Sarabe Kelimesinin Nisa 34 Ayet Kok Tanimina Dair Calisma

‘SARABE’ KELİMESİNİN (NİSÂ 34. AYET) KÖK TANIMINA DAİR ÇALIŞMA

‘SARABE’ (صرب) (Sad harfi ile yazılarak)

(NOT: Bu kelimenin anlamları için aşağıda yapay zekanın cevaplarını görebilirsiniz, siz de başvururken ASIL METİNLERİ mutlaka kontrol etmelisiniz yoksa çok yanıltıcı oluyor.)

Ebu Ubeyd, el-Asmaî’den nakletti: “Süt tulumda bekletilip ekşimesi şiddetlendiğinde, buna ‘es-Sarb’ ve ‘ed-Darb’ denir.” Ve şu şiiri inşad etti [Basit bahrinden]:

 “Hayr (iyilik) ve sultanın uzak olduğu yerden hoşnut olurum

Orada et-Tarfût ve es-Sarb ile oyalanmazlar”

 

Ve Şemir dedi ki: Ebu Hatim dedi ki: “El-Asmaî’nin ‘es-Sarb’ hakkında ‘ekşi süttür’ demesi yanlıştır.”

Dedi ki: “Ona dedim ki: ‘es-Sarb, ed-Dam’ (gözyaşı) demektir.”

  

El-Kuteybî dedi ki: “İsrıbni” sözü, “Sütü memede topladım ve sağmadım” anlamındaki “Sarabtü’l-lebene fi’d-dar’” ifadesinden gelir.

 

Bahîre için “Sariyye” denilmiştir; çünkü onlar onu sadece misafir için sağarlardı, böylece süt memesinde birikirdi, Muhammed bin İshak’ın dediği gibi.

 

Said bin el-Müseyyeb dedi ki: “Bahîre, tağutlar için memesi bırakılan (sağılmayan) ve hiç kimsenin sağamadığı [hayvan] demektir.”

 

El-Kuteybî dedi ki: “Sanki es-Surbâ, memesinde süt biriktiren (yani toplayan) demektir.”

 

Bazıları dedi ki: “(Es-Sarb’ı es-Sarm’dan [kesmek] türetir ve ‘ba’ harfini ‘mim’den değişmiş sayar, tıpkı ‘darbe lâzım ve lâzib’ denilmesi gibi. Sanki bu tefsir ‘Onu keseriz ve deriz ki surm’ sözü için daha doğrudur.)”

 

Sa’leb, İbnü’l-A’râbî’den nakletti, dedi ki: “Es-Sarb: Surbâ’nın çoğuludur, o da kulağı yarık olan Bahîre gibidir. Sütün toplanıp ekşidiği kaba ‘masrab’ denir, çoğulu ‘masârib’dir.”

 

Muhammed bin İshak bana anlattı, dedi ki: Amr bin Şu’be bize anlattı: Gunder’den, o da Şu’be’den, o da Ebu İshak’tan, o da Ebu’l-Ahvas’ın babasından işittiğini naklederek dedi ki: “Resulullah’a (s.a.v.) geldim, ben fakir biriydim. Bana ‘Senin malın var mı?’ dedi…”

Tehzibü’l-Luga’dan: (Muhammed b. Ahmed el-Ezherî’nin (ö.370/980) ansiklopedik sözlüğü)

‘SARABE’… DIŞARIDAN BİR MÜDAHALE OLMADAN, KENDİ İÇİNDE DEĞİŞMESİNİ, İSTENİLEN KIVAMA GELMESİNİ SAĞLAMAK. 

SÜTÜ EKŞİTMEK İÇİN SARIP SARMALAYIP KENDİ HALİNE BIRAKMAK.

SÜTÜN BİRİKMESİ İÇİN MEME’Yİ KENDİ HALİNE BIRAKMAK.

İDRARIN BİRİKMESİ. 

GÖZYAŞININ BİRİKMESİ.

“Es-Sarb ve ed-Darb: Ekşi süt demektir.

Denilir ki: O, tulumda bir süre bekletilip ekşimesi şiddetlenmiş süttür. İki ismi vardır: Sarb ve Darb. 

Denilir ki: ‘Bize yüzü buruşturan ekşi bir şeyle geldi.’ 

İbn Zeyd’in hadisinde: ‘Ekşi sütle gelir.’

‘Ve Sarabe yadribuhu darben’: Bazısı bazısının üzerine sağıldı ve ekşidi.

Denilir ki: Süt ve yağ tulumda çalkalandı.

El-Asmaî [dedi ki]: Süt tulumda bekletilip ekşimesi şiddetlendiğinde es-Sarb ve ed-Darb [denir].

Ebu Hatim dedi ki: El-Asmaî’nin es-Sarb hakkında ‘o ekşi süttür’ demesi yanlıştır. Ona dedim ki: ‘es-Sarb ed-Dam’ (gözyaşı) demektir.’ Dedi ki: ‘Evet, öyledir.’ Denilir ki: ‘Tulumda süt çalkalandı.’”

 

İbnu’l-A’râbî [şöyle dedi]: “Ed-Durûb: Bedevilerin zayıflarından olan az sayıdaki evler demektir.”

El-Ezherî dedi ki: “Ve es-Sarm, es-Sarb gibidir ve mim ile [yazılışı] daha iyi bilinir.”

 

Ve denilir ki: “Falanca kendi mekrezinde (yerinde), masrabında ve makra’ında durdu.” Bunların hepsi: İçinde süt biriktirilen tulum anlamındadır.

Bir bedevi, başka bir bedevi kadının yanına geldi. Deve [sürüsünün] sütünü görmek istedi. Kadın sağmaya ve içmeye başladı. Adam dedi ki: “Sütü yanlış yerinde ve zamanında sağdın.” Kadın da: “Sütü acele mi sağayım?” dedi.

 

‘Ed-Darîbe’: Sırtta toplanan su demektir. Bu bir benzetmedir, tulumda toplanan süte benzetilmiştir.

 

‘El-Masrab’: İçinde süt çalkalanan kap demektir, çoğulu mesârib’dir. ‘Sarabtu’l-lebene fi’l-vikâ’ ve ıdtarabtuhu’ dersin: Yani onu bir şeyden sonra başka bir şeyle topladığında, ekşimesi için.

 

‘Es-Sarîb’: Tulumda bekletilen süt, tatlı veya ekşi olsun.

  

‘Ve ıdtarabe ve sarabe bevluhu’ (idrarını tuttu) ‘ve yasribuhu sarben’: Uzun süre tutup hapsettiğinde ve bazısı deve için kullanılır. Bundan dolayı bahîre için “suribet” denildi, çünkü onlar onu sadece misafir için sağarlardı, böylece süt memesinde birikir.

 

Said bin el-Müseyyeb dedi ki: “Bahîre, tağutlar için memesi bırakılan ve hiç kimsenin sağamadığı [hayvan] demektir.”

 

Ve Ebu’l-Ahvas el-Cuşemî’nin babasından gelen hadiste: Resulullah (s.a.v.) ona “Sağlam kulaklı ve sağlam koyunların var mı? Ve bunları ‘sarb’ olarak adlandırır mısın?” diye sordu.

 

El-Kuteybî dedi ki: “‘Isrıbnî’ sözü, ‘memede sütü topladım ve sağmadım’ anlamındaki ‘sarabtu’l-lebene fi’d-dar’’ ifadesinden gelir.”

 

Bazıları bunu ‘sağma’dan alırlar ve onu devenin sütünden engelleme olarak açıklarlar.

“Ve ed-Darb ve ed-Sarb’: Kırmızı sakız (zamk) demektir. Şair bedevi hakkında şöyle dedi:

“Hoşnutum hayır ve sultanın olmadığı yerden

Et-Tarfût ve ed-Darb’la yetinirler.”

Vahdesi [tekili] ‘sarîbe’dir ve ‘sirâb’ üzerine de çoğul yapılabilir. Denilir ki: O, kırmızı taşları ve toprağı toplayan şeydir. Bazen de sirbe, sefertası başı gibi olur, içinde çeşitli şeyler vardır, kalaydan ve bakırdan yapılmıştır, yenilir. Şair şöyle dedi:

“Sana kavmin etli yemeği yeter olacak

Ve büyük kaselerdeki karıştırılmış su.”

 

‘Ed-Darb ve es-Sarb’: Kırmızı sakız, bal, kar ve denizden çıkarılan şeylerdir. Ve toprağı dümdüz ettikten sonraki meyveleri ve otları (toplamak), yerin kurumuş otları ve şeyin yukarı kaldırılması demektir.

 

İmru’l-Kays’ın beytinde şöyle geçer: ‘Sarâbe’, yani: Onu yağmur ve çiyle ıslattı. Bir rivayette: ‘Sirâbe’, yağmurun üst üste yağması demektir. ‘Sirâye’ olarak da rivayet edilmiştir ki bu, hanzal (ebucehil karpuzu) suyunun toplanması anlamındadır, o da kırmızı saftır.” (LİSANUL ARAB)

Önünde sonunda SARABE kelimesi tüm sözlük anlamlarında “Bir şeye hiç müdahale etmeden istenilen kıvama gelmesi için kendi içinde değişmesini sağlamak.” şeklinde bir manaya sahiptir.

