Başlıklar
REFERANS DEĞERİNİ BELİRLEMENİN ÖNEMİ
Eğer insanların inançları veya ideolojileri “neyi neyle ve nasıl değiştireceklerine” dair bir önerme sunmuyorlarsa o inançlar veya ideolojiler hiçbir zaman hayat alanında kendilerine zemin bulamazlar ve hiçbir zaman gerçekçi olamazlar. Böylesi ideolojiler veya inançlar insanları oyalamaktan başka bir işe de yaramazlar.
Bugüne kadar devlet düzenleri ile alâkalı geliştirilen terimlerin ve kavramların tamamının temelinde sadece “yönetenler” yani “yönetimin şekli” temel alınmıştır.
Temel kavramlar ve tarihsel çerçeve
Mesela,
Otokrasi; “bir tek bireyin yönetimi”ni esas alır.
Meritokrasi; “yönetmeyi hak edenlerin yönetmesi”; her ne kadar bu terim anlam bakımından yüzeysel olarak ‘aristokrasi’ye benzer gözükse de ‘aristokrasi’den farklı olarak en iyinin liyakatiyle yönetimde kalacak durumda olması gerekir.
Plütokrasi; “varlıklıların yönetimi”; tarihsel ve pratik anlamda aristokratlar sık sık sadece varlıklı oldukları için erdem ve liyakat açısından en iyi gibi kabul görmüşler ve sonuç̧ olarak aristokrasiler daha çok plütokrat olmuşlardır.
Oligarşi; “birkaçının yönetimi (birkaç̧ kişinin yöne-timi); bir aristokrasinin ‘oligarşi’ olup olmaması “birkaç̧ kişi” fikrinin nasıl yorumlandığına göre değişir.
Monarşi; “bir tek bireyin yönetimi”; tarihsel anlamda monarkların çoğunluğu aristokrattır. Bununla birlikte, rakipleri de aristokratlardan olduğu için aristokrasi ile zıt kutuplarda olmuşlardır.
Demokrasi; “halkın yönetimi” (veya çoğunluğun yönetimi); genellikle aristokrasinin karşıtı olarak düşünülmüştür. “Tüm insanlar eşittir.” fikrinden yola çıkarak yönetimin tüm insanların seçtiği biçimde oluşu ve böylece herkesin yönetimde olduğu (yönetimde hak sahibi olduğu) hükümet şekli olarak tanımlanabilir.
Dikkat edilirse bu tanımlamaların hepsinin merkezinde aslında “taht” vardır ve tanımlar “taht”a kimin nasıl oturacağı ve oturduğunda nasıl davranacağı ile alâkalıdır. Bu tanımların hiçbirinde yönetilenler yani “halk” ya yoktur ya da oldukça pasiftir.
İster oligarşi ister monarşi ister demokrasi veya isterse başkası olsun ‘hükümet’ kavramı “yasama, yürütme ve yargı”dan oluşur. Bunlardan herhangi birinin olmayacağı hükümet sistemi mümkün değildir.
‘Hükümet sistemleri’ ile alâkalı yukarıda verdiğimiz sistemler aslında yasama, yürütme ve yargının hangi referanslara göre şekilleneceği anlamına gelmektedir.
Tüm bu yönetim sistemleri, yöneticilerin niteliğine göre şekillenirken ve bu şekiller de yasama, yürütme ve yargının içeriğini belirlerken İslam tam tersi bir istikamette hükümet sistemi önerir. İslam; yöneticilerin içeriğine göre değil, yönetilenlerin içeriğine göre bir hükümet sistemi önerir yani insanlar tarafından oluşturulan hükümet sistemlerinde “yöneticilerin bilinci” temel alınırken İslam “yönetilenlerin bilincini” temel alır.
Bu yüzden İslam’a inananların, inançlarının onları nelerden mahrum ettiğini ve bu mahrumiyete karşılık onlara ne gibi serbestiyeler verdiğini bilmeleri, anlamaları ve buna inanmaları (razı olmaları) gerekmektedir.
Mesela, bir tarafta insana şahsi tercihlerinde bir şey dikte etmeyen ve bunun üzerinden tanım getirmeyen bir sistem vardır. O sistemde içki içmek, zina yapmak veya bunlara benzer başka şeyleri yapmak serbesttir. Hak ve sorumluluklar bunlar üzerinden belirlenmemekte ve bunlar üzerinden kişiye toplum içinde bir konum biçilmemektedir fakat öte yandan kişiye kazandığı her şeyden devlete pay vermesi şart koşulmakta ve bu payı vermemesi durumunda ona hak mahrumiyeti uygulanmaktadır.
İslam ise tam tersini yapmaktadır. Kazandıklarından pay vermesi bir şarta bağlanmamış ama zina yapması, içki içmesi veya buna benzer şeyleri yapması şarta bağlanmıştır.
İslam’ın yönetilen merkezli yaklaşımı
İslam’ın önerdiği toplum modelinde kişinin devlete olan vazifeleri ‘gönüllülük’ esasına, kendi şahsi davranışları ise ‘hüküm’ esasına bağlıdır ama bu hükümler o kadar sınırlandırılmıştır ki ancak üçüncü kişiler devreye girdiği zaman hüküm uygulanmaktadır. Mesela, ‘zina yapmak’ başkalarını da ilgilendirdiği, olaya zina yapanlardan başkaları da dahil olup etkilendiği için; ‘hırsızlık yapmak’ bir başkasını etkilediği için hüküm vardır ama kişinin içki içmesine yasal bir hüküm yoktur.
‘Namaz kılmamak, oruç tutmamak, hacca gitmemek’ gibi şeylere de yasal bir hüküm yoktur. Bunlara karşı hüküm olmaması yasal bir zorunluluk değildir çünkü bunlar zaten İslam’ı referans alan bir toplumun olmazsa olmazlarıdır. Bu olmazsa olmazlar olmadıktan sonra hangi kanun konulursa konulsun işlemeyecektir.
Bunlar, toplumu toplum yapan referans değerlerdir. Toplum bu referansları terk ederse İslam’ı değil kendilerini kendileri yapan değerleri terk etmiş olurlar.
Tanımlarını kaybederler.
Tanımlarını kaybeden her toplum mutlaka başka tanımlamalarla tanımlanacaktır çünkü toplum olarak var olunduğu müddetçe tanımsız olunamaz.
Günümüz dünyasında halkı Müslüman olan ülkelerde yaşayan halk niteliğini kaybetmiştir. Kurulu düzenler ise onlara kaybettikleri niteliklerine göre değil hükümet edenlerin kafalarındaki halk modeline göre nitelik yüklemeye çalışmaktadırlar.
Meseleye İslam’ın değerleri açısından bakıldığında durum son derece sade gözükmektedir. Hiçbir mümin topluluk, referans değerleri ‘İslam’ olmayan bir sisteme ve bu sistemin dayattığı hükümet modeline razı olamaz, olurlarsa o tanım neyse hukukları ve kendi tanımlamaları da ona göredir.
Toplumun referans değerleri ve kimlik
Mesela, halk kendisini ‘Müslüman’ olarak tanımlamaktadır fakat oluşan toplumun referans değeri ‘İslam’ değil başka şeylerdir. Bu durumda tanım, halkın kendisini tanımlaması üzerinden değil, referans alınan değerler üzerinden yapılır.
Halkın kendi diliyle kendisini nasıl tanımladığı terazide hiçbir değer taşımaz.
Tanımlamalardan bağımsız olarak bir takım davranış kalıplarının İslam’ın önerdiği davranış kalıpları ile buluşması ortak bir değer oluşturmaz çünkü her davranış bir referansı temel alır. O davranışın doğruluğu ya da yanlışlığı işte o referans değere göre belirlenir.
Mesela, bir hayvanı düzgünce kesmek her insanın üzerinde ittifak edeceği bir davranış kalıbıdır. Fakat üzerine ‘Allah’ın adı’nın anılmadığı bir kesme, istediği kadar düzgün olsun Müslüman için yanlıştır. O işin düzgünce yapılması asla onu doğru yapmayacaktır.
Mesela, Rusya’nın içki içmeyi yasakladığını düşünelim. Müslüman açısından bu davranışın doğruluğu veya yanlışlığı, içkiye erişimi engellemek değil, bunu yaparken neyin referans değer olarak alındığıdır.
Her şeyden önce İslam, parçacı veya parçalanabilir tasavvuru ve bu tasavvurdan kaynaklanan davranış kalıpları önermemektedir. Önerdiği her tasavvur ve davranış kalıbı, referansı sabit ve parçalanamaz bir bütünün parçalarıdır, olmazsa olmazlarıdır.
Zaten Kur’an’da geçen ‘fasık, facir, münafık, müfsid vs.’ gibi tanımlamaların hepsi “parçacı İslam” anlayışının eseridir.
Az önce verdiğimiz hükümet modellerinin hepsi de parçacı bir hayat olunca geçerli olan hükümet sistemleridir.
Niteliği tanımsız veya niteliği diğeriyle savaş halinde olan bir toplum, hükümeti ve halkıyla parçalanamaz bir bütün oluşturması imkânsızdır.
İşte böylesi ortamlarda yaşamak zorunda kalan, içinde yaşadığı toplumun referans değerlerinden mustarip inanç ve ideoloji sahipleri her şeyden önce neleri neyle ve nasıl değiştireceğini bilmeleri gerekmektedir.
Değilse onlar da toplumları ile aynı tanıma düçar olmak zorundadırlar, dilleri ne derse desin bu önemsizdir.