEÇMEDİĞİNİ BİLE BİLMİYOR.” mu diyelim?

Verdiği meâle 5339 no’lu dipnotu düşen GENETİK uzmanı meâl yazarı şu açıklamayı yapmıştır:

“Bu ifadeler, Hz. Nuh’un harcadığı emeğin ve davet yolunda katlandığı zorluğun büyüklüğünü göstermek içindir. Hz. Nuh’un duasının kabul olması “Her peygamberin ümmeti hakkında kabul olmuş bir duası vardır.” hadisi ışığında anlaşılmalıdır (Şatibi, el-Muvafakat IV, 283).

İbn Mesud, içinde bu duanın geçtiği şu hadisi nakleder: “Bedir esirleri getirildiğinde Hz. Ebubekir: “Ya Resulullah! Onlar senin kavmindendir, istersen onları bırakabilirsin, umulur ki Allah onlara dönüş nasip eder!” dedi. Ömer de dedi ki; “Ya Rasulullah, onlar seni yalanladılar, yurdundan çıkardılar ve sana karşı savaştılar, vur onların boyunlarını.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Allah kimi kalpleri pamuk gibi yumuşak kimilerini de kaya gibi sert yaratır. Ey Ebubekir, sen ‘Artık kim bana uyarsa o bendendir.’ (14/36) diyen İbrahim: ve ‘Eğer onlara azap edersen onlar senin kullarındır.’ (5/118) diyen İsa gibisin. Ey Ömer, sen de ‘Rabbimiz onların servetlerini kökünden kazı ve yüreklerine bunun acısını oturt.’ (10/88) diyen Musa ve ‘Rabbim yeryüzünde kâfirlerden numunelik tek kişi dahi bırakma.’ (71/26 ) diyen Nuh gibisin.” dedi. (Tirmizi ve Ahmed b. Hanbel)

(Mustafa İslamoğlu / Gerekçeli meâl s.1136 / 17 nolu dipnot)

Deyyar ile El Ard Tartışma Analizi

Allah Resûlü Muhammed’i de işin içine sokup söylediklerini pekiştiren ‘Genetik Uzmanı’ meâl yazarı, Nuh’un duasının kabul olduğunu söylemektedir. O halde bu meâl yazarımıza göre de âyette “KAFİRLİĞİN GENETİK YOLUYLA GEÇTİĞİ” söylenmiş olmaktadır.

Kimsenin doğuştan kâfir veya mümin olamayacağı, kâfirliğin ve müminliğin KADER olmadığı hakkında HASAN BASRİ’NİN Kader Risâlesi’ni göklere çıkaran bu meâl yazarı ya Hasan Basri’ye inanmamış ama inanmış gibi yapmıştır ya da kendi verdiği meâle kendisi inanmamış ama inanmış gibi yapmıştır.

Kıyısından köşesinden, her neresinden olursa olsun müktesebâta bulaşan kimsenin iflah olmadığı gâyet açıktır.

Bu müktesebat; insanı getirip çelişkilerin kucağına atmakta, kişiyi OKUDUĞU ÂYETE İMÂN E-DE-MEZ hâle getirmektedir.

Genetik uzmanı meâl yazarımıza göre NUH’UN duası kabul olmuştur. O duayı bir daha hatırlayalım:

Mustafa İslamoğlu meâli – Nûh “Rabbim!” diye yalvardı, “Yeryüzünde kâfirlerden nümunelik[5339] tek kişi dahi bırakma. Çünkü eğer Sen onları bırakırsan, Senin kullarını yoldan çıkarmaya (çalışacaklar); onlardan fesatçılar ve küfre saplananlardan başkası doğmayacaktır.

1- Eğer Nuh Tufanı olmuşsa ve müktesebâta göre sadece gemideki müminler kurtulmuşsa Nuh “Kâfirlerden kâfir doğar.” şeklinde bir şey söylerken YANILMIŞ MIDIR? Çünkü eğer yeryüzünde tüm kâfirler boğulmuşsa ve sadece gemideki müminler sağ kalmışsa o zaman kâfirleri MÜMİNLER doğurmuş olmaz mı?

