Başlıklar
YARATILIŞ MEVZUSU BAĞLAMINDA BAKARA 119-120-121. AYETLERİ
Velen terdâ ‘anke-lyehûdu velâ-nnesârâ hattâ tettebi’a milletehum kul inne huda(A)llâhi huve-lhudâ vele-ini-tteba’te ehvâehum ba’de-lleżî câeke mine-l’ilmi mâ leke mina(A)llâhi min veliyyin velâ nasîr(in)
TDV Meali – Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.
Elleżîne âteynâhumu-lkitâbe yetlûnehu hakka tilâvetihi ulâ-ike yu/minûne bih(i) vemen yekfur bihi feulâ-ike humu-lḣâsirûn(e)
TDV Meali – Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Ama her kim onu inkâr ederse, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.
Bu iki ayetin ana gündemimiz olan YARATILIŞ üst başlığıyla alâkası şudur:
Hatırlanacağı üzere en son geldiğimiz noktada özellikle ‘CAHİM’ kelimelerinin en azından her yerde “CEHENNEM” anlamına gelmemesi gerektiğini, bu kelimenin özellikle ‘ASHABUL CAHİM’ kullanımlarına verilen “cehennem ashabı” manalarının sorunlu manalar olduğunu söylemiştik.
Gündeme getirdiğim Bakara 120 ve 121. ayetlerin bağlamına bakılırsa o ayetlerden hemen bir önceki ayette de ‘ASHABUL CAHİM’ ifadesinin geçtiği görülecektir.
İnnâ erselnâke bilhakki beşîran veneżîrâ(an) velâ tus-elu ‘an ashâbi-lcehîm(i)
TDV Meali – Doğrusu biz seni Hak (Kur’an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.
Vela tuselu okunuşu ve anlamı
Meal ve tefsirlerde bu ayetin son cümlesinin bağlamının hep ahiret ile alâkalı olarak anlaşılması gerektiği vurgulanmıştır. Fakat bu ayetin son cümlesinin ahiret bağlamında olması İMKÂNSIZDIR.
Ayette geçen وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ (velâ tus-elu ‘an ashâbi-lcehîm(i)) cümlesinin başında MEÇHUL FİİL olarak noktalanmış ve harekelenmiş تُسْـَٔلُ (tus-elu) kelimesinin KIRAATİ hususunda şöyle söylenmiştir.
Yani kelime ‘LEN TUSELE’ … ‘VELA TESELU’ … ‘VE MA TESELU’ … ‘VELA TESEL’ şeklinde de okunabilmiş (ama kimse bunlara “Yeni Kurân yazıyorsunuz.” dememiş!)
Bu kelimenin EL YAZMALARINDAKİ yazılışına baktığımızda kelimenin tüm el yazmalarında AYNI ŞEKİLDE yazıldığı görülmektedir:
Bu da İbn Mesud ve Kab’a dayandırılan ‘LEN TUSELE’ ve ‘VE MA TUSELU’ okuyuşlarının delilsiz olduğunu göstermektedir.
Çünkü her iki okuyuş da kelimelerin HEY’ETLERİNİ bozmaktadır.
Ayette ‘LA’ yerine ‘LEN’ veya ‘MA’ olduğunun ispatı Zemahşerî’nin yaptığı gibi RİVAYET üzerinden gelecek kadar UCUZ olmamalı… “Rivayet buluyorsan değişik okuyabilirsin, heyetleri değiştirebilirsin” şeklindeki yaklaşım son derece sakat ve oldukça ucuz bir yaklaşımdır.
Yani Kur’an’daki bir edatı kaldırıp yerine ‘LEN’ ve ‘MA’ gibi başka bir resim koymak olacak şey değildir.
Bu durum “noktalama ve harekeleme” ihtilafı değildir. Basbayağı başka bir yazı, başka bir resim, başka bir görünüş, başka bir HEYET koymaktır.
Yazının HEYETİNE dokunmadan konulacak nokta ve harekeler yazının heyetinde bir ihtilaf değil KIRAATİNDE bir ihtilaftır.
Şimdi, ilk önce yazının heyetine dokunmadan Âsım b. Behdele’nin meçhul fiil olarak belirlediği duruma bir bakalım. Hakikaten bu kelimenin meçhul fiil olarak noktalanması ve harekelenmesi doğru mudur?
Hemen belirtelim ki kelimeyi meçhul fiil olarak noktalamak cümlenin NAHVİNDE veya SARFINDA bir sorun oluşturmamaktadır. Fakat böyle olmasına rağmen ortaya çıkan anlamda ciddi bir sorun ortaya çıkmaktadır.
Bir kelimeye nokta ve hareke tercih ederken nelere dikkat edilmelidir?
- Sarf ve Nahve uygunluğuna
- Kendinden önceki ve sonraki ayetlerle sarf ve nahiv açısından uygunluğuna
- Ortaya çıkan anlamın cümledeki diğer anlamlarla uygunluğuna
- Ortaya çıkan anlamın kendinden önceki ve sonraki cümlelerle uygunluğuna
- Ortaya çıkan anlamın bahse konu olan konunun Kur’an bütünlüğünde anlatılan anlamlara uygunluğuna
İşte bu açılardan baktığımızda Âsım b. Behdele’nin nokta ve hareke tercihinde SADECE İLK İKİ UYGUNLUK VARDIR ama diğer uygunlukların hiçbiri yoktur.
‘VELA TUS’ELU’ ŞEKLİNDE NOKTALAMANIN CÜMLEDEKİ ANLAMA UYGUNSUZLUĞU
Ayetin ilk cümlesi şudur; اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ (İnnâ erselnâke bilhakki beşîran veneżîrâ(an))
Bu cümle meallerde şu şekilde anlamlandırılmıştır:
A. B. GÖLPINARLI: Şüphe yok ki biz, seni dosdoğru bir müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik.
Gölpınarlı ayette geçen ‘BİL HAKKİ’ kelimesine galiba “dosdoğru” manası vermiş. Oysa kelimenin böyle bir anlamı yoktur.
Bil hakkı ifadesi ve meal tartışması
Kaldı ki “DOSDOĞRU” anlamı ancak kelimenin HAL olması durumunda mümkündür ve cümlede HAL olabilecek bir kelime yoktur. ‘BİL HAKKİ’ kelimesi MEFULÜ BİH GAYRİ SARİHTİR.
Cümlede HAL olması gereken kelimeler ‘BEŞİRAN’ VE ‘NEZİRAN’ kelimeleridir ve zaten her ikisi de nahve uygun olarak MANSUB gelmişlerdir.
Yani anlayacağınız GÖLPINARLI oldukça isabetsiz bir meal vermiştir.
Ali Bulaç Meali: Şüphesiz biz seni bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak, hak (Kur’an) ile gönderdik.
Bayraktar Bayraklı Meali: Doğrusu biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik.
Diyanet Vakfı Meali: Doğrusu biz seni Hak (Kur’an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Bunlar ve benzeri mealler ise ayette geçen ‘BİL HAKK’ kelimesinin yerine “KUR’AN” kelimesini koyarak meal vermişlerdir. Buna göre ‘Bİ’ harf-i cer’ine ‘İLE’ harf-i cer’inin anlamı yüklenmiş olmaktadır. ‘Bİ’ harf-i cer’ine “İLE” anlamı vermek nahve aykırı değildir.
Fakat cümleye böyle bir anlam verilebilmesi için de sanırım ‘BEŞİRAN’ kelimesinin önünde de bir ‘VAV’ olması gerekmektedir.
Bunu göz ardı etsek bile ortaya çıkan anlam yine sorunludur. Çünkü hiçbir resul KUR’AN İLE VEYA KİTAP İLE BİRLİKTE GÖNDERİLMEDİ… Tam tersi Kur’an onlara İNZAL veya TENZİL edildi.
Buna “Buradaki kullanım mecazdır, zaten kastedilen Kur’an’ın indirilmesidir.” şeklinde bir tevil getirilebilir. Fakat araştırmamızın sonunda ‘HAKK’ kelimesi Kur’an’ı ifade etse bile böylesi bir tevile gitmeden manaya ulaşmanın yollarına bakmak gerekmektedir.
Hani bu adamlar ‘Bİ’ harf-i cer’ine “İLE” anlamı verdiler ya bu durumda İKİ DURUM ortaya çıkmaktadır. “KUR’AN İLE (VE) BEŞİRAN VE NEZİRAN OLARAK” olması lazımdı.
Fakat ‘Bİ’ye kendi anlamı olan “GÖRE, ADINA, NAMINA” manaları verilirse sorun kalmıyor.
“BİZ SENİ BU (O) HAK NAMINA BEŞİRAN VE NEZİRAN OLARAK GÖNDERDİK.”
Yani “Millete kafana göre müjde ver ve onları kafana göre uyar diye değil, BU ‘HAKK’A göre müjde ver ve uyar diye gönderdik.”
Zaten, 121. ayette ‘HAKK’ kelimesinin ne olduğu açıklanıyor.
Bir ayet öncesinde de ‘KAD BEYYANNA’L AYETİ’ ifadesi de geçiyor.
Yani buradaki ‘HAKK’ kelimesi işte bir önceki ayette geçen ‘BEYYANNAL AYET’ ifadesine gidiyor… HAK olan işte o ayetlerin BEYAN edilmiş olmasıdır.
Ayetin dünya mı ahiret mi olduğu
“SENİ DE İŞTE BEYAN ETTİĞİMİZ O AYETLERE GÖRE BEŞİRAN VE NEZİRAN OLARAK GÖNDERDİK.”
İşte durum böyle olunca 119. ayette geçen ‘VELA TUSELU’ ifadesinin ‘VELA TES’EL’ şeklinde noktalanması ve harekelenmesi ve anlamın da AHİRET değil bu dünya olması lazım.
Çünkü “Sen nar yani cehennem ashabından sorumlu tutulmayacaksın.” demenin bir anlamı yok.
Eğer ‘ASHABUL CAHİM’ ifadesine “Cehennem ashabı” manası veriliyorsa şu sorunun cevabının da verilmesi lazım:
Bu cümle anlam yönü BEŞER’DEN-RUH’A (Cebrail’e) şeklinde olan bir cümle değildir. Karşıdaki resul henüz kimin cehennemin ashabı olacağını bilmemektedir ve bilmesine de imkân yoktur. O halde nasıl olur da ona marife bir isim tamlaması ile söz söylenir?
“Sen ‘ASHABİL CAHİM’den sorumlu tutulmayacaksın.” demek için o resulün KİMDEN SORUMLU OLMAYACAĞINI mutlaka bilmesi gerekmektedir.
Bir de meallerde ‘VELA TUS’ELU’ ifadesine “Sorumlu tutulmayacaksın.” manası verilmiş. Oysa ‘SEELE’ kelimesinin ‘AN’ ile kullanımında mananın böyle olmaması lazım.
“ONLAR HAKKINDA SANA SORU SORULMAYACAK.” gibi bir anlam olması lazım.
Kaldı ki ‘SEELE’ kelimesinin asıl manası “sormak, talep etmek, istemek” şeklindedir. ‘AN’ ile birlikte kullanıldığında “öğrenmek için sormak, elde etmek için talep etmek” manaları vardır.
Bu noktada kelimenin tüm iştikaklarına bakmak daha doğru olur sanırım, yani kelime ne olabilir?
ÖRNEK OLARAK; kelimenin ‘TESEBBELE’ olması da mümkündür. Bu durumda ‘ASHABUL CAHİM’in “YÖNTEM EDİNME, YOL EDİNME” gibi bir manası da çıkabilir (bu fikir versin diye sadece bir örnektir.)
Yukarıdaki resme dikkatli bakarsanız HEMZE yok ama ‘SİN’ ile ‘LAM’ arasında bir işaret daha oluğu belli.
Aradaki o işaretin hemze olması el yazmalarındaki hemzenin kullanımlarına aykırı DEĞİLDİR ama tek iştikak bu değildir.
Aslına bakılırsa bu kelimenin iştikakı ne olursa olsun sonuçta ‘ASHABUL CAHİM’in hemen bir sonraki ayette gelen ‘EL-YAHUD VE EN NASARA’ olduğu ortaya çıkacak.
Şöyle olabilir: “‘ASHABUL CAHİM’ HAKKINDA HİÇBİR SORU SORMA.”
Bu mana verildikten sonra hemen 120. ayeti okursanız şöyle oluyor:
‘ASHABUL CAHİM’ HAKKINDA HİÇBİR TALEPTE BULUNMA ÇÜNKÜ ‘el-YAHUD’ da ‘en-NASARA’ da -SEN ONLARIN MİLLETİNİ İZLEMEDİKÇE- SANA RIZA GÖSTERMEYECEKLER.
Ashabül cahim iştikakı ve alternatif okunuşlar
Böyle okununca hem ayetler arasındaki sıkı bağlar ortaya çıkıyor hem de bir ayet bir telden, hemen sonraki başka bir telden, ondan sonraki daha başka bir telden çalmamış oluyor.
Ayette geçen ‘CAHİM’ kelimesi ise “CEHENNEM” olmamış oluyor.
Hemen bir sonraki ayette bu talebin “MİLLET” hakkında olduğu anlaşılıyor.
Ayette geçen ‘EL CAHİM’ kelimesi “sıfat-ı müşebbehe veya mübalağa ismi fail” kalıbında olan bir kelimedir. Kelimenin ‘EL’ takısı alması da kelimenin camid bir isim değil kesinlikle MÜŞTAK bir isim olduğunu gösteriyor. Bu noktada hem sıfat-ı müşebbeheler hem de mübalağa ile ismi failler SÜLASİ fiillerden türerler yani kelime hiçbir şekilde “CEHENNEM” olamaz.
Kaldı ki ‘ASHAB’ kelimesine Muzafun ileyh olmasından dolayı bunun kesinlikle akıllı ve iradeli bir varlık olması lazım.
‘El Yahud’ ve ‘en Nasara’yı da “Yahudiler ve Hristiyanlar” olarak düşünmemek lazım zaten dikkat ederseniz hep kelimeyi ‘EL YAHUD, EN NASARA’ şeklinde yazdım.
Allah’ın kitabından başka yöne dönen HERKES YAHUDİ’DİR.
Tevbe suresindeki ayete daha dikkatli bakarsanız orada kastedilen ‘ashabul cahim’in ‘KURBA’ yani “akraba” olduklarından bahsediliyor.
Şeytan da zaten hep resullerin akrabaları arasından dostlar yani ashablar ediniyor.
Yahudiliği ve Hristiyanlığı ortaya çıkaran şey de bu değil mi, hatta onların da İDDİASI bu değil mi?
Beşer Resullere ilk karşı çıkanlar yine beşer soyundan olanlar. Lut’un ve Nuh’un karısı, Nuh’un oğlu ve kavmi, İbrahim’in babası, Yusuf’un kardeşleri -Yakub’un oğulları-, Musa’nın kendi kabilesi İsa’nın kendi kabilesi… Kıssalardaki anlatımların hepsi BEŞER soyu…