Once Kadinlar Isyan Etmeli

ÖNCE KADINLAR İSYAN ETMELİ

Fahreddîn er-Râzî’nin Zuhruf 43/17-19. ayetlerinin tefsiri:

Allah’a Kız İsnadı

“Böyle iken kullarından kiminin, O’ndan bir parça olduğunu iddia ettiler. Gerçekten insan açıkça “keför”dur. Yoksa O, yaratmakta olduklarından, kızlar edindi de, oğulları size mi ayırıp seçti? Onlardan biri, benzerini Rahman’a isnâd ettiği şeyle müjde verildiği zaman, o insan, gamla dolar ve âdeta dilsiz halde, yüzü kapkara kesilir. (Onlar) süs içinde yetiştirilmekte olup da mücâdeledeki (hüccetini) açıklayamayan kişiyi mi (Allah’a nisbet ediyorlar?) Onlar, O Rahman’ın bizzat kulları olan meleklerin de dişi olduğunu söylediler. Onların yaratılışında hazır mı idiler?! Onların, (bu yalan) şâhidlikleri kaydedilecek ve onlar (bu hususta) sorguya çekileceklerdir”.

Allah’a Cüz’ İsnadı

Bil ki Allahü teâlâ, “Eğer onlara ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorarsan, elbette ‘Allah yarattı’ derler.” (Zuhruf 9) buyurunca, onların bunu kabul etmelerine rağmen, Allah’ın kimi kullarını onun bir parçası saydıklarını anlatmıştır. Bundan maksadı da onların akıllarının azlığına ve tutarsızlığına dikkat çekmektir. Ayetle ilgili birkaç mesele var:

 

Birinci Mesele

Ebû Bekr’in rivayetine göre Âsım, Kur’ân’ın her yerinde, zâ’nın ve hemzenin zammesiyle okumuştur. Kelimenin her iki şekli de kullanılan lehçelerdir. Hamza ise, vakf yaptığında (bu kelimede durduğunda), hemzesiz olarak, (cüzfi) şeklinde durur.

İkinci Mesele

“Kullarından kimini O’na bir cüz (parça) isnâd ettiler” ifadesiyle ne kastedildiği hususunda şu iki görüş ileri sürülmüştür: 

Putperestlerin Tanrıya Çocuk İsnadı

1) Meşhur olan görüşe göre, bu ifade ile, müşriklerin, Cenâb-ı Hakk’ın çocuğu olduğunu söylemeleri kastedilmiştir ki, bunu şu şekilde izah edebiliriz: İnsanın çocuğu, onun bir parçasıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), “Fatıma benden bir parçadır” buyurmuştur. Aklen de böyledir. Çünkü babadan bir parça (nutfe) ayrılır, sonra bu parça ana rahminde büyür ve bundan, aynen asıl olan, baba gibi olan bir insan meydana gelir. Durum böyle olunca da, kişinin çocuğu, kendisinin bir parçası demektir. Binâenaleyh ayetteki “kıldılar” ifadesi, “isnâd ettiler, böyle olduğunu söylediler” demektir. Buna göre mana, “Onlar, Allah’ın bir parçası olduğunu söylediler. Bu parça da, O’nun kullarından bir kuldur” şeklindedir. Bil ki eğer Allahü teâlâ, “Kulları için, O (Allah’dan) bir parça kıldılar, isnâd ettiler” demiş olsaydı, bu, onların, bazı insanlarda, Allah’ın bir parçasının bulunduğunu söylediklerini ifade ederdi ve bu parça da, çocuk olmuş olurdu. O halde ayetteki bu ifadenin manası, “Onlar, Allah’a bir parça isnad ettiler ve bu parça O’nun kullarından bir kuldur” şeklindedir. Velhasıl, o müşrikler, Allah’ın çocukları bulunduğunu söylediler. Bunu izah için alimler birtakım izahlar yapıp şöyle dediler: “Arapça’da “cüz”, “dişi” demektir.” Bunu söyleyenler, görüşlerini isbat için, şu iki beyti delil getirdiler: 

“Eğer, bir hür kadın bir gün, kız çocuğu doğurmuşsa, buna şaşmamalı.. (Zira), zeki bir hür kadın da bazen kız çocuğu doğurur”

“Evs kabilesi kızlarından, hep kız doğuran biriyle evlendirildim.. Ki, o kızlar evlerinde hep, yumuşak böğürtlen ağacından yapılmış eğerceklerle ip bükerler..” (Lisanü-l-Arap 1/37.)