2- Kâfir bir babadan doğan İbrahim’in doğumu; NUH’un resûllüğü hiç bilmediğini, kâfirlerin de mümin doğurabileceğini göstermez mi?

3- Nuh Yüce Allah’ın insanı tertemiz bir fıtratla yarattığını, kişinin kâfirliğinin veya müminliğinin kendi iradesiyle, bir seçim sonucu olduğunu BİLMİYOR MU? Yani hakîkaten Nuh kâfirliğin genetik yolla geçtiğini mi sanıyor?

Bu soruları vicdanlara bırakarak ve müktesebâtı da kendi pisliğinde boğulmaya terk ederek âyetteki kelimelere yoğunlaşacak olursak;

وَقَالَ نُوحٌ رَبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْاَرْضِ مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّارًا
Nûh 71 / 26

Ve kâle nûhun rabbi lâ teżer ‘alâ-l-ardi mine-lkâfirîne deyyârâ(n)

Âyette geçen دَيَّارًا (deyyârâ(n)) kelimesi fiil cümlesinin MEFÛL-Ü b.’dir. Mübalağa ile ism-i fâil olan bir kelimedir. (Yanlışım varsa Arapça bilenler beni düzeltsin.)

Kelime ortasında İLLET harfi olan ECVEF fiilden türemiş yani MÜŞTAK olan bir kelimedir.

Müştak kelimeler ise asla fiilin sûlâsi kökündeki mânâsından bağımsız anlam kazanamazlar.

Kelimenin ortasındaki harf ‘VAV’ sayıldığında fiil olarak anlamı “DÖNMEK, ETRAFINDA DÖNMEK, DÖNÜP DOLAŞMAK, ETRAFINDA DOLAŞMAK, dönüp dönüp eski hâline gelmek” mânâsındadır.

Bu kelimeden türeyen ve Türkçeye de geçmiş olan ve “yurt” anlamı verilen ‘DİYAR’ kelimesi “dönüp dönüp gelinen yer” anlamındadır.

‘Deyyar’ kelimesi “bir yeri yurt edinen, bir yere dönüp gelen, bir yerde ayrılmayacak şekilde kalan” mânâsındadır.

Âyette geçen ‘EL KAFİRİN’ ifadesi mârife bir kelimedir ve kastettiği anlam yeryüzündeki tüm kâfirler değil sadece NUH’un muhâtap olduğu kâfirlerdir. Zaten ‘kâfir’ kelimesi “hakkın kendisine hak olarak iletilmiş olmasına rağmen görmezden gelen, yok sayan, engellemeye çalışan kimse” demektir.

Yoksa yeryüzünde kendisine hakkın ulaşmamasından dolayı sapık bir yaşama dûçar olmuş kişilere kâfir denmez.

Nuh’un, gemiye binenler hâricindeki herkesi KÂFİR olarak tanımlayabilmesi için YERYÜZÜNDEKİ HERKESE ULAŞMIŞ olması lazımdır.

Ayetteki مِنَ الْكَافِر۪ينَ دَيَّارًا (mine-lkâfirîne deyyârâ(n)) ifadesi nahiv açısından ‘DEYYAREN MİNEL KAFİRİNE’ hükmündedir, mânâsı ise “BU KÂFİRLERDEN OLAN HERHANGİ BİR ‘DEYYAR’” şeklinde olmalıdır.

‘Deyyar’ kelimesine mânâ verirsek “BU KÂFİRLERDEN, YURT EDİNECEK HERHANGİ BİRİNİ BIRAKMA.” şeklinde olmalıdır.

Eğer ‘DEYYAR’ kelimesine “geri dönmek, dönüp dönüp gelmek” mânâsı verilirse o halde “BU KÂFİRLERDEN, DÖNÜP BURAYA YERLEŞECEK KİMSEYİ BIRAKMA.” mânâsına gelmektedir.

Âyette geçen ‘EL ARD’ ifadesi kesinlikle “yeryüzü” anlamında olamaz.

PEKİ NEDİR?

Bu sorunun cevabını da başka bir oturuma bırakalım.

Kavramlar: