Başlıklar
ZEKÂT ve SALÂT
Zekât her ne anlamda alınırsa alınsın, ona ‘oran’ koymak fâciadır.
Zekât kelimesi “artmak, çoğalmak, durumu iyi olmak, gelişmek, boy atmak, istenilen karakterde olmak, arınmak, temizlenmek” gibi anlamlara gelmektedir.
Fakat bu kelimenin kastettiği arınma veya artma; bir şeyin birken iki olması, ikiyken üç olması veya elbiseye veya karaktere bulaşan kirlerden arınma şeklinde değildir.
O tür temizlenme için kullanılan kelime farklıdır.
Bu kelimenin karşılığı ister maddi olsun isterse manevî, “kişinin kendi durumuna uygun davranışlar göstererek üzerindeki muhtemel şâibeleri gidermesi” anlamına gelmektedir. Buna bir nevî “HANGİ DURUMDA OLURLARSA OLSUNLAR, O DURUMDA ÜZERLERİNE DÜŞENİ ADAM GİBİ YAPARLAR” şeklinde bir tanım getirmek mümkündür.
Aslında sayıların artması da tam da böyledir.
Meselâ, diyelim ki sıra sayılar 1, 2, 3, 4, 5… şeklinde devam eder.
Zekât kavramı ve dilsel kapsamı
Ama bu sıra sayılardaki rakamlar eğer bulundukları hâlin gereğini yerine getirmiyorlarsa işte bu durumda o sayılar üzerinde şâibe oluşur.
Meselâ, 1 dedik ama bu bir, 1 konumundadır ama 1 olmanın hakkını vermemekte, 1 göründüğü hâlde meselâ 0,95 hâldedir.
Onun bu hâli yani 1 olmadığı hâlde 1 gözükmüş olma hâli aslında kendisinden sonraki sayıların da eksik olmasına sebep olacaktır. 1 (aslında 0.95), 2 (aslında 1.95), 3 (aslında 2.95), 4 (aslında 3.95) vs.
Bu ölçüyü ister zengin ister fakir ister orta hâlli ister sosyal bir mertebede ister sıradan insan olunsun, kullanmak mümkündür.
Meselâ, toplum tarafından yönetici seçilmiş bir kişinin konum olarak zekâtı, kendisine yüklenilen sorumluluğun hakkını vermektir.
Meselâ, zengin olan birinin zekâtı, MÜMİN BİR ZENGİN olmanın gereğini yerine getirmektir.
Meselâ, âlim olan birinin zekâtı, ELDE ETTİĞİ BİLGİLERİN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMEKTİR.
Yani kısaca hangi durumda olunursa olunsun o durumun hakkını vermek ZEKÂTTIR.
Bir mümin için hayatın her durumu; “zenginlik, fakirlik, açlık, tokluk, sıradan insan olmak, yönetici olmak, âlim olmak, bilgisiz olmak, sağlıklı olmak, hasta olmak, uzun olmak, kısa olmak vs.” SADECE İMTİHAN SORUSUDUR.
Bu imtihan sorularına adam gibi cevap vermek, bu soruları hakkıyla cevaplamak ZEKÂTTIR.
ÇÜNKÜ mümin hayatında hasta olursa o durum onun için 1’dir. 2 olabilmesi için hastalık durumunda üzerine ne düşüyorsa onu yapması gerekmektedir.
“Zekât her mümine (zengin veya yoksul) farzdır.” derken kullanılan “farz” kelimesi bile yetersiz kalmaktadır. Kur’an’a ilkeli yani gerektiği gibi yaklaşıp Allah’ı hakkıyla takdir edenlerin takınacağı davranış biçimidir.
Kısaca, hangi konumda olunursa olunsun, olunan konumun hakkını vermek, gereğini yerine getirmektir.
“Salât” ve “zekât” kelimelerinin büyük çoğunlukla aynı cümle içinde geçmesi ve birinin ‘YUKİMU’ diğerinin ise ‘YU’TUNE’ fiiline nesne (mef’ûl) olması her ikisinin de farklı karakterlerde yerine getirilmesi gereken şeyler olduğunu göstermektedir.
‘KAME’ (sülasi kök) – ‘EKAMU’ (if’âl bâbı mâzi) – ‘YUKİMU’ (if’âl bâbı muzâri)
Her şeyden önce fiilin if’âl bâbından olması ve nesnesini de direkt (harf-i cersiz) almasından dolayı fiile tercih edilecek anlamın geçişli olmasını zorunlu kılmaktadır.
Yani fiil etkisini fâil üzerinde değil, mef’ûl üzerinde göstermelidir.
“NAMAZI KILIN” … Bu şekilde verilen anlamlarda fiil etkisini mef’ûl üzerinde değil, fâil üzerinde bırakmaktadır.
Üstelik ‘KAME’ kelimesinin “KILMAK” gibi bir anlamı yoktur.
Türkçedeki “KILMAK” fiili bazen “bir şeyi yapmak”, bazen ise “bir şeyi bir hâle getirmek” mânâsında kullanılmaktadır.
Aslına bakılırsa Türkçedeki “KILMAK” kelimesinin Arapça karşılığı ‘İTTİHAZ’ kelimesidir.
“Edinmek, yerine getirmek, almak, hâle getirmek, kılmak, başlamak” anlamlarına gelen ‘İTTİHAZ’ kelimesi ile ‘KAME’ kelimesi aynı anlamda değildir.
Üstelik “KILMAK” anlamı eğer fiil ef’âlu kulub (soyut fiiller) olursa verilebilecek bir anlamdır.
‘KAME’ fiili genelde oturanın ayağa kalkması için kullanılır. ‘EKAME’ şeklinde gelirse “OLGUNUN GEÇERLİ HÂLE GETİRİLMESİ” yani “Oturanı ayağa kaldırmak” mânâsına gelmektedir.
Salât ve zekâtın dilbilgisel ilişkisi
Türkçeye de geçmiş olan “İKAMET” kelimesi tam da İF’ÂL babının mastarıdır.
Bir yerde İKAMET etmek, her şeyden önce belli bir şekilde sâbit olmayı gerekli kılar.
Bir yerde ikamet eden insanlar varlıklarıyla o eve canlılık kazandırırlar.
Meselâ, içinde oturulmayan ev hiçbir şekilde varlık göstermeyen evdir.
Yani insanlar evde ikamet etmekle ev onlara değil, oturanlar eve bir şey vermektedir.
Boş ev; oturulduğunda artık tanımı olan bir evdir.
İşte bu noktada ‘SALÂT’ insanlara değil, insanlar ‘salât’a işlerlik kazandırmaktadırlar.
‘YUMİMUNES SALÂTE’ ifadesine terimsel hiçbir özel anlam yüklemeden mânâ verecek olursak… (Olgu olarak var olan ama işlevi olmayan) “SALÂTI AYAĞA KALDIRIRLAR, ona işlevlik kazandırırlar, görünmesini sağlarlar, ayakta durmasını sağlarlar” şeklinde bir mânâ çıkmaktadır.
Muzâri fiillerde İSTİMRAR (devamlılık) vardır.
Yani eğer bir şey muzâri fiille ifade ediliyorsa o bir defaya mahsus yapılan bir şey değil dâimâ İSTİMRAR ve TECDİD yani devamlı ve yenilenen bir şey demektir.
Bunun yanında eğer bir şey EMİR fiil ile ifade ediliyorsa HERŞEYDEN ÖNCE EMİR VERENİN VERDİĞİ EMİRLE İLGİLİ NET OLMASI, EMRİ YERİNE GETİRECEK KİŞİNİN EMRİ EKSİK VEYA YANLIŞ ANLAMASINA ENGEL OLACAK TARZDA EMİR VERMESİ GEREKMEKTEDİR.
Meselâ, zamanını, vaktini veya ne zamana kadar olduğunu belirtmesi gerekmektedir.
Emir fiille gelen kullanımlara baktığımızda ‘SALÂT’ kelimesi çoğul değil, tekildir.
Normal şartlarda kelimenin tekil olması BİRÇOK KİŞİNİN (fâiller çoğul) bir tek işi bir kereye mahsus olmak üzere yapması anlamına gelmektedir.
Aynı şekilde ‘ZEKÂT’ kelimesi de tekildir.
İşte burada her iki kelimenin sonundaki yuvarlak ‘TA’ devreye girmektedir.
Her iki kelimenin sonundaki yuvarlak ‘TA’lar ne içindir?
Yuvarlak ‘TA’lar genelde bir kelimenin müzekker-müennes ayrımı için sona eklense de ‘TA’nın tek kullanıldığı alan bu değildir.
Özellikle mastarlarda ABARTI, ÇOKLUK, ŞİDDET, ÜSTÜNLÜK, TÜR, ÖZELLİK için de kullanılırlar.
Meselâ; ‘ALLEMETUN’ kelimesinin sonuna gelen ‘TA’ müenneslik ‘TA’sı olarak da ABARTI olarak da gelmiş olabilir.
‘KURBETUN’ kelimesinin sonundaki ‘TA’ müenneslik ‘TA’sı da olabilir ama şiddet için de olmuş olabilir.
‘FİTNETUN’ kelimesinin sonundaki ‘TA’ müenneslik ‘TA’ sı da olabilir, ÇOKLUK ‘TA’sı da olabilir.
İşte bunlar gibi ‘ZEKÂT’ ve ‘SALÂT’ kelimelerinin sonundaki ‘TA’nın da hangisi olduğunun tespit edilmesi gerekmektedir.
Yalın olarak ‘salât’ın anlatıldığı diğer âyetleri HİÇ görmezsek ‘SALÂT’ bir kereye mahsus topluca yapılan bir eylem olur.
Yukîm kelimesinin mânâsı ve sınırları
Fakat Kur’an’da ‘SALÂT’ın bir (1) tane olmadığına dâir birçok âyet vardır.
Meselâ, bu âyetin başındaki ‘SALÂT’ kelimesi tekil olarak geçmiştir ama tekil olarak geçen bu kelimenin uygulanma vakitleri için 3’ten fazla vakit sayılmıştır(!)
Bu noktada şöyle bir soru çıkmaktadır: ‘SALÂT’; BELİRLENEN VAKİTLERDE FARKLI ŞEKİLLERDE YAPILMASI GEREKEN BİR ŞEY MİDİR, YOKSA FARKLI VAKİTLERDE TEK BİR ŞEKİLDE YAPILAN BİR ŞEY MİDİR?
Yani aynı ‘salât’ farklı vakitlerde mi yapılacak?
Bu noktada bize ‘salât’ hakkında daha fazla veri gerekmektedir.
Bunların hepsini ‘SALÂT’ kelimesinin sonundaki YUVARLAK ‘TA’nın sebebini anlamak için yapmalıyız. Yani bu aşamada kelimenin anlamı o kadar da önemli değildir.
Önce o ‘TA’nın ne olduğu tespit edilmeli daha sonra kelimenin geçtiği yerlerde cümlenin gramer yapısına bakılmalıdır. İşte bunlardan sonra anlama geçilmelidir.
‘Salât’ kelimesindeki kafa karışıklığı; meseleye kelimenin bu özelliklerine dikkat edilmeden sadece kelimenin anlamı üzerinden yaklaşılmasından kaynaklanmaktadır.
ÖTE yandan ‘salât’ kelimesinin kendisine nesne olduğu ‘EKAME’ kelimesi İF’ÂL bâbındandır. Fakat if’âl bâbının fiillere kazandırdığı tek özellik lâzım fiilleri geçişli hâle getirmek değildir.
Evet if’âl bâbı en çok bu yönüyle kullanılmaktadır ama başka özellikler de geçerlidir ve kullanılmaktadır.
İşte bunun da tespit edilmesi gerekmektedir.
Bunlar nasıl tespit edilecektir?
Elbette ki geçtikleri bağlamlarla.
Meselâ, tek başına ‘EKAME’ kelimesini ele alırsak şöyle mânâlara gelebilir:
“Bir kişiyi ayağa kaldırmak — bir şeyi dik hâle getirmek — bir şeyle ayağa kalkmak — bir şeyle dik hâle gelmek — bir şeye geçerlilik ve işlevsellik kazandırmak — bir şey edinerek onunla geçerli ve işlevsel olmak — bir kişiye yetki vermek — bir şeyle yetkili hâle gelmek.
Şimdi basit mânâda ‘YUKİMUNES SALÂT’ kelimesine mânâ verdiğimizde “O ‘SALÂT’I AYAĞA KALDIRIN.” gibi bir sonuca çıkarız.
Bu durumda Kur’an’ın herhangi bir yerinde ‘salât’ın ayağa kalkmamış hâlinin bize anlatılmış olması gerekmektedir.
Yani ayağa kalkmamış salât’ı bilmezsek onu nasıl ayağa kaldıracağımızı da bilemeyiz.
Kur’an’ın tamamında “oturan, yerde yatan, emekleyen” bir salâtın anlatıldığı herhangi bir âyet yoktur.
Bu durumda ‘YUKİM’ kelimesinin “yerde yatan bir şeyi ayağa kaldırmak” olmadığı kendiliğinden ortaya çıkmış olmaktadır.