Zeccac, Ezherî ve Keşşaf sahibi (Zemahşerî), bu kelimenin bu manada olduğunu söylemenin yanlış ve bu beyitlerin uydurma olduğunu iddia etmişlerdir.

2) “Ayetteki bu ifade ile, Allah’a ortak koşma (şirk) kastedilmiştir. Çünkü o müşrikler, Allah’ın ortakları bulunduğunu söylerlerken, bütün kızların Allah’ın değil, bazısının da başka (tanrıların) kızları olduğunu iddia etmişlerdir. Binâenaleyh bu müşriklerin, kulların hepsinin Allah’a ait olmadığını, bir kısmının Allah’ın, bir kısmının başkalarının olduğunu söylemişlerdir.” Ayetin bu manada olduğunu söyleyenler, “Bu görüşün birincisinden daha evlâ oluşunun delili şudur: Eğer bu ayeti, Allah’ın ortakları olmadığı manasına alır, bundan sonraki ayeti de, Allah’ın çocukları olmadığı manasına alırsak, ayet, bütün bâtıllara karşı toptan bir reddiye olmuş olur” dediler.

 

Kızlar Allah’ın, Oğullar Sizin Mi?

Daha sonra Cenâb-ı Allah, “O, yaratmakta olduklarından, kızlar edindi de, oğulları size mi ayırıp seçti?!” buyurmuştur. Bil ki Allahü teâlâ bu münazarayı, en güzel bir şekilde sıralamıştır.

“Çünkü o, kendisinin çocuğu bulunamayacağını anlatmış, çocuğunun olmasının farz edilmesi halinde bu çocuklarının kız olmasının imkânsızlığını beyân etmiştir.”

Çocuğunun bulunamayacağının izahı şöyle yapılabilir: Çocuk, hiç şüphe yok ki babadan bir parçadır. Parçası bulunan şey ise, “mürekkeb” varlıktır. Her mürekkeb ise, “mümkin” varlıktır. Hem sonra, böyle olan şey, birleşmeyi, ayrılmayı, bir araya gelmeyi ve dağılmayı kabul eder demektir. Bunları kabul eden şey ise, sonradan var olmuş ve yaratılmış bir (kuldur). Dolayısıyla böyle olan, kadîm ve ezelî bir ilah olamaz.

İkinci hususa, yani Allah’ın çocuğu olduğu farz edilmesi durumunda, bu çocuğun kız olmasının imkânsızlığının izahı da şöyledir:

“Çünkü oğlan, kızdan daha üstündür.” Binâenaleyh kalkıp, Allah’ın, kendisi için kız çocuklar edinip, erkek çocukları kullarına nasip ettiğini söylersek, kulların durumunun, Allah’ın durumundan daha mükemmel ve üstün olması gerekir ki bu, aklın bedaheti ile reddedilen bir durumdur. Arapça’da, “Onun için, bu, o hususta bir ortağı bulunmaksızın tahakkuk etmiştir”, “Falanca için şunu seçtim” manasına: denilir ki bu tıpkı, “Rabbiniz oğulları size mi seçip verdi” (İsra, 40) ayetinde olduğu gibidir.

Daha sonra Hak teâlâ, kızların noksan olduklarını şöylece beyan etmiştir: 

1) “Onlardan birine, Rahman’a isnâd ettiği şeyin bir benzeri müjde verildiği zaman, o insan gamla dolar ve (adetâ) dilsiz halde, yüzü kapkara kesilir.” Bu, “Noksanlıkta bu derece olan bir şeyi, aklı olan insanın Allah’a nisbet etmesi nasıl uygun olabilir?” demektir.

Kız Doğuran Kadın

Anlatıldığına göre bir Arabın hanımı kız doğurmuş. Bunun üzerine adam, hanımının bulunduğu evi terk edince hanımı şu beyti söylemiş:

“Ebû Hamza’ya da ne oluyor, oğlan doğurmadık diye öfkelenerek, yanı başımızdaki evde yatıp kalkıyor da yanımıza uğramıyor. Dilediğimizi yapmak (elde etmek) elimizde değil. Biz ancak, bize verileni alıyoruz.”

Ayetteki (……) kelimesi, ef’âl-i nakısanın (noksan fiillerin) pek çoğunun da aynı manaya geldiği gibi, (……) (oldu) manasındadır. Keşşaf sahibi, mübtedâ-ı mahzûfun haberi olarak (……) ve (……) şeklinde okunuşu da söylemiştir. Buna göre bu cümle, haber mevkiinde olur. 

2) “(Onlar) süs içinde yetiştirilmekte olup da, duruşmada (hüccetini) açıklayamayan kişiyi mi (Allah’a nisbet ediyorlar)” ayetinin ifade ettiği husus. Bu ifadeyle ilgili birkaç mesele var:

Birinci Mesele

Hamza, Kisâî ve Asımın ravisi Hafs, fiili, yâ’nın zammesi, nûn’un fethası ve sının şeddesiyle, meçhul olarak (……) şeklinde okurlarken; diğerleri, yâ’nın zammesi, nûn’un sükûnu ve şın’ın fethasıyla (……) şeklinde okumuşlardır. Keşşaf sahibi bunun, (……) şeklinde de okunduğunu söyleyerek, “inşâ” manasına olarak “münaşe’e” şeklinde kullanılması tıpkı, “mugalât” fiilinin, “iglâ” manasında kullanılması gibidir” demiştir.

İkinci Mesele

Ayetteki bu ifade ile, yine kızların eksikliğine dikkat çekilmek istenmiştir. Şöyle ki birtakım süsler içinde büyütülen, aslında noksandır. Çünkü eğer onun kendinde böyle bir noksanlık olmasaydı, süsle-püsle tezyine ihtiyaç duymazdı. Daha sonra Cenâb-ı Hak, onun durumunun eksikliğini, ‘Vuruşmada (hüccetini) açıklayamadan” iadesiyle belirtmiştir. Bu, “Kız-kadın, mücâdele ve çekişme ihtiyaç duyduğu zaman bunu hakkıyla yapamaz ve delilini ortaya koyamaz. Çünkü dili tutuk, aklı kıt ve tabiatan biraz ahmaktır. Nitekim, “Kadın, hüccetini ortaya koymak isteğiyle konuştuğunda, çoğu zaman aleyhine hüccet olacak şeyleri söyler” denilir. İşte bütün bu izahlar, kadının ileri derecede eksik olduğuna delâlet eder. Binâenaleyh bunların, Allah’ın çocukları olduğunu söylemek nasıl uygun düşer.

Elbette hemen “Neden önce kadınlar isyan etmeli?” diye sorulacaktır. Anlatalım…

Her toplum bir şekilde kendinden önceki toplumun devamıdır. Son resulümüz öldükten sonra yaklaşık on beş asır geçti. Geçen bu uzun zaman aralığında müslümanlar dünyanın çeşitli bölgelerinde “emirlik, beylik, krallık, sultanlık, imparatorluk ve halifelik” isimleri altında yaklaşık beş yüz (sayıyla 500) devlet kurdular. Takdir edilmelidir ki devletler, oluşmuş toplumlara düzen getirmek için kurulurlar ve her toplum “dişil ve eril” bireylerden oluşur. Merkeze “değişim ve oluşum” kelimelerini alarak meseleye baktığımızda kurulan bu devletler ve toplumların hepsi bir “oluşum” değil, bir “değişimdir” yani her yeni dönem bir önceki dönemi değiştirerek başlamaktadır fakat şu da var ki hiçbir değişim öncekinin izlerini tamamen ortadan kaldırmamakta tam tersi geçmişe ait bazı şeyler az ya da çok yeni dönemde de devam ettirilmektedir.

Kadınların Öncü İsyan Gerekçeleri

Elimizdeki tarihi verilere ve “İslam” adı altında oluşturulan müktesebata baktığımızda son resul sonrasında dine kaynaklık eden temellerin bir şekle sokularak sonraki nesillere aktarıldığını görmekteyiz.

Hiç mübalağa etmeden ve en son sözü en başta söyleyecek olursak: Müslüman ulema tarafından oluşturulan müktesebat tepeden tırnağa ERİL bir müktesebattır.

Evet, tarih boyunca devletler kurulmuş, devletler yıkılmış yerine yenileri gelmiştir. Toplumlar değerler açısından değişimler geçirmiştir ama tüm bu değişimler içinde DEĞİŞMEYEN tek şey, Müslüman ulemanın oluşturduğu işte bu ERİL MÜKTESEBAT olmuştur.

