Sebe 6 Ayet Meali

SEBE’ 6. ÂYET MEÂLİ

وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
Sebe’ 34 / 6

Veyerâ-lleżîne ûtû-l’ilme-lleżî unzile ileyke min rabbike huve-lhakka veyehdî ilâ sirâti-l’azîzi-lhamîd(i)

TDV Meali – Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur’an’ın) gerçek olduğunu bilir; onun, mutlak galip ve övgüye lâyık olan (Allah’ın) yoluna ilettiğini görürler.

Edip Yüksel Meali – Kendilerine bilgi verilmiş olanlar, Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu ve onun Üstün ve en çok Övülen’in yoluna ilettiğini görürler.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali – Kendilerine ilim verilmiş olanlar görüyorlar ki, Rabbinden sana indirilen Kur’an, hakkın kendisidir. O, gücüne nihayet olmayan, her hamde lâyık bulunan Allah’ın yolunu gösteriyor.

Metinsel yapı ve dilbilimsel çözümleme

Elmalılı Meali (Orijinal) – Kendilerine ılim verilmiş olanlar ise sana rabbından indirileni görüyorlar ki o mahzâ hak, ve o ızzetine nihayet olmıyan sahib hamdin yolunu gösteriyor.

Mehmet Okuyan Meali – Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilenin (Kur’an’ın) gerçek olduğunu ve onun güçlü, övgüye layık olan (Allah’ın) yoluna ulaştırdığını görürler (bilirler).

Bu âyete şu şekilde İRAB yapılmış:

301_Sebe_6_Ayet_Meali

Bu İRAB’a ve bu meâllere ve de dahî mevcut tefsirlere göre “KENDİLERİNE İLİM VERİLENLER” cümlesi her okuyanın kendisine göre anlam yükleyeceği bir tanıma dönüşmüştür.

Âyete dikkat edilirse hem bir ism-i mevsul vardır hem de ‘İLM’ kelimesi mârifedir.

Eğer bu cümleyi “KENDİSİNE İLİM VERİLENLER” şeklinde çevirirsek her kendisine bilgi verilenin âyette bahsedilen sonuca ulaşması gerekmektedir. Çünkü bu çevirilerde ‘İLM’ kelimesi bir TÜR ismi olmaktadır.

Meselâ şöyle bir yaklaşım belirleyelim…

İblis ve şeytan bilgisiz birileri midir?

Yakup’un oğulları veya “MUSA’ya Allah’ı açıkça göstermesen inanmayız.” diyenler BİLGİSİZ MİDİR?

Aynı âyeti, noktasına-harekesine dokunmadan İSNAD-MÜSNED ilişkisini NAHİV üzerinden kurarak şu şekilde de anlayabiliriz:

وَيَرَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ هُوَ الْحَقَّۙ وَيَهْد۪ٓي اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِ
Sebe’ 34 / 6

Veyerâ-lleżîne ûtû-l’ilme-lleżî unzile ileyke min rabbike huve-lhakka veyehdî ilâ sirâti-l’azîzi-lhamîd(i)

KENDİLERİNE “RABBİNDEN SANA İNDİRİLENİN İLMİ VERİLENLER” BİLİRLER Kİ O HAMİD OLAN AZİZİN YOLUNU DOĞRU BİR ŞEKİLDE GÖSTEREN HAKKIN TA KENDİSİDİR.

Yani meâl ve tefsir yazarlarının içini kendilerinin dolduracağı şekilde “her ilim verilen” değil, “RABBİNDEN SANA İNDİRİLENİN İLMİ VERİLENLER”dir konu edilen.

Bu durumda ‘İLM’ kelimesi MUZAF, ‘ELLEZİ’ Muzafun ileyh, sıla cümlesi ise muzafun ileyhin sıfatı olmaktadır.

“RABBİNDEN SANA İNDİRİLENİN İLMİ” ifadesi elbette ki “BU İLİM NEDİR?” sorusunu beraberinde getirecektir. İşte bu ilim ‘HİKMET’ diye bildiğimiz “BU YAZIYI ANLAMANIN YANİ İŞTİKAK-SARF-NAHİV bilgisidir.”

Tarihsel bağlam ve tercüme sorunları

Âyette bahse konu olan ‘İLM’, çalışma ile elde edilen, uydurulan, îcat edilebilen bir ‘İLM’ değil VERİLEN BİR İLİMDİR.

Bu âyette iki tane ‘İLE’ harf-i cer’i var… Bir tanesi ‘İLEYKE’de… Bunu “SANA” şeklinde karşıladık.

Diğeri ‘İLE SIRATİ’… Bunu da “YOLUNA” şeklinde karşıladık.

KENDİLERİNE “RABBİNDEN SANA İNDİRİLENİN İLMİ VERİLENLER” BİLİRLER Kİ O HAMİD OLAN AZİZİN YOLUNU DOĞRU BİR ŞEKİLDE GÖSTEREN HAKKIN TA KENDİSİDİR.

‘VAV’a gelince cümledeki ‘VAV’ı hem VAV-I HÂLİYE hem de VAV-I MÂİYE olarak almak mümkündür.

“HAMİD OLAN AZİZİN YOLUNU GÖSTEREN” veya “HAMİD, AZİZ OLANIN YOLUNU GÖSTEREN” cümlesi HÂL cümlesidir…

“YOLUNA” kelimesinde de “YOLUNU” kelimesinde de ‘İLE’ var… Bu kelimeye ‘-NA’ ve ‘-NU’ ekini verdiren ‘İLA’ harf-i cer’i.

“YOLUNA” ile “YOLUNU” arasındaki fark şudur… KUR’AN tamamen kelimelerden ve cümlelerden oluşmuş bir kitaptır. Kur’an yazıyı oluşturan işaretlere, işaretlerden oluşan kelimelere, kelimelerden oluşan cümlelere ‘ÂYET’ diyor…

Farklı meallerin karşılaştırmalı değerlendirmesi

‘ÂYET’ kelimesi ise “bir şeyin kendisiyle bilinir hâle geldiği şey” demektir… Yani âyetler kastedilen anlamda ASILLAR değil ASILLARI GÖSTEREN İŞARETLERDİR.

Şimdi biz “YOLUNA İLETİYOR” dersek… Hakîkî mânâda YOLA iletmesi lazım… Oysa âyetler Yolu gösteriyor… Kur’an’ın gösterdiğine inanıp gösterdiği yolda yürümek veya inanmayıp yürümemek insanın kendi tercihidir.

Bu yüzden “O HAMİD OLAN AZİZİN YOLUNU DOĞRU BİR ŞEKİLDE GÖSTEREN” şeklinde bir meâlini tercih ettim.

SÖZ varlık olarak ister yazı şeklinde olsun isterse SES şeklinde olsun HAKÎKÎ VARLIKTIR… Ama sözün kendisi değil de kastettiği SÖZDE VARLIĞINI BULAN, HAKÎKÎ VARLIK DEĞİLDİR… Hakîkî varlık SESİN veya YAZININ işaret ettiğidir.

Meselâ… ELMA yazısı yazı olarak HAKÎKÎ BİR VARLIKTIR… Ama E+L+M+A seslerinin kendileri değil de kastettiği bizzat sözün kendisinde vücut bulan hakîkî varlık değildir.

‘YEHDİ’ kelimesi “GİDİLEN İSTİKAMETİ / İRADE EDİLEN İSTİKAMETİ / VARILMAK İSTENEN İSTİKAMETİ DOĞRU BİR ŞEKİLDE GÖSTERMEK, TARİF ETMEK, YOL TARİFİ YAPMAK” anlamına gelmektedir.

Yani ‘YEHDİ’ fiilinin fâili kendisine adres soranı KOLUNDAN TUTUP YOLA SOKMAZ… Ona adresi dosdoğru bir şekilde gösterir…

Rehber de böyledir. Birinin kolundan zorla tutup peşine takana rehber denmez.

Hiç bilmediğiniz bir yere gidip karşınıza çıkan bir kişiye adres sorduğunuzda karşınızdaki kişi “PEŞİMDEN GELi BEN SENİ ORAYA GÖTÜREYİM.” dediğinde siz o kişiye ya inanırsınız ve peşine takılıp gidersiniz ya da inanmazsınız ve gitmezsiniz… Yani her halükârda İRADE kullanacak kişi ADRES SORAN kişidir.

Kur’an kendisine “CENNETE NASIL GİDERİM?”, “CENNETİN ADRESİ NEDİR, BİLİYOR MUSUN?”, “ALLAH’IN RIZASINI NASIL KAZANIRIM?”, “ALLAH’IN RIZASININ ADRESİ NEDİR?” şeklinde soru sorup oturduğu yerden kalkmayanlara ADRES tarifi yapmıyor… Önce tüm detayları ile NEREDE olduğunu soran kişiye ispat ediyor… Daha sonra “ŞU AN BULUNDUĞUN YERİ ANLADIN MI?” diye soruyor… Eğer “EVET, anladım.” deniyorsa, karşısındaki kişinin eline 3D bir harita veriyor, adım adım o haritayı ona anlatıyor ve en sonunda da “ŞİMDİ PEŞİMDEN GEL, SENİ ARADIĞIN ADRESE GÖTÜREYİM.” diyor… Yola çıkmadan yolu tanıtması ise arkasına takacağı kişinin ÖNGÖRÜLEMEZ BİR YOLA ÇIKMASINI ENGELLEMEK içindir.

Yoldayken de kişiyi yarı yolda terk etmiyor… Önceden anlatmasına, çok detaylı bir şekilde bilgilendirmesine rağmen peşine düşen kişinin yolda karşılaştığı şeyler, tırsması, anlamaması, çekingenlik yaşaması, tereddüt yaşaması durumunda HER DURAKTA, her tümsekte, her engelde peşine taktığı o kişiye YİNE o engellerin aslının ne olduğunu, o engelleri nasıl aşması gerektiğini, içine düşen korkulardan nasıl kurtulması gerektiğini DOSDOĞRU BİLGİLER vererek yardım ediyor.

KUR’AN; PEŞİNE TAKTIĞI KİŞİYİ, O KİŞİ KENDİSİNİ TERK ETMEDİKTEN SONRA TERK ETMİYOR.

ÇÜNKÜ O ‘HUVEL HAK, YEHDİ İLE SIRATIL AZİZİN HAMİD’.

Yani HAKÎKÎ BİR REHBER.

Kavramlar: