Risalet Kurumu Mürselin

RİSÂLET KURUMU: ‘MURSELİN’

كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Şu’arâ 26 / 105

Keżżebet kavmu nûhin(i)lmurselîn(e)

TDV meâli – Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladılar.

كَذَّبَتْ عَادٌۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Şu’arâ 26 / 123

Keżżebet ‘âdun(i)lmurselîn(e)

TDV meâli – Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

كَذَّبَتْ ثَمُودُ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Şu’arâ 26 / 141

Keżżebet śemûdu-lmurselîn(e)

TDV meâli – Semûd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍۨ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Şu’arâ 26 / 160

Keżżebet kavmu lûtin(i)lmurselîn(e)

TDV meâli – Lût kavmi de peygamberleri yalancılıkla suçladı.

كَذَّبَ اَصْحَابُ لْـَٔيْكَةِ الْمُرْسَل۪ينَۚ
Şu’arâ 26 / 176

Keżżebe ashâbu-l-eyketi-lmurselîn(e)

TDV meâli – Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla suçladı.

Murselin meselesinin kıssa bağlamı

Bu beş âyet NUH, HÛD, SALİH, LÛT ve ŞUAYB kıssalarının başında geçmektedir. Dikkat edilirse hepsinde de ‘MURSELİN’ kelimesi çoğuldur. Fakat Kur’an’da NUH, HÛD, SALİH, LÛT ve ŞUAYB’ın toplumlarına gönderilen çoğul elçilerden bahsedilmemektedir.

SORU ŞUDUR: Bu kıssalar bağlamında tekil resûller anlatılmasına rağmen ‘MURSELİN’ kelimesi NEDEN ÇOĞULDUR?

Bu beş âyetin meali şu şekildedir: “NUH’UN KAVMİ / ÂD KAVMİ / SEMUD KAVMİ / LUT’UN KAVMİ / EYKE’NİN ASHABI O ‘MURSELİN’LERİ YALANCILIKLA İTHAM ETTİLER.”

Hepsinin başında ‘EL‘ takısı var.

BİR KELİMENİN MARİFELİĞİNİN TESPİTİNE BİR ÖRNEK:

Bir kelimenin marife gelmesinin birçok sebebi vardır. AHD-İ ZİHNÎ, AHD-İ ZİKRÎ, CEHD, İSM-İ MEVSÛL, CİNS vs.

AHD-İ ZİKRÎ olarak bir kelimenin marife oluşu şu anlama gelmektedir:

Bir kelime ilk bahsedildiğinde ‘nekira’ olarak bahsedilir. Daha sonra ise o kelime hep ‘marife’ kullanılır. Eğer bir kelime birinci kullanımda ‘nekira’ ve sonraki kullanımda aynı kelime yine ‘nekira’ gelirse bu o iki kelimenin aynı şey olmadığına delâlet eder.

Meselâ ben önce ‘CAE RACULUN’– “Bir adam geldi.” desem, daha sonra ‘VE EKELE RACULUN’ desem bu, aynı kişiden bahsetmiyorum demektir…

‘CAE RACULUN VE EKELE RACULUN’ “Bir adam geldi, başka bir adam ise yedi.”

Aynı kişiden bahsedersem ikinci kullanımda ‘RACULUN’ kelimesini mutlaka marife söylemem gerekmektedir.

Marifet ve ahdi zikrin örnekleri

Şimdi buna bir örnek verelim:

A’râf 7/73

107_Risalet_Kurumu_Murselin

Ve-ilâ śemûde eḣâhum sâlihâ(an) kâle yâkavmi-’budû(A)llâhe mâ lekum min ilâhin ġayruh(u) kad câetkum beyyinetun min rabbikum hâżihi nâkatu(A)llâhi lekum âye(ten) feżerûhâ te/kul fî ardi(A)llâh(i) velâ temessûhâ bisû-in feye/ḣużekum ‘ażâbun elîm(un)

TDV meâli – Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i (gönderdik). Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir. O da, size bir mucize olarak Allah’ın şu devesidir. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin, (içsin); ona kötülük etmeyin; sonra sizi elem verici bir azap yakalar.

A’râf/77

فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ

Fe’akarû-nnâkate ve’atev ‘an emri rabbihim ve kâlû yâ sâlihu-/tinâ bimâ ta’idunâ in kunte mine-lmurselîn(e)

TDV meâli – Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler.

وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
Hûd 11 / 64

Veyâ kavmi hâżihi nâkatu(A)llâhi lekum âyeten feżerûhâ te/kul fî ardi(A)llâhi velâ temessûhâ bisû-in feye/ḣużekum ‘ażâbun karîb(un)

TDV meâli – Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın devesi. Onu bırakın, Allah’ın arzında yesin (içsin). Ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalar.

وَمَا مَنَعَنَٓا اَنْ نُرْسِلَ بِالْاٰيَاتِ اِلَّٓا اَنْ كَذَّبَ بِهَا الْاَوَّلُونَۜ وَاٰتَيْنَا ثَمُودَ النَّاقَةَ مُبْصِرَةً فَظَلَمُوا بِهَاۜ وَمَا نُرْسِلُ بِالْاٰيَاتِ اِلَّا تَخْو۪يفًا
İsrâ 17 / 59

Vemâ mene’anâ en nursile bil-âyâti illâ en keżżebe bihâ-l-evvelûn(e) veâteynâ śemûde-nnâkate mubsiraten fezalemû bihâ vemâ nursilu bil-âyâti illâ taḣvîfâ(n)

TDV meâli – Bizi, âyetler (mucizeler) göndermekten alıkoyan tek şey, öncekilerin bu âyetleri yalanlamış olmasıdır. Nitekim Semûd kavmine, açık bir mucize olmak üzere bir dişi deve vermiştik. Onlar ise, (bu deveyi boğazladılar ve) bu yüzden zalim oldular. Oysa biz âyetleri ancak korkutmak için göndeririz.

قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
Şu’arâ 26 / 155

Kâle hâżihi nâkatun lehâ şirbun velekum şirbu yevmin ma’lûm(in)

TDV meâli – Salih: İşte (mucize) bu dişi devedir; onun bir su içme hakkı vardır, belli bir günün içme hakkı da sizindir, dedi.

اِنَّا مُرْسِلُوا النَّاقَةِ فِتْنَةً لَهُمْ فَارْتَقِبْهُمْ وَاصْطَبِرْۘ
Kamer 54 / 27

İnnâ mursilû-nnâkati fitneten lehum fertekibhum vastabir

TDV meâli – Gerçekten onları imtihan etmek için dişi deveyi gönderen biziz. Sen onları gözetle ve sabret.

فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللّٰهِ نَاقَةَ اللّٰهِ وَسُقْيٰيهَا۠
Şems 91 / 13

Fekâle lehum rasûlu(A)llâhi nâkata(A)llâhi ve sukyâhâ

TDV meâli, 11, 12, 13, 14, 15. âyetler – Semûd kavmi azgınlığı yüzünden (Allah’ın elçisini) yalanladı. Onların en bedbahtı (deveyi kesmek için) atıldığında, Allah’ın Resûlü onlara: “Allah’ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!” dedi.

Bu 7 âyette نَاقَةَ (nâkata) kelimesi geçmektedir.

Fakat bu kullanımlara dikkat edersek sadece Şu’arâ 155. âyette kelime ‘NEKRE’ (nekira), diğer yerlerin hepsinde marifedir:

  1. ARAF 7/73… َنَاقَةُ اللّٰهِ (…nâkatu(A)llâhi) – İsim tamlaması ile marife
  2. ARAF 7/77 … النَّاقَةَ (…ennâkate) – EL takısı ile marife
  3. HÛD 11/64 … نَاقَةُ اللّٰهِ (…nâkatu(A)llâhi) – İsim tamlaması ile marife
  4. İSRÂ 17/59 … النَّاقَةَ (…ennâkate)
  5. KAMER 54/27…النَّاقَة (…ennâkati)
  6. ŞEMS 13… نَاقَةَ اللّٰهِ (…nâkata(A)llâhi)

Şu’arâ 155. âyette de şöyle bir soru çıkmaktadır: Kelimenin âyetteki ‘NEKİRA’lığı hakîkî bir ‘nekira’ mıdır?