Geçmişte ve günümüzde Endonezya’dan Endülüs’e, Tataristan’dan Zambiya’ya kadar “İslam” denilince akla hep bu eril müktesebat gelmiş, devletler kanunlarını bu müktesebatı temel alarak oluşturmuş, toplumlar değerlerini bu müktesebatın tanım ve tariflerine göre almışlardır. Devletler bu müktesebata göre kurulmuş, kurulan devletleri yıkanlar kendi davranışlarını bu müktesebata dayandırmış, yeni kurulan devletler bu müktesebata göre kurulmuştur

Mutezile, Eşari, Zahiri, Maturidi gibi itikadi; Şii-Sünni gibi siyasi; Şafiilik, Hanefilik, Caferilik vd. gibi fıkhi mezhepler devletlerin temeline değişerek yerleşmiştir ama bunların tamamında değişmeyen tek şey vardır, o da hepsinin ERİL mezhepler olmalarıdır.

Râzî’den alıntıladığımız bu ayet tefsiri sadece Râzî’ye ait, ondan başkasının katılmadığı bir tefsir değildir tam tersi görüşü, mezhebi itikadı ne olursa olsun Müslüman ulemanın tamamının sonuna kadar katıldığı bir tefsirdir; eğer katılmamış olsalardı Râzî’nin bu söyleminin kıyametleri koparması gerekirdi.

Eril Mirasın Sürekliliği ve Sonuçları

Bazı düşünceler, bazı sözler, bazı kelimeler vardır ki nesnel manada azdırlar, küçüktürler ama kümülatif değer açısından tüm sözlerden daha büyüktürler. Mesela, İslam’ın temeli tam bir cümle bile olmayan ‘LA İLAHE İLLALLAH’ ifadesidir. Kelime açısından küçük olan bu cümlecik değer açısından İslam’ın tüm değerlerinin kendisine yaslandığı ANA İLKEDİR.

Aynı açıdan Râzî’nin “dişi” bireyler için söylediği; “Bu, “Kız-kadın, mücâdele ve çekişme ihtiyaç duyduğu zaman bunu hakkıyla yapamaz ve delilini ortaya koyamaz. Çünkü dili tutuk, aklı kıt ve tabiatan biraz ahmaktır. Nitekim, “Kadın, hüccetini ortaya koymak isteğiyle konuştuğunda, çoğu zaman aleyhine hüccet olacak şeyleri söyler” denilir. İşte bütün bu izahlar, kadının ileri derecede eksik olduğuna delâlet eder.” ifadelerine bakacak olursak söz olarak hepi-topu küçük bir paragraf olan bu ifadeler değer açısından -konuyla alakalı olsun ya da olmasın- Râzî’nin söylediği her sözü etkileyen bir ifadedir çünkü Kur’an’ı anlamak ve anlatmak her şeyden önce “doğru ve sağlam” bir varlık tasavvuru olmasını şart koşar. 

Türlerin vazgeçilmezi olan ‘dişil’ varlıkları “ahmak, ileri derecede eksik” olarak niteleyen bir bakış açısıyla Kur’an’a bakan birinin söyleyeceği hangi söz artık güvenilir ve dikkate değer olabilir ki!? Bunu kendi görüşü olarak değil de “Kur’an’ın tefsiri” olarak ifade eden birinin Kur’an’dan veya Kur’an hakkında söylediği hangi söze güvenilir ki?

Bir an meseleye Râzî’nin gözüyle bakarak empati yapalım. Karşımızda akıllı ve iradeli ama “dişil” olan bir varlık var. İnsan türünü doğuran bu varlıktır. O olmazsa tür devam etmez fakat bu tür “ileri derecede eksik, ahmak, dili tutuk, hüccetini ortaya koymaktan aciz vs.” gibi niteliklere haiz üstelik bu nitelikler ona TABİATAN verilmiş durumda yani yaratılırken öyle yaratılmış, o halde onları yaratan Allah böyle bir Allah. Dediğimiz gibi Razi’nin bu ifadeleri sadece bir meseleyi etkileyen bir ifade değildir, hemen her şeyi etkileyen bir bakış açısıdır.

Bu yüzden bu bakış açısına ÖNCE KADINLAR İSYAN ETMELİDİR.

Kavramlar: