Başlıklar
SADELİKTEN NEFRET EDEN İNSAN TÜRÜNÜN ULEMÂSI
Kafalarındaki hikâyelerden vazgeçip “Yahu biz bir şeyi yanlış yapıyoruz.” diyeceklerine ÂYETLERİ KENDİ KAFALARINA GÖRE DİZAYN EDİP SONRA DA O DİZAYNIN İRABINI YAPAN bir ulemâya sahibiz.
Et kokarsa tuzlanır da TUZ kokunca ne yapılır, bilmiyorum.
Her şeyi karmakarışık; kenarı, çerçevesi olmayan bir hâle sokmuşlar. Bu kadar karmakarışık hâle getirilen şeylerin tamamı, insanı o karmakarışıklıktan kurtaracak kurtarıcılara muhtaç hâle getirir. Her şeyin kolay anlaşıldığı bir yerde veya şeyde kişiye kılavuz olarak o şeyin kendisi yeterlidir.
Kur’an’ın insana yetmez oluşu onun sözlerinin az olmasından değil, tam tersi onun çok konuşan olduğunun zannedilmesindendir.
Unutmayalım ki dünyanın en sağlam anlaşmaları, anayasaları, ilke ve kuralları; her kuralın, her yasanın, her maddenin altında sayfalar dolusu şerhlerin olduğu anlaşmalar, anayasalar ve ilkeler değildir.
Bir kural, bir yasa, bir anlaşma maddesi ne kadar sade olursa o kadar iyi anlaşılır ve o kadar iyi “uygulanabilir”dir.
Kur’an’ın sade yapısının önemi
Kur’an varlığın en değerli sözüdür. Ve bu söz en güzel şekilde dizayn edilmiş ve en güzel olanlar tarafından insana iletilmiştir.
EN GÜZEL ALLAH’IN EN GÜZEL KULLARIYLA EN GÜZEL BEŞERLERE EN GÜZEL ŞEKİLDE İLETİLMİŞ KELÂMIDIR.
Bu kelâmın altına-üstüne, sağına-soluna, arkasına-önüne GÜYA onu daha da güzelleştirsin diye konulan her şey sadece onu daha da çirkinleştirir. Çünkü kaynağından insana kadar, kendi yapısı dahî EN GÜZEL olanı daha da güzel yapmanın imkânı yoktur. “EN GÜZEL” işte, daha nereye güzel olacak?
Parktaki ağaçları daha da güzelleşsin diye şekilden şekle sokup, yuvarlak, üçgen, kare biçimler veren insanın O AĞACIN KENDİ SADELİĞİNDEKİ güzelliği görmemesi, görse bile yeterli bulmaması ne kadar saçmalıksa Kur’an’ın kelime seçiminden cümle kuruluşlarına, cümle kuruluşlarından konu dizaynına, yazım biçiminden yazım tekniğine kadar SADE yapısını görmeden ona GÜYA daha görkem katmak için yapılan müdahalelerin -ki bunlar ister şekil üzerinden ister anlam üzerinden olsun- ağaçlara geometrik şekiller vermekten milyon kere daha saçmalıktır.
İnsan olmanın sadeliğine razı olamayıp insanı ilâhlaştıran akıl Kur’an’a da razı olamamaktadır.
Sütten yoğurt, tereyağı, çökelek, peynir yapmak SÜTÜ zenginleştirmek değildir. Sütün en zengin hâli onun SÜT hâlidir.
Yoğurttan süt, peynirden tereyağı, çökelekten kefir yapamazsınız. Ama sütten bunların hepsini yaparsınız… O halde zenginliğin sütte değil de yoğurtta olduğunu söylemek saçmalıktır.
Nasıl ki iyi olmak, en güzel olmak, en güzel kalmak için Âdem’e BEŞER olmak yetmemiş ve o, ‘Melek’ veya ‘halidin’lerden olmaya kalkmıştır; insana da İNSAN olmak yetmemektedir.
İnsan olmayı ve insan kalmayı küçümseyerek hep olduğundan başka görünmeye veya olmaya çalışan insan Kur’an’ı da kendisine benzetmek için elinden geleni yapmıştır ve yapmaktadır.
Dokunduğu her şeyi olduğundan başka şekle sokmaya çalışan insan Kur’an’ı da olduğundan başka hâle sokacağını zannetmiştir.
Evet, Kur’an sade olduğu müddetçe insan için o, kendisini olmak istediği şeye götürecek bir kılavuz ASLA olmayacaktır.
Çünkü Kur’an insanı insanın istediği yere götüren bir kılavuz değil, Yüce Allah’ın istediği yere götüren bir kılavuzdur.
İnsan bu Kur’an’ı okumakla İSTEDİKLERİNE ulaşacağını zannediyorsa Allah’ı da melekleri de beşerleri de Kur’an’ı da ASLA anlamamış demektir.
Burada sorun şudur ki İNSAN Yüce Allah’ın götürmek istediği yere GİTMEK İSTEMEMEKTEDİR.
Yani insan türü KUR’AN’IN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİTMEYİ HİÇ AMA HİÇ İSTEMEMEKTEDİR.
Çünkü Kur’an insanı SADECE ALLAH’A KUL OLMAK gibi basit ve sade bir hedefe götürmektedir. O yerde şaşaa, abartı, görkem, ihtişam yoktur. O yer baştan ayağa SADELİKLE dizayn edilmiştir.
Vallâhi ulemâyı Kur’an hakkında bu kadar çok sapmaya iten tek sebep de budur.
Ulemâ Kur’an’ın sade ve basit olmasına tahammül edememekte; onun gösterdiği hedeflerin hatta o hedefe giderken izlediği yöntemlerin SADE olmasına asla razı olamamaktadır.
Toplumların sadeliğe tepkileri
Çünkü o ulemâlar da SADELİĞİ küçümseyen toplumların birer ferdidir.
En görkemli ulemâlardan biri SADE olsun, onun arkasından tek kişi gitmez, sözlerine kimse kıymet vermez.
Çünkü insan türü, SADELİKTEN nefret ediyor!
Sadelikten nefret eden insan türü SADE, NET, AÇIK, GÖRKEMLİ OLDUĞU HALDE GÖRKEMSİZ, MÜTEVÂZİ bir Allah’a hiç razı değildir.
Böyle Allah mı olur, böyle İlâh mı olur? Her şeye gücü yettiği, bir tokatla herkesi hizaya sokabileceği halde o son derece mütevâzi davranarak insanı kendi iradesinin kıymetini bilmeye çağırıyor(!)
İlâh dediğin ZEUS gibi olmalı; kızdı mı şimşekler çakmalı, gök gürlemeli, insanlar korkudan tir tir titremeli!
İlâh dediğin NANNA gibi olmalı; birazcık alınırsa ayın yer üzerindeki tüm hareketlerini kısıtlayıp sellere sebep olmalı, depremler yapmalı ve insanlar tüm iradelerini kaybetmiş şekilde NANNA’nın keyfini yerine getirecek şeyler yapmalı!
İLÂH dediğin FİRAVUN gibi olmalı; hiç kimseye eyvallah etmeden sonuna kadar ordularına denize dalma emri vermeli (boğulacak olsalar bile)!
İlâh dediğin STALİN gibi olmalı; savaşlarda ölenlerden daha fazla insan öldürmeli, herkesin kafasına vurmalı, herkesi korkudan tir tir titretmeli!
İlâh dediğin M. Kemal gibi olmalı, gerektiğinde Allah’a bile kafa tutmalı!
Değil mi ama? Hele şu Müslimlerin İlâhına bak? “Her şeye gücüm yeter!” diyor ama insanı yola getirmek için parmağını kıpırdatmıyor… Kötüler dünyaya hâkim oluyor, O kılını kıpırdatmadan seyrediyor!
O kadar güç, o kadar imkân, o kadar zenginlik sahibi ama insanları açlık çekmeye mahkûm ediyor. Gökten çil çil altın yağdırıp zenginliğini gösterse olmaz mı?
Kendi iradesiyle insan olamayan ve insan kalamayan insan ALLAH’IN İRADESİNİ SORGULAMAKTAN bir türlü vazgeçmedi ve vazgeçmeyecek.
İnsan bir yumrukla kendisini yola getiren bir İLÂHA koşa koşa inanır ama irade kullanmasına izin veren Allah’a inanmaz. Çünkü O’nu küçümser.
İnsan kendisine değer vermeyen Nannalara, Sinlere, Alkamahlara, Horuslara, Zeuslara, M. Kemallere, Stalinlere koşa koşa boyun eğer ama İNSAN KENDİSİNE DEĞER VEREN ALLAH’I KENDİSİNE DEĞER VERDİ DİYE KÜÇÜMSER!
Çünkü Allah’ın imkânlarını herhangi bir insana verseniz O, YAŞAYAN TEK CANLI BIRAKMAZ.
Bu ahlâksız karakter o kadar çok insanın içine işlemiştir ki vallahi bunu anlamak çok kolaydır.
Hiç kimsenin kıymet vermediği, ezik birini alın, ona kıymet verin… İki gün sonra sizi küçümsemeye başlamazsa ben de bu hayatı hiç anlamamışım demektir.
İnsanın değer ve kibri
ÇÜNKÜ İNSAN TÜRÜ KENDİSİNE KIYMET VERENLERDEN NEFRET ETMEKTEDİR.
Çünkü insan türü kendi kıymetinin SADELİK olmasından NEFRET etmektedir.
O, göğün ve yerin sade duruşundan nefret eder… Göğe gidip uzay istasyonu kurmasa gök onun için hiçbir değer ifade etmez… Suyu, parayla satılan bir şişenin içine sokmasa suya kıymet vermez. Üzümden içki elde etmez ise üzüme kıymet vermez.
Şimdi İSTESE bile SADE olamayacağı bir hayatın içinde İlâhlar tarafından örselenerek, değersiz hâle getirilerek, ilâhların tahtını severek taşıyan kullara dönüşmüş olan insan türü bu ahmaklığına bakmadan kendisini gelmiş geçmişlerin EN İLERİSİ, EN GELİŞMİŞİ, EN AKILLISI zannetmektedir.
Bu alçak insan kurum kurum kurulduğu arabasının direksiyonunda, ses hızına yakın uçan uçakların kokpitinde, gökleri delen gökdelenlerinin son katında İHTİŞAMIN zirvesine ulaştığını zannederek DAHA ÇOK İNSAN OLDUĞUNU ZANNETMEKTEDİR.
Bu alçak insan bir düğme ile kitleleri öldüren silahların İHTİŞAMINDA kendisini daha çok insan zannetmektedir.
Öyle ki tüm tarih boyunca yaşayanların hepsi İLKEL, kendisi insan olmanın zirvesindeki en gelişmiş insandır.
Kendi havasını tükettiği halde ferahlık hisseden, kendi suyunu kirlettiği halde temizlik hisseden, kendi yiyeceğini samana çevirdiği halde kendisini tat almanın zirvesinde hisseden ikinci bir ahmak tür daha var mıdır acaba?
Üstünde yaşadığı gezegeni, son nefesini vermek üzere olan hasta bir duruma düşürdüğü halde kendisinin yaşamın en canlı ânını yaşadığını zanneden ikinci bir ahmak tür var mıdır acaba?
İşte bu insan, işte bu alçak insan YÜCE ALLAH’IN SADELİĞİNDEN SADE BİR ŞEKİLDE SADE OLAN BEŞERLER ELİYLE GELMİŞ, BAŞTAN AYAĞA SADELİK KOKAN BU KUR’AN’A BU HÂLİYLE İNANMAZ, İNANAMAZ!
Ona, ulemâ tarafından kelimeler karıştırılmış, akla hayale gelmeyecek İRAB oyunları yapılmış ve hepsinden önemlisi kendi gitmek istediği yeri KUTSAYAN bir Kur’an lazım!
Ona, MELEKLER eliyle yazılmış, noktasız ve harekesiz olacak kadar sade olan Kur’an değil, hangi alçağın hangi sâikle yaptığı bilinmeyen ve her noktasında ve harekesinde karmaşa çıkaran Kur’an lazım!
O, noktasız ve harekesiz, sade hem de sapsade TEK BİR KUR’AN’A inanmaktansa noktalanmış ve harekelenmiş 20 farklı Kur’an’a inanmaya koşa koşa gider!
Bu da yetmez ona, ardından İHTİŞAMLI kütüphanelerin ihtişamlı raflarında, ihtişamlı bir şekilde ciltlenmiş, üzerinde upuzun ihtişamlı isimlerin olduğu TEFSİRLERe de inanır… Ama adı sadece 5 harf olan KİTAB’A, hâli sadece beş harf (Türkçesinde 5 harf) KUR’AN’A inanmaz, inanamaz!
Ona üzerinde el-CÂMİ’ li-AHKÂMİ’L-KUR’ÂN gibi (breh breh breh, isme bak ve bir de ismin ifade ettiği mânâya bak, ne ihtişamlı(!)) tefsirler lazım… Ona üzerinde MEFÂTÎHU’L-GAYB –TEFSİR-İ KEBİR– (Gaybın Anahtarları-Yüce açıklamalar) gibi şeyler yazan oldukça ihtişamlı tefsirler lazım!
Baksanıza şu sadeliğe… KİTABUN = YAZI … KUR’AN = ÖĞRETİ
Oldu mu ya? Bu kadar kısa ve sade isimler Allah’a yakıştı mı?
Daha cafcaflı, daha eksantrik, daha büyük mânâlar ifade eden isimler olmalı değil miydi?
Sadelik yerine ihtişama yöneliş
Razi bile kendi yazdığı kitabına GAYBIN ANAHTARLARI gibi cafcaflı bir isim bulmuşken Kur’an kendisine sadece KİTAP diyor… Iı ıı,h olmadı bu!
Biz buna tâbi olmayız… Biz üzerinde MEFÂTÎHU’L-GAYB yazana tabi oluruz çünkü biz sadelikten nefret eden insanlarız. Bize büyük iddialar ve büyük isimler lazım!
Baksanıza şu Allah’a… Kitab’ın başından sonuna kendisine sadece “ALLAH” diyor!
Yahu, bu kadar sade isim olur mu?
Bu yüzden “MUHAMMED (SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM)” demeyene “Ulan edepsiz! Muhammed senin asker arkadaşın mı ki onun ismini ağzına aldığında ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ demiyorsun!” diye çıkışırız.
Allah’a kul olan bir İSA’ya asla razı olamayız, ona rütbe takıp ALLAH’IN OĞLU yaparız.
Çünkü biz sadelikten nefret ederiz.
Çünkü biz İNSAN olmanın sadeliğinden kurtulmak için ŞEYTANI bile kılavuz ediniriz.
Bizi sadeliğe çağıran resullerin her birini YARI İLÂHA çeviririz.
Biz sadeliğe çağıran Kitab’ın kendisini şifreleri çözülememiş yazıya çeviririz.
Ulemâ gürûhu işte kendisini böyle sanan bir türün içinden çıkmıştır.