Başlıklar
SUÇ VE CEZA
İnsan türünün hayatına yön veren sistemlerin adaletli olup olmadığının ölçülerinin en başında “suçun hususiliği, cezanın hususiliği” ve “suç ve ceza arasındaki mütekabiliyet” gelmektedir. Bunlar ne demektir?
“Suç ve Cezanın Hususiliği”:
Suçun hususiliği ve ilkeleri
Sade bir dille “Sadece suçu işleyen cezalandırılır.” şeklinde ifade edebileceğimiz bu durum suçu kim işlemişse veya iştirak etmişse ondan başkasının cezalandırılmaması, onun yerine bir başkasına ceza verilmemesi veya suçluya olan yakınlığının (akraba, arkadaş gibi) cezalandırılmaya konu olmamasıdır. Bunun yanında suça karşılık bir kefalet olmamasıdır (“Kefalet” ile “kefaret” kelimelerinin karıştırılmamasına dikkat edilmelidir). Sonuç olarak “Sadece suçu işleyene ceza vermek adalet mekanizmasının en temel prensiplerinden biridir.” diyebiliriz.
Kur’an’ın birçok yerinde bu prensip جَزَٓاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذٰلِكَ مِنْكُمْ (cezâu men yef’alu żâlike minkum) (Bakara 2/85) şeklinde (ve başka formlarda) gelen cümlelerle kendisini göstermektedir:
مَنْ يَقْتُلْ مُؤْمِنًا مُتَعَمِّدًا فَجَزَٓاؤُ۬هُ (men yaktul mu/minen mute’ammiden fecezâuhu) (Nisâ 4/93)
مَنْ يَعْمَلْ سُٓوءًا يُجْزَ بِه۪ۙ (men ya’mel sû-en yucze bihi) (Nisâ 4/123)
كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ (keżâlike neczî-zzâlimîn(e)) (Yûsuf 12/75 – Enbiyâ 21/29)
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ (Liyecziya(A)llâhu kulle nefsin mâ kesebet) (İbrahim 14/51)
تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعٰى (tuczâ kullu nefsin bimâ tes’â) (Tâ-Hâ 20/15)
Bunlar ve buraya almadığımız pek çok cümle cezanın sadece suçu işleyene verileceğini bildirmektedir. Bu konuda Kur’an’da sanıldığından çok daha fazla detay vardır. Özellikle hukukçuların bu cümleleri çok detaylı bir şekilde incelemesini tavsiye ediyoruz.
“Suç ve Ceza Arasındaki Mütekabiliyet”:
Bu temel prensibi yine sade bir dille “Kişiye, suçuna uygun ceza vermek, suç ve ceza arasındaki dengeyi korumak.” şeklinde ifade edebiliriz. Nitekim bununla ilgili de Kur’an’da sanıldığından çok daha fazla detay bildiren pek çok ayet vardır:
وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ (vehel nucâzî illâ-lkefûr(a)) (Sebe’ 34/17)
وَلَا تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ (velâ tuczevne illâ mâ kuntum ta’melûn(e)) (Yâsîn 36/54)
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ (Men ‘amile seyyi-eten felâ yuczâ illâ miślehâ) (Mü’min 40/40)
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ (Ve cezâu seyyi-etin seyyi-etun miśluhâ Ve cezâu seyyi-etin seyyi-etun miśluhâ) (Şûrâ 42/40)
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُ۫ا بِمَا عَمِلُوا (liyecziye-lleżîne esâû bimâ ‘amilû) (Necm 53/31)
ثُمَّ يُجْزٰيهُ الْجَزَٓاءَ الْاَوْفٰىۙ (Śumme yuczâhu-lcezâe-l-evfâ) (Necm 53/41)
Bireysel bazda kalan veya çete oluşturularak yani organize suçlarda suç ve ceza arasındaki mütekabiliyeti anlamak ve buna uygun olanı tespit etmek çok zor değildir. Fakat özellikle organize suçlar iştirak edenlerin sayısı çoğaldıkça bu durum giderek zorlaşmaktadır. Durumun zorluğu sadece ceza verme açısından değildir, aynı zamanda suçun organize olan kişiler açısından ne miktarda işlendiğini anlamak da zorlaşmaktadır.
Hangi toplum olursa olsun yasal olmak ile meşru olmak arasındaki bağın koparılması suçluyu tespit etmeyi de imkânsız hâle getirecektir. Bu durumda eğer yasal olmak başka bir kaynağa, meşru olmak başka bir kaynağa dayanıyorsa yasalı ve meşruyu ayırt etmek zor hatta imkânsız hâle gelecektir. Bu durumda cezanın meşru olana göre mi yoksa yasal olana göre mi verileceği tartışması da ortaya çıkacaktır ki bu asla sonu gelmeyen ve gelmeyecek olan bir tartışmadır.
Günümüz sistemlerini yönetenler bu ikisi arasındaki farkı bilseler bile kendisine hüküm uygulanan halklar yasal ve meşru arasındaki farkı kesinlikle bilmemektedirler ve çoğunlukla yasala olana göre değil meşru olana göre yaşamaktadırlar.
Bu çelişkiyi doğuran ana etken (İslam hariç) ideoloji ve dinlerin yasala ve meşruya iki farklı kaynağın eşlik edebileceğini sanmalarıdır. Yasal olanı belirleyen şey kesinlikle bir prensibe göre temel alınan yaşam biçimlerine göre düzenlenmiş kanunlar, anayasalar, kurallardır. Meşru olanı belirleyen şey ise kanun, anayasa ve kuralları ortaya çıkan ve hepsinin temelinde olan prensiplere duyulan İNANÇTIR.
Kanunları ortaya çıkaran yaşam biçiminin varlık sebebi olan o temel prensibe inanılmaması ama ondan kaynaklanan kanun ve düzenlemeler eşliğinde yaşanması, hak ve sorumlulukların inanılmayan o prensibe göre belirlenmesi durumunda sayısı ne kadar çok olursa olsun o toplumu oluşturan bireylerin İKİ YÜZLÜ bir meşruiyet anlayışına sahip oldukları anlamına gelecektir. Çünkü her kanun ve düzenleme sadece yasal olsun diye konulmaz. Hatta bu kanun ve yasaların meşruiyeti yasal olmasından çok daha önemlidir.
Çünkü eğer yasalar ve kanunlar insan vicdanında meşru olmazlarsa bu durumda yasalar ve kanunlar gücünü sadece polisten, askerden, baskıdan, istibdattan alır hâle gelirler.
Eğer ki bir toplumun meşruiyet ve yasal dayanakları farklı iki kaynaksa, farklı iki temelse, farklı iki otoriteyse en hafif ve sade deyimle bu toplum MÜŞRİK BİR TOPLUMDUR.
Yasal ve meşru arasındaki farkı ve bu farkın yarattığı sonuçları bilmeyen geniş halk yığınları getirdiğimiz bu tarife burun kıvırabilir ve hatta yadırgayabilirler, oysa “şirk” denen şeyin en basit tarifidir bu dediğimiz.
Herhangi bir yasa eğer meşru değilse ve meşruiyet kaynağı Yüce Allah’ın kitabı değilse veya bunun tam tersi olarak eğer herhangi meşru bir inanç, hareket, düzenleme veya önerme yasal zeminde kendisine karşılık bulmuyorsa, onu yasal hâle getirecek zemin Yüce Allah’ın dini değilse kim ne derse desin bu toplum müşrik bir toplumdur.
Yasal olanın Kur’an, meşru olanın başka bir şey olması veya
Yasal sınırlar ve meşruiyet ayrımı
Meşru olanın Kur’an, yasal olanın başka bir şey olması şirkin ta kendisidir.
İşte yasal olanın başka bir kaynak, meşru olanın başka bir kaynak olduğu hayat sisteminde yaşayan bizler bu durumda kendimizi nereye konumlandıracağız?
Böylesi bir konumlandırma neden gereklidir?
Bir mümin hangi durumda ve ortamda olursa olsun mutlaka ve mutlaka yapması gerekirken yapmadıklarından ve yapmaması gerekirken yaptıklarından hesaba çekilecektir. Yasal olan ile meşru olanın farklı olduğu bir sistemde yaşayan bizlerin suçu neye göre tespit edilecektir, yasal olana göre mi yoksa meşru olana göre mi?
Farkına vardıktan sonra kıramadığımız bu döngünün, farkına vardıktan sonra değiştiremediğimiz bu hayat yönünün suçu nedir ve ona MÜTEKABİL cezası nedir ve bu neye göre belirlenecektir?
Yasalı başka, meşrusu başka olan şirk temelli bir hayat biçimi her tarafımızı sarmışken ve biz de onun akıl yönünde akıp giderken Musa ödülü mü bekleyeceğiz yoksa Musa’nın dediği gibi “İçimizdeki beyinsizler yüzünden biz de mi cezalandırılacağız?”
Sebe’ suresindeki cehennemliklerin kendi aralarındaki diyaloglarına baktığımızda böylesi toplumlarda MUSTAZAF olmanın pek işe yaramadığı görülmektedir yani zayıf ve güçsüz bırakılmış olmak bizi kurtarmayacak görünüyor.
Birey sorumluluğu ve toplumsal konumlandırma
O halde bizim bizzat kendimiz için SUÇ tespitinde bulunup buna mütekabil olan cezanın ne olacağını daha ölmeden, henüz can bedendeyken yapmamız gerekmektedir. Yoksa Musa pozu kesen Firavun olmaktan başka bir şey olmayacak yaşadığımız hayat.
Yaşadığı hayattan kendi çıkarımları ile ahirette mükafat alacağını umarken ahirette beklentilerinin boşa çıkıp ceza alma durumu bir hayal kırıklığı olacaktır ve Kur’an bu duruma ‘ĞAYY’ demektedir ki İblis’in içine düştüğü ve Âdem’i içine düşürdüğü durum tam da budur. Unutmayalım ki Âdem o ağaçtan tadarken ‘MELEKEYN’ ve ‘HALİDİN’ olma umudu taşıyordu.
İşte biz de aynı duruma düşmemek için beklentilerimizi ve umutlarımızı içinde bulunduğumuz duruma göre yapmak zorundayız. Çünkü Yüce Allah, cezalardaki mütekabiliyeti bildirirken “KİŞİYE SA’YININ KARŞILIĞI VARDIR.” demektedir. ‘SA’Y’ sadece koşturmak veya çabalamak değildir. Aynı zamanda çabanın YASAL VE MEŞRU olması demektir. Çaba başka bir telden, çabanın kaynaklandığı meşruiyet başka bir telden çalarsa buna ‘SA’Y’ değil ‘ĞAYY’ denir.
Yaşadığımız sistemler ve tüm dünyadaki diğer sistemler bu dünyada yaşayan bizleri İKİYÜZLÜ bir yaşam biçimine mecbur bırakmaktadır çünkü bizim hayatımız ya meşruiyetine inanmadığımız yasalarla ya da yasasına inanmadığımız meşruiyetlerle düzenlenmekte.
Şirkten daha aşağı bir durum olmadığı sanılmaktadır. Oysa kötülük mertebesi olarak şirkten daha aşağı mertebeler de bulunmaktadır. Yasal olanı kendi inancından, inancı kendi yasasından kaynaklanmayan bir hayatı yaşamaya mecbur olmak şirkten daha beter bir durumdur. Çünkü şirkten dönme umudu vardır ama bir göz boyamayla tevhit elbisesi giydirilmiş şirkten dönme imkânı yoktur.
Dini, müktesebat… Yasası “insan” olanların uyanması da ayıkması da içinde bulunduğu durumun farkına varması da imkânsız denecek kadar zordur.
Kabul edelim veya etmeyelim sonuçta bir yasalı hakiki, meşruiyeti sanal olan bir karaktere sahip olmuş durumdayız. ‘MÜZEBZEBİNE BEYNE ZELİK’ cümlesi tam da bizim durumumuza uygun bir cümledir. İkisi arasında dönüp duran ama ne ondan ne de bundan olamayan…
Şimdi bu durumda olan bizler için cezada mütekabiliyet inandıklarımız (ya da inandığımızı sandığımız) şeyler üzerinden mi yoksa yaşadığımız hayat üzerinden mi olacak?
Meseleye Nuh kavmi üzerinden yaklaşacak olursak bunun cevabı kesinlikle “Nuh’un karşısında duran toplumun akıbeti ne ise bizimkisi de o olacak.” şeklinde olacaktır çünkü cezalar, kafalardaki şeyler üzerinden değil pratik hayat üzerinden verilir.
Bir adamı öldürmeyi düşünen ama yapmayan adama ceza verilmez fakat bir adamı öldürmek istemeyip adam öldürene kesinlikle ceza verilir.
Şirk koşmak isteyip şirk koşmayana ceza verilmez fakat kafasında şirk koşmak istemeyip pratiğinde şirk koşanlara kesinlikle bir ceza vardır.