قَالَ هٰذِه۪ نَاقَةٌ لَهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَعْلُومٍۚ
Şu’arâ 26 / 155

Kâle hâżihi nâkatun lehâ şirbun velekum şirbu yevmin ma’lûm(in)

Kelimenin isim cümlesinde bir haber olduğuna dikkat etmek daha doğrudur. Bir müptedâya haber olan kelimeler genelde zaten ‘nekira’ olurlar. Haberin ‘marife’ gelmesi durumunda araya FASIL zamiri koymak gerek. Yoksa sıfat tamlamasına benzer.

Meselâ… وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ (ve ulâike humu-lmuflihûne)

Şairlik örneği ve öncelik tartışması

Bu kullanımda ism-i işaret ‘ULAİKE’ ile ‘EL-MUFLİHUN’ kelimesi arasında ‘HUM’ zamiri olmasa cümle, cümle olmaktan çıkar, bir sıfat tamlamasına dönüşür. Cümlenin müptedâ-haber olduğunun bilinmesi için araya i’rabtan mahalli olmayan, cümle içinde de bir görevi olmayan ‘HUM’ zamiri getirilir… Bu zamire FASIL ZAMİR ya da ZAMİR-İ FASILA denir.

Bu zamirin tek işlevi cümlenin müptedâ-haber olduğu belirtmek ve bir de anlama ‘tekid’ katkısı sunmaktır… Türkçeye “TA KENDİSİ / TA KENDİLERİ” diye yansıtılır.

İşte bunun gibi; eğer Şu’arâ 155. âyetinde ‘nekira’ olan نَاقَةٌ (nâkatu) kelimesi marife olsaydı araya bir fasıla zamiri koymak gerekirdi.

Bu durumda HABER olan kelimeler aslında MARİFE olan ‘müptedâ’dan haber verdikleri için ‘NEKİRA’ oluşları hakîkî değildir.

Ama AHD-İ ZİKRİ olarak her hâlükârda ilk önce ‘nekira’ söylenmeleri şarttır.

Bu noktada Kur’an’da 7 defa geçen ‘NEKATUN’ kelimesinin ilk olarak kullanıldığı yerin rahatlıkla ŞU’ARÂ 155. âyet olduğunu söyleyebiliriz.

Yani eğer sûreler arasında bir öncelik ve sonralık dizilimi olacaksa diğer 6 yere göre Şu’arâ daha öncedir.

Şimdi peş peşe gelen o âyetlerde diğer resûller bağlamında çoğul olarak kullanılan الْمُرْسَل۪ينَۚ (el-murselîn) kelimesine bir şekilde bir açıklama getirebilirsiniz. Ama NUH bağlamında çoğul olarak kullanılanı nasıl anlayacağız? Bir kere Kur’an’ın hiçbir yerinde ÂDEM ile NUH arasında herhangi bir resûlden bahsedilmemekte (ben bilmiyorum).

Bu durumda en azından bu âyetlerde geçen ya ‘MURSELİN’ kelimesi bizim bildiğimiz mânânın dışında bir mânâda kullanılmıştır ya da ‘MURSELİN’ kelimesi RİSÂLET kurumunu temsil eden bir kelime olarak kullanılmıştır.

Yani ‘MURSELİN’ kelimesi tek tek bireyleri değil, Kurumu ifade eden bir kelimedir.

Günümüzde “Bizim resûlümüz Muhammed’dir.” diyerek Musa’yı Yahudilere, İsa’yı Hıristiyanlara bırakanlarla aynı kafadır bu.

Kelimenin morfolojisi (sarf) bu çıkarımı destekliyor mu? (2a) Arapça’da bu çıkarımı destekleyen başka bir örnek var mı bildiğin? (Çoğul kelime kuruma refere ediyor, vs.) (2b) Kur’an’da bu çıkarımı destekleyen benzer başka bir kullanım var mı bildiğin? (3) Bu durumda inanmayanlar şunu mu demiş oluyor: Biz risalet kurumunu reddediyoruz → Yani, o an karşılarındaki resûl her kimse şunu mu demiş oluyorlar: Arkadaş! Biz sadece seni değil, bir tanrı varsa bile, onun peygamber gönderdiği fikrini toptan reddediyoruz!

‘MURSELİN’ kelimesi için yapılacak Sarf ve Nahiv çalışması da bu kelimeye verdiğimiz ‘risalet kurumu’ anlamının isâbetli olduğunu gösterecektir. Aslına bakılırsa bu tür kullanımlar bütün dillerde vardır. Meselâ, “Taksicilerin öldürülmesini protesto ediyoruz.” veya “Çiftçilerin ezilmesine karşıyız.” veya “Futbolcular şımarık olur.” gibi kullanımlar Türkçede de vardır. Bu cümlelerde “Taksiciler, çiftçiler, futbolcular” kavramları tek tek bütün fertler olmaktan ziyade o evsaftaki kişiler olarak anlaşılmaktadır. Meselâ bir tane taksici öldürülmüştür ama o öldürülen için “Falan taksicinin öldürülmesini protesto ediyoruz.” denmemekte, tam tersi o bir kişinin ölümü sanki tüm taksicilerin öldürülmesi gibi algılanmaktadır. Bir başka örneği şu şekilde verebilirim. Sınır karakolunda öldürülen bir askere yapılan saldırı o askere yapılmış saldırı olarak değil, tüm ülkeye yapılmış saldırı olarak algılanmaktadır. Orada “Ordudaki bir tek askere saldırıldı.” denmemekte; tüm askerlere saldırılmış gibi “Askerlerimizi…” şeklinde başlayan cümleler kurulmaktadır.

Burada meseleyi bütüncül hale getiren şey ‘MURSELİN’ kelimesinin târifinin yapılmış olmasıdır. Aslına bakarsanız kelime tek başına “GÖNDERİLENLER” anlamına gelmektedir. “Allah tarafından gönderilenler” diye bir açıklama o âyetlerde yoktur. Nasıl ki ‘RESÛL’ kavramı “Allah’ın resûlü” şeklinde bir izafetle de gelse “resûl” şeklinde hiçbir izâfet olmadan da gelse Allah tarafından gönderilenleri anlıyorsak burada da sadece ‘Murselin’ denmesinden de onu anlıyoruz.

Yanlış hatırlamıyorsam Kur’an’da ‘RSL’ kökünden türemiş 513 tane kelime bulunmaktadır. Yine yanlış hatırlamıyorsam ‘MURSELİN’ kelimesi 39 defa geçmektedir.

Kullanıldığı yerlere baktığımızda ‘Murselin’ kelimesinin kurumsal bir kullanım olduğu hemen anlaşılmaktadır.

Birkaç örnek verelim:

تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
Bakara 2 / 252

Tilke âyâtu(A)llâhi netlûhâ ‘aleyke bilhakk(i) ve-inneke lemine-lmurselîn(e)

TDV meâli – İşte bunlar Allah’ın âyetleridir. Biz onları sana doğru olarak anlatıyoruz. Şüphesiz sen, Allah tarafından gönderilmiş peygamberlerdensin.

Meselâ, bu âyetin sonunda “SEN DE MURSELİNLERDEN BİRİSİN” denmektedir. Bu söyleme baktığımızda o an orada ‘murselin’lerin hepsi bulunmamaktadır. Hatta zaman ve mekân olarak hepsi de farklı zamanlarda ve farklı mekânlarda bulunmaktadır ve hatta ‘murselin’lerden birçoğu da ölmüş bulunmaktadır.

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
En’âm 6 / 48

Vemâ nursilu-lmurselîne illâ mubeşşirîne ve munżirîn(e) femen âmene veasleha felâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

TDV meâli – Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.

Meselâ bu âyete bakarsak GENİŞ ZAMAN kullanılmıştır. Eğer biz bu âyetteki ‘MURSELİN’ kelimesini kurumsal olarak almaz isek ölmüş olanlar için de geniş zaman kipi kullanılması son derece yanlış bir kullanım olacaktır.

فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ
A’râf 7 / 6

Felenes-elenne-lleżîne ursile ileyhim velenes-elenne-lmurselîn(e)

TDV meâli – Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz!

Bu âyette de ‘MURSELİN’ kelimesine salt mânâda “teker teker gönderilenler” mânâsının verilemeyeceği, KURUMSAL bir kullanım olduğu gâyet açıktır.

فَعَقَرُوا النَّاقَةَ وَعَتَوْا عَنْ اَمْرِ رَبِّهِمْ وَقَالُوا يَا صَالِحُ ائْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الْمُرْسَل۪ينَ
A’râf 7 / 77

Fe’akarû-nnâkate ve’atev ‘an emri rabbihim ve kâlû yâ sâlihu-/tinâ bimâ ta’idunâ in kunte mine-lmurselîn(e)

TDV meâli – Derken o dişi deveyi ayaklarını keserek öldürdüler ve Rablerinin emrinden dışarı çıktılar da: Ey Salih! Eğer sen gerçekten peygamberlerdensen bizi tehdit ettiğin azabı bize getir, dediler

Sarf nahivle dilsel ispat yöntemleri

Bu âyette konuşan kişiler Salih kavmidir. Âyetin son cümlesine dikkat edilirse “EĞER SEN DE MURSELİNLERDEN BİRİYSEN…” şeklindedir. Şimdi bu adamlar ‘MURSELİN’ kelimesini kullanırlarken ‘karşılarındaki bir gruptan’ değil KURUMSAL bir yapıdan bahsetmektedirler.

‘Murselin’ kelimesinin geçtiği yerlerin tamamında bu kurumsal yaklaşım vardır.

Bunun yanında ‘MURSELİN’ kelimesi if’âl bâbının ism-i mef’ûlüdür. Kelimenin if’âl bâbından ve ism-i mef’ûl olarak gelmesi çok önemlidir.

İf’âl bâbının kelimelere kattığı tüm anlamlara bakarsak kelimenin “BAŞKASI TARAFINDAN RESÛL HALİNE GETİRİLEN / BAŞKASI TARAFINDAN RİSÂLET GETİRMEKLE YÜKÜMLÜ KILINAN / BAŞKASI TARAFINDAN RESÛLLER SINIFINA DÂHİL EDİLEN” gibi anlamları da bulunmaktadır.

İşte bu yüzden o kavimlerin tek başına Nuh’u yalanlamaları aslında sadece Nuh’u değil hem Nuh’un dâhil olduğu kurumu hem de o kurumu meydana getireni yalanlamak anlamına gelmektedir.

Nitekim Kur’an’da Resûller yalanlanmakta ama Yüce Allah bu yalanlamayı kendi üzerine almaktadır.

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟
A’râf 7 / 93

Fetevellâ ‘anhum vekâle yâ kavmi lekad eblaġtukum risâlâti rabbî venesahtu lekum fekeyfe âsâ ‘alâ kavmin kâfirîn(e)

TDV meâli – (Şuayb), onlardan yüz çevirdi ve (içinden) dedi ki: “Ey kavmim! Ben size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”

Mesela bu âyete bakarsak âyette ‘RİSÂLETİ RABBİ’ denmektedir. ‘Risâlet’ kelimesi ‘rab’ kelimesine izâfe edilmektedir. İşte bu durum RESÛL olarak adlandırılan kişilerin hiçbir zaman TEK olarak algılanamayacaklarını göstermektedir. YANİ biri hepsidir, hepsi biridir. Asla biri diğerinden ayrılamaz, asla biri diğerinden farklılaştırılamaz, asla biri diğerinden ÖTEKİLEŞTİRİLEMEZ.

Kavramlar: