Başlıklar
YARATILIŞ MEVZUSU BAĞLAMINDA ZÂRİYÂT SURESİ ÂYETLERİ, ‘İNNEMA’ EDATI ve KADININ HALLERİ
Ve-żżâriyât iżervâ(n)
SV meali – Zirveye tırmananlar
Felhâmilâti vikrâ(n)
SV meali – Yük altına girenler
Felcâriyâti yusrâ(n)
SV meali – Kolayca yol bulanlar
Zâriyât 51/4
Felmukassimâti emrâ(n)
SV meali – ve işi paylaştıranlar hakkı için
TDV meali – 1, 2, 3, 4, 5, 6. Tozdurup savuranlara, yükünü yüklenenlere, kolayca süzülenlere, işi ayıranlara andolsun ki, size vâdedilen, kesinlikle doğrudur ve ceza mutlaka vuku bulacaktır.
Gördüğünüz gibi Zâriyât suresinin bu ilk ayetlerinde geçen kelimelerin hepsi CEMİ-MÜENNES.
Bunun yanında ‘ZERVEN, VİKRAN, YUSRAN, EMRAN’ kelimelerinin hepsi de hem müennes hem müzekker için kullanılan kelimeler. Çok ilginç bir şekilde kelimelerin hepsinin de “KADINLARLA” çok alakası var
‘ZARİYAT’ … Çocuk doğuran kadın
‘ZERVAN’ … Bir şeyin başlangıcı
‘HAMİLET’ ... Gebe kadın
‘VİKRAN’ … Vakar veya ağırlık
Söz dizimi ve bağlaç yapıları
‘CARİYET’ … Genç kız
‘YUSRAN’ … Ahlaklı, mülayim, uyumlu
‘MUKASSİMAT’ ... Düzgün hâle getiren kadın
‘EMRAN’ … Bir iş veya ÇOĞALMAK
Meselâ ‘ZERVAN’ kelimesinin şöyle bir anlamı var: “BİR SÖZ YA DA HABER HAKKINDA VERİLEN AZICIK BİLGİ. BİR SÖZ YA DA HABERİN AÇIKLANMIŞ OLAN BASİTÇE BAŞLANGIÇ KISMI.”
Ve-ssemâe beneynâhâ bi-eydin ve-innâ lemûsi’ûn(e)
SV meali – Göğü ellerimizle bina gibi yaptık. Biz bunu yapacak güçteyiz.
Vel-arda feraşnâhâ feni’me-lmâhidûn(e)
SV meali – Yeryüzünü de dayayıp döşedik. Onu ne güzel beşik yaptık.
Her iki ayette de harekelere göre İŞTİĞAL var. (Mef’ûl fiilden önce gelir, fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştiğal denir.)
Dikkat edilirse hem وَالسَّمَٓاءَ (Ve-ssemâe) kelimesi hem de وَالْاَرْضَ (Vel-arda) kelimesi mansub.
Bunları mansub yapan şey nedir?
- İŞTİĞAL
- MAHZUF BİR ÂMİL (FİİL)
Bu cümleler Türkçeye şöyle aktarılır:
SEMAYI … ONU BİZ BİNA ETTİK.
YERİ … ONU BİZ DÖŞEDİK.
‘Sema’ ve ‘ard’ merfu olsaydı cümle MÜPTEDA-HABER olurdu.
İŞTİĞALde baştaki ismin MANSUP OLARAK OKUNDUĞU DURUMLAR:
- BAŞTAKİ İSİM ‘helle, ela, levla, levma’ GİBİ ŞART EDATLARINDAN SONRA GELDİĞİNDE.
- BAŞTAKİ İSİM ŞART EDATLARINDAN SONRA GELDİĞİNDE.
- BAŞTAKİ İSİM ‘HEMZE’ DIŞINDAKİ SORU EDATLARINDAN SONRA GELDİĞİNDE.
BAŞTAKİ İSMİN MERFU OKUNDUĞU DURUMLAR:
- BAŞTAKİ İSİM ‘MUFACEA İZA’SINDAN SONRA GELDİĞİNDE.
- BAŞTAKİ İSİM ‘VAV-I HALİYE’DEN SONRA GELDİĞİNDE.
- BAŞTAKİ İSİM SORU İSİMLERİNDEN, ŞART EDATLARINDAN, TEŞVİK EDATLARINDAN, NEFİ EDATI OLAN ‘MA’DAN, İBTİDAİYYE ‘LAM’INDAN, TAACCÜP ‘MA’SINDAN, KEMİ HABERİYEDEN ÖNCE GELMESİ DURUMUNDA.
Bu açıklamalara göre ayetteki وَالسَّمَٓاءَ (Ve-ssemâe) kelimesi MERFU okunmalıdır.
Hal cümleleri sadece fiil cümlelerinde olurlar… O halde bu ‘VAV’a vav-ı haliye dememiz için kendisinden önceki cümlenin devamı saymamız lazım.
47 ve 48. ayetler İŞTİĞAL ve cümlenin başındaki ‘VAV’ ile 46. ayete bağlanıyor. 46. ayet ise başındaki ‘VAV’ ile 44. ayete bağlanıyor.
Femâ-stetâ’û min kiyâmin vemâ kânû muntasirîn(e)
SV meali – Yerlerinden kalkamadılar, kimseden de yardım görmediler.
Ve kavme nûhin min kabl(u) innehum kânû kavmen fâsikîn(e)
Fiil ve isim ilişkileri açıklaması
SV meali – Daha önce Nuh’un toplumuna da (yardım edilmedi). Onlar da yoldan çıkmış bir topluma dönüşmüşlerdi.
YA DA çok uzağa gitmeden hemen kendisinden önceki ayete de bağlayabiliriz… Dikkat edin 46. ayetin başındaki ‘KAVME NUHİN’ ifadesi de MANSUB.
O halde bu وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُۜ (Ve kavme nûhin min kabl(u)) ifadesinden önce hemen bir önceki ayetin sonunda gelen وَمَا كَانُوا مُنْتَصِر۪ينَۙ (vemâ kânû muntasirîn(e)) cümlesi HAZF edilmiş ve bu cümle ‘KAVME NUHİN’ kelimesini mansub hale getirmiş.
Yani ayet şöyle: ‘VE MA KANU MUNTASİRİNE KAVME NUHİN MİN KABLU’
‘MUNTASİR’ kelimesi fiil gibi amel ederek ‘KAVME NUHİN’ kelimesini kendisine mefulü bih olarak almış ve MANSUB yapmış.
İşte 47 ve 48. ayetler de bu cümlenin HÂLİ olabilirler.
“ÇÜNKÜ ONLAR FASIKLARDAN OLUŞAN BİR KAVME DÖNÜŞMÜŞLERDİ.” parantez içi değil. Hatta şöyle diyebiliriz, 47 ve 48. ayetler de işte bu cümlenin hâl cümlesi.
‘FASIK’ kelimesine Türkçe anlam verilirse anlam daha çok yerine oturacak: ‘FASIK’, “DOĞRU OLANDAN SAPMAK, YANLIŞ OLAN ÜZERİNDE BİRLEŞMEK, DOĞRU OLANI DEFORME EDEREK YANLIŞ OLANA MEŞRÛLUK KAZANDIRMAK.”
‘KAVMEN FASİKİN’ … NEKİRE bir isim tamlaması olduğu için aradaki harfi- cer’in ‘MİN’ olması daha uygundur…
‘KAVMEN (min) FASİKİN’ … “Yanlış olanı meşrû sayanlardan oluşmuş bir topluluk.”
O zaman 47 ve 48. ayetleri bu cümlenin HÂLi sayarsak şöyle olur:
“ÇÜNKÜ ONLAR,
‘SEMA’YI … ELLERİMİZLE(!!!) ONU BİZ BİNA ETTİĞİMİZ HALDE -Kİ BİZ ELBETTEKİ MUSİUN’UZ-
‘ARD’I … ONU BİZ DÖŞEDİĞİMİZ HALDE -Kİ NE GÜZELDİR O ‘MEHİDUN’LAR- FASIKLARDAN OLUŞAN BİR KAVME DÖNÜŞMÜŞLERDİ.
Aşağı yukarı böyle olması lazım.
47. ayetin sonundaki ‘VE İNNA LE MUSİUN’ cümlesi ile 48. ayetin sonundaki ‘FE Nİ’MEL MEHİDUN’ cümleleri ‘tefsiriye cümlesi’ veya ‘cümle-yi mu’tarıza’ (ara cümle) olmaya müsait.
Ayetlerde ilk önce anlaşılması gereken kelime ‘Bİ EYDİN’ kelimesidir.
İnnemâ tû’adûne lesâdik(un)
SV meali – Size verilen sözlerin doğruluğunda şüphe etmemeniz de önemlidir.
Şimdi burada şöyle bir durum var: Meçhul fiiller naib-i fail alırlar. Bu naib-i failler sözde öznedirler ve öznenin durumu neyse onların da durumu odur… Bu ayete “SİZE VADEDİLEN GERÇEKTİR.” manası veriliyor ama “SİZE” denilmesi durumunda naib-i fail olmuyor MEFUL oluyor… “SİZ VADOLUNUYORSUNUZ.” olması lâzım gelir.
Cümle içi vezin ve anlatım düzeni
‘İNNEMA’ edatını ‘İNNE’ (nasb edatı) + ‘MA’ (ism-i mevsûl) şeklinde alırsak “VADOLUNDUĞUNUZ” şeklinde mana verilmesi lazım.
‘İNNE’ ve ‘MA’nın bitişik yazılması yani ‘İNNEMA’ şeklinde olması beni bayağı düşündürüyor.
Eğer ayette ‘İNNEMA’ edatı ‘hasr/kasr’ ifade etmiyorsa ‘MA’nın ism-i mevsul olması da MASTARİYE ‘MA’sı olması da mümkün olur.
‘MA’nın ism-i mevsul olması durumunda ‘İNNE’nin ismi ‘MA’ oluyor, ‘Tuaduna’ sıla cümlesi ‘LE SADİK’ ise ‘inne’nin haberi.
‘İNNEMA’ ‘hasr/kasr’ edatı olursa ortada artık ‘İNNE’ olmaz.
‘TUADUN’ kelimesi yani “VAAD” kelimesi “BİR ŞEYİN ZAMANINI BELİRLEMEK” gibi bir anlamı da var.
Şöyle bir durum var… ‘TUADUN’ kelimesi lazım mı müteaddi mi?
İFAL bab’ından ama mefulü yok.
Bunu MALUM yaparsak o zaman ‘KUM’ ZAMİRİ meful olur.
Yani kelime malumunda tek bir meful almış durumda.
“Vaad” kelimesinin kendisinde zaten bir zaman var.
Meselâ;
Ve-iż vâ’adnâ mûsâ erbe’îne leyleten śümme-tteḣażtumu-l’icle min ba’dihi veentum zâlimûn(e)
SV meali – Musa ile kırk geceliğine sözleştiğimizde onun arkasından buzağıyı ilah edinmiştiniz; yanlışlar içindeydiniz.
Burada “MUSA’YA KIRK GECE VADETMİŞTİK.” olmaz.
Velâ cunâha ‘aleykum fîmâ ‘arradtum bihi min ḣitbeti-nnisâ-i ev eknentum fî enfusikum ‘alima(A)llâhu ennekum seteżkurûnehunne velâkin lâ tuvâ’idûhunne sirran illâ en takûlû kavlen ma’rûfâ(en) velâ ta’zimû ‘ukdete-nnikâhi hattâ yebluġa-lkitâbu eceleh(u) va’lemû enna(A)llâhe ya’lemu mâ fî enfusikum fahżerûh(u) va’lemû enna(A)llâhe ġafûrun halîm(un)
SV meali – (İddet bekleyen) kadınlara üstü kapalı evlenme teklifi yapmanız veya niyetinizi içinizde saklamanız günah değildir. Allah bilir ki siz bunu ileride onlara anlatacaksınız. Ama birbirinize gizlice söz vermeyin, marufa uygun bir söz söylerseniz başka. Bu Kitap’ta belirlenmiş olan süre sona erinceye kadar, aranızda evlilik bağı kurma kararı almayın. Bilin ki Allah içinizde olanı bilir. Öyleyse, ondan çekinin. Bilin ki Allah çok bağışlar, acele etmez.
Meselâ bu ayetteki وَلٰكِنْ لَا تُوَاعِدُوهُنَّ سِرًّا اِلَّا اَنْ تَقُولُوا قَوْلًا مَعْرُوفًاۜ (velâkin lâ tuvâ’idûhunne sirran illâ en takûlû kavlen ma’rûfâ(en)) cümlesine mealler “Lâkin, meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin.” anlamı vermişler.
“Gizlice buluşma” denilen şey herhalde zamanı belirlemeden olmaz.
Rabbenâ inneke câmi’u-nnâsi liyevmin lâ raybe fîh(i) inna(A)llâhe lâ yuḣlifu-lmî’âd(e)
Metin akışı ve geçiş düzenlemeleri
TDV meali – Rabbimiz! Gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde, insanları mutlaka toplayacak olan sensin. Allah asla sözünden dönmez.
Meselâ bu ayette de kelime ‘MİAD’ şeklinde gelmiş ama yine belirlenen bir zaman var…
Evet, kelime o ayetlerde mufaale vezninde gelmiş ama bütün bab’larda söz vermenin zamanla alâkası var sanki.
Aslında basit manada “söz vermek” anlamını bile alsak bunun bir zamanı olması lazım.
Meselâ “Baba çocuğuna bisiklet vadetti.” şeklinde bir cümle düşünelim. Eğer bu cümlede zaman belirlenmemişse o bisiklet 50 sene sonra da alınabilir gibi bir sonuç çıkar.
Zamanı belirlenmeyen vaat olur mu? Zamanı olmayan vaat vaat olmaz ki. VAAT kesinlikle zamansız olmaz.
Aslına bakarsanız “geleceğim, gideceğim, yapacağım” cümlelerinde bile zaman var ama bunlar vaat olmuyor. Ne zaman ki “BEN GELECEĞİMİ VADEDİYORUM.” denir o zaman cümledeki gelecek zaman vaadin zamanı olur.
Daha önce ‘ZARİYAT, HAMİLAT, CARİYAT, MUKASİMAT’ kelimelerinin hepsinin cemi, müennes, salim olduğunu söylemiştim. Bu kelimelerin hepsinin de kadınlarla alâkalı olduğunu söylemiştim. Dahası ‘ZERVAN, YUSRAN, VİKRAN, EMRAN’ kelimelerinin de hem müzekker hem de müennes için kullanıldığını söylemiştim.
‘ZARİYAT’ … doğuran kadınlar
‘HAMİLAT’ … Hamile kadınlar
‘CARİYAT’ … Evlenmemiş genç kızlar
‘MUKASSİMAT’ … (bu şimdilik sonraya kalsın)
Akıllı varlıklar içinde bazı durumları zamana bağlı olanlar sadece kadınlardır.
Sorumluluk ve hakları da içinde bulundukları hâli belirten zamanlara bağlanmış olanlar da sadece kadınlardır.
Doğuran kadının emzirme zamanları… Hamile kadının hamilelik süresi… Evlenmemiş kadınların ay halleri…
Bunlar hep zamana mukayyet kılınmış hâllerdir.
Ve bunların her kadın için aynı zamanı yoktur.
Erkeklerin bu durumları yaşayan kadınlara yaklaşımlarında ÖZEL BİR YAKLAŞIM var.
Meselâ, ay hâlindeki kadınlara davranış ile ay hâlinde olmayan kadınlara davranış asla aynı değil.
Çocuk doğurmuş kadına davranış ile çocuğu 30 ayı doldurmuş kadına davranış aynı değil.
Hamile kalmış kadın ile hamile kalmamış kadına yaklaşım aynı değil.
İŞTE bunlardan dolayı diyorum ki… ACABA Zâriyât suresi bunlara mı dikkat çekiyor?
Cümlelerin İĞRA veya TAHZİR olduğu düşünüldüğünde çok uyumlu hâle geliyor.
Bunları ‘İNNEMA’ için yani onun ne olduğunu anlamak için yazıyorum.
‘İNNE’ ve ‘MA’nın ‘İNNEMA’ şeklinde gelmesi ve bunun da (‘inne’ + ism-i mevsul) olması beni düşündürüyor demiştim çünkü bu kabul edilirse Kur’an’da geçen 137 tane ‘İNNEMA’nın ne olduğu kişinin yorumuna kalıyor.
Veyes-elûneke ‘ani-lmehîd(i) kul huve eżen fa’tezilû-nnisâe fi-lmehîd(i) velâ takrabûhunne hattâ yathurn(e) fe-iżâ tetahherne fe/tûhunne min hayśu emerakumu(A)llâh(u) inna(A)llâhe yuhibbu-ttevvâbîne veyuhibbu-lmutetahhirîn(e)
Vurgu ve anlam merkezlerinin yorumu
TDV meali – Sana kadınların ay hâlini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay hâlinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever.
Bu alçak heriflerin beyinlerinden akan pislikleri Kur’an ayetlerinin altına meal diye yazmaları hakikaten insanı deli ediyor… Şu cümleye bakar mısınız: “Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit…”
Ay hâli gören kadın PİS mi ki temizlensin?
Ayetteki ‘YETHURNE’ kelimesi kesinlikle ve kesinlikle ‘YEZHURNE’dir.
Yahudi kafalı alçak herifler Yahudilere göre Kur’an’ı noktalamışlar!
Yahudilerde ay hâli gören kadına dokunulmaz, konuşulmaz, aynı yerde bulunulmaz; o kadın yemek yapamaz, onun dokunduğuna dokunulmaz…
Neyse bu adamları bir kenara bırakarak konumuza dönecek olursak bu ayet ay hâli gören kadınlara farklı bir davranışı emrediyor.
Nisâukum harśun lekum fe/tû harśekum ennâ şi/tum vekaddimû li-enfusikum vettekû(A)llâhe va’lemû ennekum mulâkûhu vebeşşiri-lmu/minîn(e)
TDV meali – Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele!
Bu ayetin meali de Yahudilere göre verilmiş… Bunu bir kenara bırakacak olursak burada ise kadınlara genel davranışa bir kısıtlama ya da özel bir davranış belirlemiyor.
Ve-iżâ tallektumu-nnisâe febelaġne ecelehunne feemsikûhunne bima’rûfin ev serrihûhunne bima’rûf(in) velâ tumsikûhunne dirâran lita’tedû vemen yef’al żâlike fekad zaleme nefseh(u) velâ tetteḣiżû âyâti(A)llâhi huzuvâ(en) veżkurû ni’meta(A)llâhi ‘aleykum vemâ enzele ‘aleykum mine-lkitâbi velhikmeti ya’iżukum bih(i) vettekû(A)llâhe va’lemû enna(A)llâhe bikulli şey-in ‘alîm(un)
TDV meali – Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fakat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.
Bu ayet yine kadınlara davranışı BİR ZAMANA bağlıyor.
Yâ eyyuhâ-nnebiyyu iżâ tallektumu-nnisâe fetallikûhunne li’iddetihinne ve ahsû-l’idde(te) vettekû(A)llâhe rabbekum lâ tuḣricûhunne min buyûtihinne velâ yaḣrucne illâ en ye/tîne bifâhişetin mubeyyine(tin) vetilke hudûdu(A)llâh(i) vemen yete’adde hudûda(A)llâhi fekad zaleme nefseh(u) lâ tedrî le’alla(A)llâhe yuhdiśu ba’de żâlike emrâ(n)
TDV meali – Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda, onları iddetlerini gözeterek boşayın ve iddeti de sayın. Rabbiniz Allah’tan korkun. Apaçık bir hayasızlık yapmaları hâli bir yana, onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, bundan sonra bir durum ortaya çıkarıverir.
Bu ayetteki ‘iddet’ işte “VAAD” oluyor.
Velvâlidâtu yurdi’ne evlâdehunne havleyni kâmileyn(i) limen erâde en yutimme-rradâ’a(te) ve’ale-lmevlûdi lehu rizkuhunne vekisvetuhunne bilma’rûf(i) lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ lâ tudârra vâlidetun biveledihâ velâ mevlûdun lehu biveledih(i) ve’ale-lvâriśi miślu żâlik(e) fe-in erâdâ fisâlen ‘an terâdin minhumâ veteşâvurin felâ cunâha ‘aleyhimâ ve-in eradtum en testerdi’û evlâdekum felâ cunâha ‘aleykum iżâ sellemtum mâ âteytum bilma’rûf(i) vettekû(A)llâhe va’lemû enna(A)llâhe bimâ ta’melûne basîr(un)
SV meali – Anneler çocuklarını tam iki (kamerî) yıl emzirsinler. Bu, emzirmeyi tamamlamak isteyen içindir. Annelerin yiyeceğini ve giyeceğini marufa uygun olarak karşılamak babaların görevidir. Kimseye gücünün üstünde yük yüklenmez. Çocuğu yüzünden ne anne zarara sokulur ne de baba. Mirasçının sorumluluğu da aynıdır. Anne ve baba, birbirlerine danışıp anlaşarak çocuğu sütten kesmek isterlerse, ikisi için de günah olmaz. Çocuklarınıza sütanne tutmak isterseniz, ücretini marufa uygun olarak ödedikten sonra, bunun da size bir günahı olmaz. Allah’a karşı yanlış yapmaktan sakının. Bilin ki Allah, yaptığınız her şeyi daima görür.
Bu ayet EMZİRMEYİ de bir zaman bağlıyor.
Erkekler için böyle belirlenmiş bir zaman yok meselâ ama kadınlara davranış hep zamanı olan hallere göre belirlenmiş.
BOŞANDIĞINDA ‘İDDET’ ZAMANI…
AY HÂLİ OLDUĞUNDA AY HÂLİNİN GEÇME ZAMANI…
HAMİLE KALDIĞINDA HAMİLELİK ZAMANI…
DOĞURDUĞUNDA EMZİRME ZAMANI…
Hatta bu durumların kadının hukuku ile yakından alâkası var.
Her durumun kendisine göre bir hukuku var.
Hiç çocuk doğurmamış kadının boşanması ile çocuk doğurmuş kadının boşanması asla aynı değil.
Hamile kalmış kadın ile hiç hamile kalmamış kadının hukuku asla aynı değil.
Ay hâli görmeye başlayan kadın ile henüz ay hâli görmeyen veya ay hâlinden kesilen kadının hukuku asla aynı değil hatta yükümlülükler bile aynı değil.
Olaya biraz daha geriden bakalım ve şöyle bir soru soralım… Emzirme süresi, ay hâlindeki kadınların yapmaları ve yapmamaları gerekenler, hamile kadınların durumuyla ilgili özel davranışlar sadece Muhammed ile mi belirlendi?
Yoksa bu belirlenme ta en başından beri mi böyle?
Meselâ NUH zamanında ay hâlindeki kadınların cinsel ilişkiden uzaklaşması yok muydu?
Kadınlar ay hâli görmeye, hamile kalmaya, çocuk emzirmeye ne zaman başladılarsa bunlarında o zaman başlamış olması ŞARTTIR.
Aslına bakarsanız hamilelik, emzirme, ay hâli için özel davranış kalıpları gerektiriyor olmasında eşeyli veya eşeysiz üreme çok rol oynamıyor.
Yani eşeysiz de hamile kalsa hamilelik hamileliktir.