Nisâ suresinde kelime, başında ‘VAAZ etmek’ kelimesi olan bir cümlede geçmektedir. ‘VAAZ’; “Bir kişiye hiç müdahale etmeden, zorlamadan, tehdit etmeden, şantaja başvurmadan öğüt vermek”tir. Bu öğüdün amacı muhatabın KENDİLİĞİNDEN kötü olandan vazgeçip iyi olana yönelmesidir ki işte bu anlam tam tamına ‘SARABE’ kelimesinin anlamıdır.

Ayetin bağlamı ve tarihsel arka planı

Ayrıca NİSÂ suresindeki cümlede 3 tane emir vardır ve bu emirlerin arasında tertip bildirmeyen ‘VAV’ vardır. Bu durumda 3 emrin üçünün de aynı anda yapılması gerekmektedir yani aslında emredilen sadece bir şeydir ama bu bir şey 3 fiil ile birlikte yapılacaktır: 

  1. VAAZ EDECEKSİN (zorlama, şantaj veya bunu yapmazsan şöyle yaparım demeden).
  2. EVLİLİĞE ZORLAMAYACAKSIN.
  3. KENDİ İÇİNDE İSTENİLEN KIVAMA GELMESİNİ SAĞLAYACAKSIN.

Süt kendisi ekşiyecek ama sütün ekşimesi için gerekli ortamı sütü ekşitmek isteyen hazırlayacak.

Memede süt toplanacak ama memenin sütü toplaması için onu sıkmamak, süt yapacak şeyleri yemek, sütü toplamak isteyenin yapması gereken bir şeydir.

Nisâ suresinin 15. ayetinde ‘fuhuş’u dört şahit ile tespit edilmiş olan kadın var. O pasajda bu kadınların LEHLERİNde bir durum bildirilene kadar evlerde hapsedilmesi söylendi. İŞTE, bu onların değişmesi için ORTAMDIR. 34. ayette ise onların LEHLERİNDE hüküm geldi.

  1. VAAZ: Aşağılama yok, hakaret yok, taciz yok, başa kakma yok, nefret yok, kin yok, ceza yok, tehdit yok, şantaj yok sadece ve sadece GÜZEL ÖĞÜT VAR.
  2. EVLİLİĞE ZORLAMA YOK: “Fuhuş yaptın (dikkat zina değil), namusumuzu kirlettin o halde evleneceksin ve namusumuzu temizleyeceksin.” gibi sözler yok. 
  3. ‘VASRİBUHUNNE’: “Onlara vaz’ ettin, evliliğe zorlamadın; şimdi verdiğin vaazın ondaki etkisini göstermesi için KENDİ HALİNE bırakarak değişmelerini sağlayın.”

Kelimeyi kendinden önceki kelimelerden kopararak direkt “REHABİLİTE etmek” manası tabi ki verilmez… Bu bağlamda kelimeye verilecek mana “ONLARI SARIP SARMALAYIP TUTUN, ONLARI KIVAMA GETİRİN.” gibidir. 

Ayetin en başında “VAAZ edin” deniliyor. “VAAZ etmek” zaten karşıdakinin bir KIVAMA gelmesi için öğüt vermektir yani VAAZ edenin bir amacı var zaten. İşte ‘SARABE’ bu amacın gerçekleşmesi için onlara UYGUN ORTAM hazırlamaktır VE İŞTE BUNA “REHABİLİTE ETMEK” denir.

VAAZ’ın amacı nedir?

Bu kadınlar ‘NUŞUZ’ yapmış kadınlardır.

Peki, bu kadınların yaptığı ‘NUŞUZ’ nedir?

İşte o 15. ayetteki FAHŞİYATTIR.

Peki, ‘Fuhşiyat’ nedir?

KESİNLİKLE ‘ZİNA’ DEĞİLDİR. Zina dışındaki cinsel içerikli kabahattir. Zina olmasa da öpüşme, sevişme ve benzeri kabahatleri işleyenler ZİNA DA YAPMIŞ OLMA İHTİMALİNİ HER ZAMAN TAŞIRLAR.

Bu durumda zina yapıp yapmadığı değil, HAMİLE OLUP OLMADIĞININ anlaşılması için EVLERDE TUTMAK.

Yaptığı işin bir heves olup olmadığının anlaşılmasını tespit etmek için evliliğe zorlamamak.

İSTENİLEN KIVAM ise fuhuş yaptığı kişi ile münasebetinin ciddi mi yoksa bir heves mi olduğunu KENDİSİNİN ANLAMASINI sağlamak.

EĞER HEVES ise zaten kendisi kendini alıkoyacaktır. YOK, HEVES değilse bu durumda da kadın-erkek ilişkilerinin HEVES ile değil HUKUK ile yapılması gerektiğini anlamasını sağlamak yani tek amaç kadının FUHUŞ (zina haricindeki cinsel suç) işlediği partnerinden onu ayırmak değildir, tam tersi eğer aralarındaki HEVES değil de sevgi, aşk, muhabbet veya buna benzer şeyler üzerinden gerçekleşen bir ilişki ise bunu HUKUKSUZ değil de gizli kapaklı değil de açıkça yapmalarını sağlamak yani ONLARI ÖRFE UYGUN BİR ŞEKİLDE EVLENDİRMEK.

Fuhşiyat, nuşuz ve terminoloji

İşte, ‘SARABE’ kelimesinin ifade ettiği anlam tam da BU. 

484_SARABE_KELIMESININ_NISA_34_AYET_KOK_TANIMINA_DAIR_CALISMA

Ayrıca Kurtubi, Zemahşeri, Razi gibilerinin tefsirlerinde bu ayet bağlamında bu bilgi vardır fakat yüksek seviyede kıraat bilgisi gerektiren bu bilgi ARAPÇA bilmeyen ve kıraat ilminden haberi olmayanlar açısından yanlış sonuçlara götürür.

Arap dilinin ilk ansiklopedik sözlük yazarı olan HALİL B. AHMED (ö: 175/791), sözlüğünü ‘TAKLİB’ temeli üzerine oturtmuştur. Bunun sebebi onun Arapçadaki tüm kelimelerin asıl olan bir kelimedeki harflerin yer değiştirmesi ile oluştuğu fikrini benimsemiş olmasıdır. Bu metot ile Arapçadaki tüm kök harflerini TAKLİB ederek 12.305.000 kelime türetmiştir. Bu kelimelerin dilde olanlarına ‘MÜSTA’MEL’, dilde olmayanlarına ise ‘MÜHMEL’ demiştir. Türettiği kelimelerin büyük çoğunluğunu 4 ve 5 kök harfi olan kelimeler oluşturmaktadır yani 12.305.000 kelimenin çok azı 3 kök harflidir.

Kök harfleri 3 olan bir kelimeden 6 kelime oluşturulabilir. Halil b. Ahmet; 3 kök harfli (sulasi) kelimelerin 6 TAKLİBİ de dilde olan kelimeler için ise bu 6 kelimeden birinin asıl, diğerlerinin ise harflerin yer değiştirilmesi ile oluştuğunu söylemiştir.

Bu TAKLİB teorisi ondan sonra da devam etmiştir ve günümüzde de bu gayet tutarlı bir teori olarak devam ettirilmektedir.

Bu temel üzerinden ‘SARABE’ (صرب) kelimesine bakacak olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. Sulasi olan bu kelimenin TAKLİBİ şöyledir:

  1. BSR
  2. BRS
  3. RBS
  4. RSB
  5. SBR
  6. SRB

Bu taklibin hepsinin sözlükte yani faal dilde karşılığı vardır. O halde bu 6 kelimeyi birbirine bağlayan ve birinin merkezde olacağı bir anlam bağı olmalıdır.

Bu altı kelime arasında bir halden bir hâle geçmeyi bildirmeyen, tam tersi iki hal arasında sabit bir noktayı bildiren kelime ‘RA-SAD-BA’ köküdür. Kelimenin anlamı “orta parmak ile işaret parmağının dibindeki aralık” şeklindedir.

Bu anlama en yakın anlam ise ‘SBR’ kelimesidir. Kelimenin anlamı “istenilen bir hâlin devamlılığı veya istenilen bir hâle ulaşmak için mevcut durumda kararlı olmak, ısrarlı olmak” şeklindedir.

Arapça kök teorileri ve Halîl eleştirisi

Bu iki anlama en yakın anlamlı kelime ise ‘RBS’ kelimesidir. Bu kelimenin anlamı “ne olacağını beklemek, fırsat kollamak” şeklindedir. 

Buna en yakın anlam ise ‘BSR’ kelimesidir. Bu kelimenin anlamı “mevcut haldeki bir sabiteyi temel alarak henüz olmamış şeylerle ilgili öngörüde bulunmak.” (Dikkat! ‘Tahmin’ değil.)

Buna en yakın anlam ise ‘BRS’ kelimesidir. Kelimenin anlamı “saçın dökülmesi, kel kalmak, yağmurun yeri cascavlak yapması” şeklindedir yani iyi durumun kötüye değişmesidir.

Dikkat edilirse bu bir “iyileştirme” yani “rehabilitasyon” değildir hatta rehabilite etmenin tam tersidir.

Buna en yakın anlamlı kelime ise ‘SRB’ kelimesidir. “Mevcut hâlin istenilen kıvama gelmesi için müdahale etmeden ortam hazırlamak.”

Bu anlamların hepsini göz önüne aldığımızda ‘SRB’ kelimesinin kastettiği anlamın gerçekleşmesi için ‘SAD’, ‘RA’ ve ‘BA’ harflerinin taklibi ile oluşturulan kelimelerin hepsinin olması şarttır.

Şöyle ki:

  1. İKİ DURUM ARASINDA OLDUĞUNU TESPİT ETMEK: ‘RSB’
  2. MEVCUT HÂLİ SABİTE OLARAK ALIP OLMASI GEREKEN DURUM HAKKINDA ÖNGÖRÜDE BULUNMAK: ‘BSR’
  3. İYİDEN KÖTÜYE GİTMEMESİ İÇİN DİĞER SEÇENEĞİ GÖZ ÖNÜNE ALMAK: ‘BRS’

(NOT: Bu kelimenin bir manası da silip süpürmek şeklindedir. Bu da mevcut durumdaki kötü şeyleri yok saymak gibi bir anlama gelir ki iyiye gitmek için kötü temel alınmaz.)

  1. MEVCUT HÂLİ YENİ BAŞLANGIÇLAR İÇİN BİR FIRSAT BİLMEK: ‘RBS’
  2. KÖTÜ DURUMU İYİYE ÇEVİRMEK İÇİN KARARLI OLMAK: ‘SBR’
  3. BUNLARIN HEPSİNİ BİRDEN YAPMAK: ‘SRB’

Kelimenin bu arka planını göz önüne aldığımızda bizim ısrarla Nisâ 34. ayetteki kelimenin ‘DRB’ değil ‘SRB’ olduğunu söylememiz (Yüce Allah’ın inayetiyle) olağanüstü isabetli bir yaklaşım olmaktadır.

Bunun tersinden gelip kelimeyi ‘DRB’ okursak ne olur?

Yine karşımıza 6 taklib çıkar. Bu taklib’de de ‘DRB’ en son taklib olur:

  1. BRD
  2. BDR
  3. RBD
  4. RDB
  5. DBR
  6. DRB

—————————

  1. BRD: Akmak, sızmak, olması gerekenden azını vermek.
  2. BDR: (MÜHMEL)
  3. RBD: Çökmek, üzerine oturmak, sığınmak.
  4. RDB: Emmek, ağzıyla yalayıp zevkle emmek, bol ve şiddetle akmak.
  5. DBR: Toplayıp bağlamak.
  6. DRB: Vurmak.

Sadece bu tablo bile Nisâ 34. ayetteki kelimenin ‘DRB’ değil kesinlikle ‘SRB’ olduğunu ispata yeterlidir, tabi ki anlayana(!)

‘SRB’nin taklibine değil de iştikakına bakacak olursak bu durumda karşımıza 12 kombinasyon çıkar:

  1. SRB
  2. SZB
  3. SRT
  4. SZT
  5. SRS
  6. SZS
  7. DRB
  8. DZB
  9. DRT
  10. DZT
  11. DRS
  12. DZS

—————————

  1. SRB: (müsta’mel)
  2. SZB: (mühmel)
  3. SRT: (mühmel)
  4. SZT: (mühmel)
  5. SRS: (mühmel)
  6. SZS: (mühmel)
  7. DRB (müsta’mel) Vurmak
  8. DZB (mühmel)
  9. DRT: (mühmel)
  10. DZT: (mühmel)
  11. DRS: (mühmel)
  12. DZS: (mühmel)

Ayrıca ‘DAD’ harfi ile olan iştikaklarda ‘TENAFUR-İ HURUFAT’ vardır. Bütün bunlar bizim Nisâ 34. ayetteki kelimeye ‘SRB’ dememizin olağanüstü bir isabet olduğu anlamına gelmektedir.

Kavramlar: