Nur 26 30 31 Ayet Bakislardan Sakinan Muminler

NÛR 26, 30-31. AYET – BAKIŞLARDAN SAKINAN MÜMİNLER

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّۖ وَلَا يُبْد۪ينَ ز۪ينَتَهُنَّ اِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ اَوْ اٰبَٓائِهِنَّ اَوْ اٰبَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓائِهِنَّ اَوْ اَبْنَٓاءِ بُعُولَتِهِنَّ اَوْ اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اِخْوَانِهِنَّ اَوْ بَن۪ٓي اَخَوَاتِهِنَّ اَوْ نِسَٓائِهِنَّ اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّ اَوِ التَّابِع۪ينَ غَيْرِ اُو۬لِي الْاِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ اَوِ الطِّفْلِ الَّذ۪ينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلٰى عَوْرَاتِ النِّسَٓاءِۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِاَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْف۪ينَ مِنْ ز۪ينَتِهِنَّۜ وَتُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ جَم۪يعًا اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Nûr 24 / 31

Vekul lilmu/minâti yaġdudne min ebsârihinne veyahfazne furûcehunne velâ yubdîne zînetehunne illâ mâzahera minhâ velyadribne biḣumurihinne ‘alâ cuyûbihin(ne) velâ yubdîne zînetehunne illâ libu’ûletihinne ev âbâ-ihinne ev âbâ-i bu’ûletihinne ev ebnâ-ihinne ev ebnâ-i bu’ûletihinne ev iḣvânihinne ev benî iḣvânihinne ev benî eḣavâtihinne ev nisâ-ihinne ev mâ meleket eymânuhunne evi-ttâbi’îne ġayri ulî-l-irbeti mine-rricâli evi-ttifli-lleżîne lem yazherû ‘alâ ‘avrâti-nnisâ-/(i) velâ yadribne bi-erculihinne liyu’leme mâ yuḣfîne min zînetihin(ne) vetûbû ila(A)llâhi cemî’an eyyuhâ-lmu/minûne le’allekum tuflihûn(e)

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ ذٰلِكَ اَزْكٰى لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ
Nûr 24 / 30

Kul lilmu/minîne yaġuddû min ebsârihim veyahfezû furûcehum żâlike ezkâ lehum inna(A)llâhe ḣabîrun bimâ yasne’ûn(e)

Bu iki ayeti birlikte okuduğumuzda şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Her iki ayette, mümin erkeklerin ve mümin kadınların bakışlarını kısmaları emredilmektedir. İki ayeti birlikte okuduğumuzda 31. ayette zaten kadınlara örtünme emredilmektedir yani yüz hariç kadının her tarafı bakışlara kapalıdır yani istenilse bile daha öteye gidilemez. O halde herkesin zaten kapalı olduğu bir toplumda “BAKIŞLARINIZI KISIN” denmesinin anlamı nedir?

Râgıb el-İsfahânî, Kur’an’da toplam 4 kez geçen ‘ĞDD’ (يَغْضُضْنَ) ifadesi için “bakışı ve sesi kısmak, kapta olanı eksiltmek” gibi bir açıklama yapmıştır.

Kelimenin kastettiği “kısmak” manası “bir şeyi tamamen ortadan kaldırmak” değildir. Mesela, “çeşmeden akan suyu kısmak” suyun çok akmasını engellemektir ama suyu tamamen kesmek değildir. 

Kısma fiilinin dilsel yorumu

Kelimenin anlamını bir benzetme yaparak anlamaya çalışalım. Tüm bakışları, kapta biriken bir su gibi alırsak ‘ĞDD’ kelimesi bu bakışlardan bazılarını tamamen ortadan kaldırmak değil, kısmak, azaltmak manasına gelmektedir. 

Bu ayetten yola çıkan FIKIH USULCÜLERİ, erkeğin kadına, kadının da erkeğe şehevi arzularla bakmasını haram kılmışlardır. Bu haram kılış ‘sedd-i zerai’ kuralı gereği yapılmıştır. En sonunda bu, kadının bakışlarını yerden kaldırmaması, peçe takması ile sonuçlanmıştır. Peki, nedir ‘sedd-i zerai’?

TDV İslam Ansiklopedisi’nde bu kavram ile ilgili şu açıklama yapılmıştır:  

Sözlükte “kapatmak, engellemek” anlamındaki sedd ile “vesile, sebep, vasıta” anlamındaki zerî’anın çoğulu zerâi’den oluşan ve “yolların kapatılması, vasıtaların engellenmesi” mânâsına gelen sedd-i zerâi’ veya sedd-i zerîa (seddü’z-zerâi’ / seddü’z-zerîa) fıkıh usulü terimi olarak, kendi başına mubah olan bir fiilin şer’an sakıncalı bir sonuca götüreceğinden emin olunması veya bunun kuvvetle muhtemel bulunması sebebiyle yasaklanmasını ifade eder. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde aynı kökten gelen kelimeler yer almakla birlikte (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ẕrʿ” md.; Wensinck, el-Muʿcem, “ẕrʿ” md.) zerîa ve zerâi’ geçmez.

Dar anlamıyla sedd-i zerîa, bizâtihi yasak olmayan bir fiilin şer’an mefsedet olarak nitelenecek bir sonuca veya böyle sonuç içeren gayri meşrû bir fiile vasıta olmasının kesin veya kuvvetle muhtemel bulunması dolayısıyla yasaklanmasını ifade eder (Mâlikî ve Hanbelî literatüründe bu konuda yer alan tanım niteliğindeki açıklamalar ve tanımlardaki unsurların tahlili için bk. M. Hişâm el-Burhânî, s. 74-82; Mahmûd Hâmid Osman, s. 57-66). Söz konusu olumsuzluğun haram saymayı gerektirecek düzeyde olmaması halinde sedd-i zerîa düşüncesine dayanarak ulaşılan sonuç tahrîmen mekruh veya mekruh da olabilir. Bu anlamıyla sedd-i zerîadan söz edebilmek için bulunması gereken unsurlar şunlardır: a) Vasıta konumunda olan meşrû fiil. b) Meşrû olmayan sonuç veya bu sonucu içeren fiil. c) Vasıta konumundaki meşrû fiilin meşrû olmayan sonuç veya bu sonucu içeren fiile götürmesinin kuvvetle muhtemel olması. Meselâ hediye kabul etme meşrû bir fiil iken âdil olmayan bir karar vermesine yol açacağına kuvvetle muhtemel nazarıyla bakıldığından hâkimin hediye kabul etmesi yasak sayılmıştır. Yine şahitlik yapma meşrû bir fiil olmakla birlikte haksız yere hüküm vermeye yol açma endişesi güçlü olduğu için kişinin hasmı olduğu davacı veya davalı hakkında tanıklığının kabul edilmesi câiz görülmemiştir. İbadetler alanından verilen örneklerden biri şöyledir: Erkeğin oruçlu iken karısını öpmesi yasaklanmış bir fiil olmamakla birlikte orucunu bozmasına yol açabilecek şartlarda işlenmesi mekruh, hatta bazı fakihlerce haram sayılmıştır.

‘SEDD-İ ZERAİ’nin temelinde “Harama götüren bütün yollar da haramdır.” veya “Küçük günahları sürekli işleyenler büyük günah işlemiş olurlar.” görüşü yatmaktadır fakat ayeti temel aldığımızda kısılması gereken bakışların “şehevi bakışlar” mı yoksa “başka bakışlar” mı olduğu belirtilmemiştir dolayısıyla kısılması gereken bakışların zinaya ya da fuhşa götüren bakışlar olduğu sadece bir çıkarımdır ve ayet bir ÇIKARIMLA TAHSİS EDİLMEZ.

Mesela, TDV Ansiklopedisi’nde verilen şu örneği ele alalım:

“Erkeğin oruçlu iken karısını öpmesi yasaklanmış bir fiil olmamakla birlikte orucunu bozmasına yol açabilecek şartlarda işlenmesi mekruh, hatta bazı fakihlerce haram sayılmıştır.”

‘MEKRUH’ kavramının tanımı şöyledir: “Yapılmaması yapılmasından daha ağır basan ama yapılması durumunda bir ceza gerektirmeyen fiiller.” 

Oruçlu bir erkeğin karısını veya oruçlu bir kadının kocasını öpmesinin mekruh hatta bazılarına göre haram olarak görülmesi en sonunda orucu bozacağına dair endişeden dolayıdır oysa ENDİŞELER ÜZERİNE FIKIH İNŞA EDİLMEZ.

Ulemanın dediğini kabul etsek bile ayette “BAKIŞLARDAN VAZGEÇSİNLER” değil, “bakışları kıssınlar” denmektedir.

Şehevi bakışlar ve fıkhi çıkarımlar

Bir de şöyle bir soru soralım: Şehvet duygusu zihinde oluşan bir şeydir. Bakışlar kısılırsa zihindeki şehvet duygusu yok mu olacak?

Şehvet duygusunun insanı kaplaması durumunda karşısındaki kadının ve erkeğin ne giyindiğinin hiçbir önemi yoktur. Kırk kat elbise de giydirilse o şehvet duygusu hâlâ orada durur.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, üstelik ayette “şu şekilde bakmayı, bu şekilde bakmayı bıraksınlar, kıssınlar” gibi bir açıklama bulunmamaktadır.

‘ĞDD’ kelimesinin anlamını temel alırsak ve ulemanın baktığı gibi olaya yaklaşırsak “kadınlar ve erkekler birbirlerine şehvetle bakmasınlar” değil, “AZ BAKSINLAR” gibi bir anlam çıkar. Bu durumda “Bunun AZ olanı nasıldır, çok olanı nasıldır?” sorularının da cevaplanması gerekir. Mesela, şehvetle bakmanın AZ olanı nasıldır?

Erkeğin kadına bakmasını temel alırsak karşımızda zinetleri kapalı bir kadın vardır. Zinetleri kapalı olan bir kadına bakışı KISMAK nasıl bir şeydir? Peki, ya kadının erkeğe bakışını KISMAK nasıl bir şeydir? 

Ayetin metnini temel alırsak fukahâ görüşlerinin bir başka sorunu daha ortaya çıkmaktadır. Her iki ayette geçen cümleler şöyledir:

قُلْ لِلْمُؤْمِن۪ينَ يَغُضُّوا مِنْ اَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْۜ (Kul lilmu/minîne yaġuddû min ebsârihim veyahfezû furûcehum)

وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ (Vekul lilmu/minâti yaġdudne min ebsârihinne veyahfazne furûcehunne)

Cümleye dikkat edilirse cümlede geçen يَغُضُّوا مِنْ (yaġuddû min) ve يَغْضُضْنَ مِنْ (yaġdudne min) kelimelerinin mefulünü harf-i cer yardımıyla aldığı görülecektir, bu da kelimenin müteaddi değil lazım olduğu anlamına gelmektedir yani “BAKIŞLARINDAN KISSINLAR” değil, “BAKIŞLARINDAN KISILSINLAR” şeklinde bir anlam verilmesi gerekir yani cümleye göre, kısılan şey “bakışlar” değil, “bizzat fiilin failleri” olmalıdır. 

İkinci sorun, her iki ayette geçen اَبْصَارِهِمْ (ebsârihim) ve اَبْصَارِهِنَّ (ebsârihinne) ifadelerindeki zamirlerin mercileridir.

Fukahâ, bu zamirlerin mercilerini ‘YAĞUDDU’ ve ‘YAĞDUDNE’ fiillerinin failleri dolayısıyla ‘MÜMİNUN’ ve ‘MÜ’MİNAT’ kelimeleri olduğunu söylemişlerdir.

Buna göre;

“MÜMİN ERKEKLERE SÖYLE KENDİ BAKIŞLARINDAN KISILSINLAR.” 

“MÜMİN KADINLARA SÖYLE KENDİ BAKIŞLARINDAN KISILSINLAR.”

gibi bir anlam karşımıza çıkmaktadır.

Böylesi bir anlamın saçmalığı ortadadır çünkü hiçbir insan bizzat kendi bakışlarına kendisi MARUZ kalmaz, kalamaz.

Öyleyse bir soru daha soralım: Nûr 30’daki ‘EBSARİHİM’ kelimesindeki ‘HUM’ zamirinin mercisi kimlerdir? Nûr 31’deki ‘EBSARİHUNNE’ ifadesindeki ‘HUNNE’ zamirinin mercisi kimlerdir?

Bu sorunun cevabını aramak için ayetin öncesine gittiğimizde karşımıza bu zamirlere merci olabilecek şu ayet çıkmaktadır:

اَلْخَب۪يثَاتُ لِلْخَب۪يث۪ينَ وَالْخَب۪يثُونَ لِلْخَب۪يثَاتِۚ وَالطَّيِّبَاتُ لِلطَّيِّب۪ينَ وَالطَّيِّبُونَ لِلطَّيِّبَاتِۚ اُو۬لٰٓئِكَ مُبَرَّؤُ۫نَ مِمَّا يَقُولُونَۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَر۪يمٌ۟
Nûr 24 / 26

Elḣabîśâtu lilḣabîśîne velḣabîśûne lilḣabîśât(i) ve-ttayyibâtu littayyibîne ve-ttayyibûne littayyibât(i) ulâ-ike muberraûne mimmâ yekûlûn(e) lehum maġfiratun verizkun kerîm(un)

İşte, bunu temel aldığımızda 30. ve 31. ayetlerde mümin erkeklerin mümin kadınlara bakışlarının ve mümine kadınların mümin erkeklere bakışlarının kısılması değil hem mümin hem de müminelerin ‘HABİS’ ve ‘HABİSAT’ olan kadın ve erkeklerin bakışlarından KENDİLERİNİ SAKINMASI emredildiği anlaşılmaktadır.

Fukahâ yüzlerce yıldır hiçbir temele yaslanmadan ve tamamen ARİSTO mantığının etkisiyle kendi kafalarından uydurdukları ‘SEDD-İ ZERAİ’ kuralı ile müminleri ve mümineleri birbirine düşman etmiş, onları bir araya gelmemesi gereken ateş ve barut olarak görerek araya görünmez duvarlar örmüştür. Onlara göre kadın-erkek ilişkilerinde en geçerli şey ŞEHVETTİR. 

Fukahânın eleştirisi ve sonuçları

Anlaşılan o ki fukahânın aklı bacaklarının arasından yukarı çıkmamaktadır. Özellikle kadına “ŞEHVETİN NESNESİ” gözüyle bakan ulema, gördüğü her ayeti her cümleyi buna göre temellendirmeye çalışmıştır ve bunda da başarılı olmuştur. 

Fukahâ “Aman kadınla erkek bir araya gelmesin yoksa zina yaparlar, aman birbirlerine bakmasınlar yoksa zinaya yol açarlar.” temeliyle hareket ederek yaratılış açısından güçsüz olan kadını NESNEYE, güçlü olan erkeği de özneye çevirmiştir. İşte bu anlayış mezheplerin fıkhının Müslümanların fıkhı değil, GÜÇLÜNÜN FIKHI olduğunun en bariz örneklerinden biridir.

Son söz olarak genel bir durum tespiti yapalım: 

Bizden öncekiler ne kelamda ne fıkıh usulünde ne fıkıhta ne tefsirde ne riyazi ilimlerde ne de toplum oluşturmada, hiçbirinde BAŞARILI OLAMAMIŞLARDIR.

Oluşturdukları kelam, fıkıh, hadis, tefsir, felsefe, tasavvuf gibi disiplinler sapır sapır dökülmekte, nereye dokunsak elimizde kalmaktadır.

(NOT: Onların başarısızlığı bizim sevineceğimiz bir şey değildir, tam tersi bu bizim için bir felakettir çünkü on beş asırlık birikime güvenememek bizim sırtımızdaki yükü daha da ağır hâle getirmektedir.)

Kavramlar: