Zikir Kavramı Tüm Resullere Verilen Öğreti

YÜCE ALLAH’IN TÜM RESÛLLERE VERDİĞİ ÖĞRETİ/ZİKİR

KUR’AN

UNUTMAK: Bu kelime bir fiil gibi gözükse de aslında bu, bir işi yapmak için sarf edilen çabayı değil, ÇABALAMAMAYI ifade eden bir kelimedir. İnsanın unutmak için çaba sarf etmesine gerek yoktur. Bir şeyi aklında tutmak için çaba sarf etmemesi, bu yönde gayret göstermemesi yeterlidir.

KÂFİRLİK ETMEK: Bu kavram da her ne kadar fiil kalıbında ifade ediliyorsa da bir fiili yapmanın adı değil, yapmamanın adıdır. Kişinin kâfir olması MÜ’MİN olmak için çaba sarf etmemesinin sonucudur. Kişinin kâfir olması için GÖR-ME-MESİ, bakmaması, anlamaması yeterlidir.

FESAD ÇIKARMAK: Bu kavram da bir işi yapmanın değil, yapmamanın adıdır. Temel mânâsı ‘düzgün bir şeyi bozmak’ olan bu kelime; bozma işinin yapılması ile değil, DÜZGÜN OLANI DÜZGÜN TUTMA ÇABASI GÖSTERİLMEMESİ durumunda ortaya çıkmaktadır. Çünkü düzgün olanın düzgün devam etmesi bir çaba gerektirir.

MÜCRİMLİK[1]: Bu kavram da bir şeyi yapmanın sonucunda değil, yapılması gerekenin yapılmaması durumunda geçerlilik kazanmaktadır. Asıl olan şey, İLKELİ yaşamaktır. İlkeli yaşamak ise bir çaba gerektirir. İlkeli olmak için çabalamamak yani yapılması gerekeni yap-ma-mak mücrimliği ortaya çıkarmaktadır.

ŞİRK[2]: Bu kavram da bir şeyi yapmanın değil, bir şeyi yapmamanın sonucunda ortaya çıkmaktadır. Çünkü şirk koşmamak ÇABA ister. Bu çabanın gösterilmemesi şirkin ortaya çıkması için yeterlidir.

Kur’an’ın bize bildirdiği bütün iyi kavramlar kesinlikle bir çaba, bir emek istemektedir. ‘Kötü’ kavramlar ise ‘iyi’ olan bu kavramların yerine getirilmesi yönünde har-can-mayan çaba sonucunda meydana çıkar.

Müslim olmak kesinlikle çaba ister, kâfir olmak ise bu çabayı göstermemektir. Görmek için gözleri açıp bakmak; gördüğünü anlamak gerekmektedir. Görmemek için sadece bakmamak, anlamaya çabalamamak yeterlidir.

ÇA-BA-LA-MA-MAK; dikkat edilirse bu kavram bile bir işi yapmayı değil, yapmamayı ifade etmektedir.

Zikir Kavramı ve Peygamber Öğretileri

Yüce Allah; resûlleri aracılığıyla insanlığa ilettiği öğretiyi dâima ZİKİR olarak nitelemiştir.

A’râf/63

اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

Eve ‘acibtum en câekum żikrun min rabbikum ‘alâ raculin minkum liyunżirakum velitettekû vele’allekum turhamûn(e)

Diyanet Vakfı meâli – (Allah’ın azabından) sakınıp da rahmete nâil olmanız ümidiyle, içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı?»

Kavmine böyle seslenen NÛH, kendisine verileni ‘ZİKİR’ olarak ifade etmiştir.

A’râf/69

اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْۜ وَاذْكُرُٓوا اِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَٓاءَ مِنْبَعْدِ قَوْمِ نُوحٍ وَزَادَكُمْ فِي الْخَلْقِ بَصْۣطَةًۚ فَاذْكُرُٓوا اٰلَٓاءَ اللّٰهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Eve ‘acibtum en câekum żikrun min rabbikum ‘alâ raculin minkum liyunżirakum(c) veżkurû iż ce’alekum ḣulefâe min ba’di kavmi nûhin vezâdekum fî-lḣalki besta(ten)(s) feżkurû âlâa(A)llâhi le’allekum tuflihûn(e)

Diyanet Vakfı meâli – Sizi uyarmak için içinizden bir adam vasıtasıyla Rabbinizden size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.»

HÛD da kendisine iletileni ‘ZİKİR’ olarak ifade etmiştir.

En’âm/90

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟

Ulâ-ike-lleżîne heda(A)llâh(u)(s) febihudâhumu-ktedih(k) kul lâ es-elukum ‘aleyhi ecrâ(an)(c) in huve illâ żikrâ lil’âlemîn(e)

Diyanet Vakfı meâli – İşte o peygamberler Allah’ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: Ben buna (peygamberlik görevime) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu (Kur’an) âlemler için ancak bir öğüttür.

Bu âyet, zâten resûllerin hepsine verilenin ‘ZİKİR’ olduğunu bildirmektedir.

Kur’an’ın birçok yerinde, resûllere verilenin zikir olduğuna dair onlarca âyet bulmak mümkündür.

ZİKİR kelimesi; hiçbir zaman yanıltmayan ve dâima akılda tutulması gereken ‘doğru bilgi’ demektir. (Bu tanım yetersizdir ama uzatmamak için kısa kesiyorum.)

Bir bilgi ister doğru olsun ister yanlış; onu akılda tutmak, akıldan çıkarmamak, unutmamak için mutlaka bir ÇABA SARF EDİLMESİ GEREKMEKTEDİR. Çünkü unutmak; ‘akılda tutmaya çabalamamanın’ sonucudur ve bir fiil değil, bir durumdur.

Resûllerin tamamına verilenin ‘ZİKİR’ olduğunun atlanıp, sadece son resûle verilenin ZİKİR olduğu zehabına kapılarak HİCR 9. âyetteki; “BU ZİKRİ BİZ İNDİRDİK, ONUN KORUYUCULARI BİZİZ.” âyetinden yola çıkarak, KORUYUCULARA sahip olan tek zikrin son resûle verilen olduğu sanılmaktadır.

Üstelik bu koruma işinin geçici bir süre yapılıp bittiği sanılmaktadır.

Her şeyden önce, âyette geçen لَحَافِظُونَ (hafizun) kelimesi, mârife olmayan bir İSM-İ FÂİLDİR.

Azıcık gramer bilgisine sahip olanlar; nekira gelen ism-i fâillerin kast ettiği anlamın, ŞİMDİKİ/ GELECEK/GENİŞ ZAMAN ifade ettiğini çok iyi bilirler. Bu, “Biz onu bir defaya mahsus koruduk, sonra göreviniz bitti.” anlamına ASLA GELMEMEKTEDİR.

Aslına bakılırsa; ‘EL’ takısı gelen ism-i fâiller genelde bünyelerinde MUZÂRİ (şimdiki/gelecek/geniş zaman fiil) anlamı taşırlar.

Fakat eğer ism-i fâilin geçtiği cümlede geçmiş zaman bildiren bir ifade varsa o zaman, ism-i fâil, ‘EL’ takısı olması şartıyla geçmiş zamana hasredilebilir.

Muzâri fiillerin SARF ilmindeki tam ismi şu şekildedir: EL Fİ’LUL MUZÂRİ Bİ İSM-İ FÂİL.

Bu ifadenin açılımı şu şekildedir: İSM-İ FÂİLE BENZEYEN FİİL.

Sadece bu ism-i fâilin gramer ilkelerine sadık kalmak bile EN BAŞINDAN BERİ, YÜCE ALLAH’IN ZİKRİNİN DÂİMA KORUNDUĞUNU VE DÂİMA DA KORUNACAĞINI ANLAMAYA YETERLİDİR.

Tıpkı, ‘zikir’ kelimesi gibi, ‘Kur’an’ kelimesinin de Allah resûlü Muhammed’e verilen kitabın ismi olduğuna inanılması tam bir kargaşa yaratmaktadır.

Zâten, ‘Kur’an’ kelimesini, FÂTİHA sûresi ile başlayıp NÂS sûresi ile biten kitabın ismi yapmak, bizzat o kitabı ve o kitabın âyetlerini anlamayı imkânsız hale getirmektedir.

Meselâ;

İnşikâk/21

وَاِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْاٰنُ لَا يَسْجُدُونَۜ ۩

Ve-iżâ kuri-e ‘aleyhimu-lkur-ânu lâ yescudûn(e)

Kur’an’ın Korunması ve Dilbilgisel Boyutu

Diyanet Vakfı meâli – Onlar kendilerine Kur’an okununca secde de etmezler.

‘Kur’an’ kelimesine ‘Fâtiha ile başlayan Nâs ile biten kitap’ anlamı verilmesi durumunda, yukarıdaki âyette anlatılmak istenen şey asla anlaşılmayacak ve hatta kargaşa yaratacaktır.

Âyetin meâlindeki ‘Kur’an’ kelimesini kaldırıp yerine ‘Fâtiha ile başlayıp Nâs ile biten kitap’ açıklaması koyulduğunda, bu âyet, Kur’an’ın içinden bir söz olmayacaktır:

“Onlar, kendilerine FÂTİHA İLE BAŞLAYIP NÂS İLE BİTEN KİTAP okununca secde etmezler.”

‘Kur’an’ kelimesi, elimizdeki MUSHAFIN ismi değil, YÜCE ALLAH’IN TÜM RESÛLLERE VERDİĞİ ZİKRİN İŞLEVİDİR.

‘Kur’an’ kelimesi; OKUMA YOLUYLA ÖĞRETİLEN VE ÖĞRENİLEN ÖĞRETİ anlamındadır.

Öğretinin tek bir harfi de tek bir cümlesi de sûresi de tamamı da ÖĞRETİDİR, yani KUR’AN’DIR!

Bu öğreti; tüm resûllerin öğrettiği öğretidir ve onların hepsi ZİKİR’DİR!

‘Zikir’ kelimesi ile ‘Kur’an’ kelimesini yan yana kullandığımızda, yani “KUR’AN ZİKİRDİR.” cümlesini kurduğumuzda; AKILDAN HİÇ ÇIKARILMAMASI GEREKEN, OKUMA YOLUYLA ÖĞRETİLEN VE ÖĞRENİLEN ÖĞRETİ mânâsı çıkmaktadır.

Evet, tüm resûllere, insanlığa öğretmesi için verilenlerin hepsi Kur’an’dır ve hepsi zikirdir ve kesinlikle HEPSİ KORUNMUŞTUR / KORUNMAKTADIR / KORUNACAKTIR.

Elimizdeki Mushaf, en başından beri tüm resûllere verilenin TOPLAMIDIR.

Elbette ki hemen burada, ‘Kur’an’daki Tevrat’ın, İncil’in TAHRİF edilişlerini’ bildiren âyetler devreye girecektir. Hemen belirtelim ki bir şeyin tahrif edilmesi, ASIL olanın yok olmasını zorunlu kılmaz.

Yahûdiler Mûsa’ya verilen kitaptan birbirini tutmaz 7 tane TORA çıkardılar.

Onların bu tahrifi -ne yazık ki- zihinlere, “Yahûdiler Mûsa’nın kitabını tahrif ettiler, asıl olan da kayboldu.” şeklinde yerleşmesine neden olmuştur.

Böyle bir anlayışın kafalara yerleşmesinin sebebi; Yahûdilerin anlattığı MÛSA ve diğer resûl kıssalarının KUR’AN’DAKİ MÛSA KISSALARI yerine konulmasıdır.

Avazım çıktığı kadar bağırarak söylüyorum ki; YAHUDİLİK MÛSA’NIN DİNİ DEĞİLDİR, HIRİSTİYANLIK ÎSÂ’NIN DİNİ DEĞİLDİR. Bu dinler, Mûsa’nın ve Îsâ’nın arkasından gitmeyenlerin UYDURDUĞU dinlerdir.

Onların Mûsa’sı ile Kur’an’ın Mûsa’sı AYNI KİŞİLER DEĞİLDİR.

Mushaf Tahrifi İddiaları ve Delillerin Değerlendirilmesi

Onların Îsâ’sı ile KUR’AN’IN Îsâ’sı AYNI KİŞİLER DEĞİLDİR.

YÜCE ALLAH; EN BAŞINDAN BERİ, TEK ÖĞRETİ (KUR’AN), AKILDAN HİÇ ÇIKARILMAMASI GEREKEN TEK BİLGİ (ZİKİR), TEK DİN (İSLÂM) GÖNDERMİŞTİR.

Her başbakanın, her reis-i cumhurun, her devlet başkanının aynı ideoloji (demokrasi), aynı yükümlülükler (anayasa) çerçevesinde hareket ettiğini akıl eden insan, nasıl olur da ‘her resûlün birbirlerinden farklı kitaplar ve dinlerle geldiğini’, söyleyebilir?

Anayasadaki bir hükmü değiştirmek için onlarca prosedürün yerine getirilmesi gerektiğini akıl eden insan, nasıl olur da hepsi de İNSANLIĞIN ZİKRİ olan ‘tek öğretinin -hiçbir ilkesi olmadan- farklı farklı olabileceğini’, söyleyebilir?

Bunun için DELİL aramaya da gerek yoktur -kaldı ki Kur’an’da onlarca delil vardır-. Bunun için AKIL sahibi olmak yeterlidir.

YÜCE ALLAH; gücü sonsuz, imkânları sonsuz olan, bir İLÂH’tır.

Böyle olduğu için de İLKELİ olmak, öngörülebilir olmak zorundadır. Çünkü gücü sonsuz, ama ilkesi olmayan bir İLÂH’A İMÂN EDEMEZSİNİZ.

ÖNGÖRÜLEMEYEN, NE ZAMAN NE YAPACAĞI BELLİ OLMAYAN BİR İLÂH’A -KENDİNİZİ PARÇALASANIZ BİLE- İMÂN EDEMEZSİNİZ.

Sadece korkarsınız. (‘Tırsmak’ anlamında.) O’nu sevemezsiniz, gönülden bağlanamazsınız, seve seve O’na koşamazsınız.

‘Yüce Allah’ın zaman içinde farklı farklı zikirler gönderdiğini, ama bunların içinden sadece son gelen zikri koruduğunu, diğerlerini korumadığını’, söylemek İLKESİZ BİR İLÂH tanımıdır.

KUR’AN’I ‘ZİKİR’ olarak tanımlayan ve o zikri de koruyacağını taahhüt eden Allah, hangi zikri kastetmiştir?

Allah resûlünden 100-400 yıl sonra ortaya çıkan kıraatleri mi, yoksa o kıraatlerin kendisini temellendirdiği, günümüzde müzelerde sergilenenleri mi?

‘Zikir’ kelimesinin tanımı için de ‘ASLA YANILTMAYAN, DOĞRU BİLGİ’ ifadesi en temel olandır.

Yani zikrin içinde yanlış adına bir şey olmamalıdır.

Eğer zikrin içinde bir tane bile yanlış olursa o bilgi, zikir olmaktan çıkmaktadır.

Şimdi, Âsım kıraatini, Yüce Allah’ın Muhammed’e verdiği zikir yerine koyanlar

Bakara 211’de نِعْمَةَ (ni’meta) şeklinde, ama bakara 231’de نِعْمَتَ şeklinde yazılan iki yazım farkına, ‘YAZIM HATASI / YAZIM YANLIŞI’ DEMEKTEDİRLER. (Bu şekilde onlarca, hatta yüzlerce örnek vardır.)

Kur’an’a hem ‘zikir’ demek hem de ‘onda yazım hataları vardır’ demek, aslında, ‘Kur’an’a güvenmeyim’ demekle eşdeğerdir.

Zikir, Korunma Yolları ve Bireysel Çaba

Sadece bu kadarla kalsa iyiydi. Binlerce örnek sunmak mümkündür.

‘Bu hataların; sonradan hareke ve nokta koyanların hatası olduğunu’ kabul etmemek için ellerinden geleni yapanlar, ağızlarında “Kur’an yeter.” söylemi ile rivâyet tapıcılığı yapanlar, kendi kafalarına kurşun sıktıklarını anlamamak için direnmekte ve hatta herkesin kendi kafasına kurşun sıkmasını öğütlemektedirler.

Onları bir kenara bırakacak olursak;

Bir şeyin zikir olarak tanımlanması, o şeyin, zaman ve mekân değişimiyle değişmeyeceği, doğru ve en gerekli bilgi olma özelliğini hiçbir zaman kaybetmeyeceği, anlamına gelmektedir. Fakat her zikir, mutlaka ve mutlaka bir çaba gerektirmektedir.

Çünkü; bir şeyi akıldan çıkarmak için hiçbir şey yapmamak yeterli iken ‘BİR ŞEYİ AKILDAN HİÇ ÇIKARMAMAK’, KESİNLİKLE ÇABA İSTEMEKTEDİR.

İşte, Yüce Allah, insanı hesaba çekerken bu zikri unutmamak, akıldan çıkarmamak için gösterilen çabaları teraziye koyacaktır.

Hiç kimse bu zikri kuşatmak ile görevlendirilmediği gibi, kuşatmaya güç yetirmek de mümkün değildir.

Elimizde, ne zaman biteceğini bilmediğimiz bir hayat vardır. Bu hayat, sadece nefes alıp vermeyle değerli hale gelmez. Bu hayat, ZİKRİN HİÇ UNUTULMAMASI ile değerli hale gelir.

Hiç kimse bu zikre değer katamaz, hiç kimse bu zikre katkı da sunamaz, ama dâima Yüce Allah’a muhtaç olan insan türü, bu zikirle değerlenir, bu zikir ona İNSAN KALMAK için katkı verir.

Yüce Allah’ın ZİKRİNİ, ‘rivâyet olmadan anlaşılmaz’, diyerek eksik görenler ise asla Allah’ın zikrine ulaşamaz.

Çünkü zikir, eksik olmaz, eksik olursa zâten zikir olmaz.

Doğruluğu rivâyet üzerinden anlaşılan bir şeye ASLA ZİKİR denmez. Bu takdirde, rivâyetler ZİKİR olur.

Kur’an’ı zikir görüp ona zikir olarak imân edip ne olursa olsun ondan başka kaynağa tevessül etmemek, bugüne kadar hiç gidilmemiş bir yoldur. Bugüne kadar, “Kur’an yeter.” söylemleri sadece bir aldatmaca için söylenmiş sloganlardı. Her birinin maskesi teker teker düşüyor ve düşecek; ama asıl olan, onların maskelerini düşürmek değil, HAKÎKATEN KUR’AN’I YETİRMEKTİR. Bu ise çok büyük çaba istemektedir.

Buna bir ömür yetmeyecektir. Ama Yüce Allah’ın karşısına, şunun-bunun üzerinden edinilmiş, zikir sanılan bilgilerle gitmektense bir ömür boyu çabalayıp tek kelimeyi öğrenmeyle gitmek, çok daha evlâdır.

Şunu iyice anlamalıyız ki;

KUR’AN KUŞATILAN BİR KİTAP DEĞİL, KUŞATAN BİR KİTAPTIR!

ŞEKİL VERİLEN BİR KİTAP DEĞİL, ŞEKİL VEREN BİR KİTAPTIR!

ANLAM KAZANDIRILAN BİR KİTAP DEĞİL, ANLAM KAZANDIRAN BİR KİTAPTIR!

Ona anlam yüklemek için değil, ANLAM YÜKLENMEK için yönelmek zorundayız yani kısacası; TESLİM ALMAK DEĞİL, TESLİM OLMAK ZORUNDAYIZ!

  1. ed. Mücrim: Suç işlemiş olan, suçlu, kabahatli kimse. (Kubbealtı Lugatı)

  2. ed. Şirk: Allah’a eş ve ortak koşma, ortak isnat etme. (Kubbealtı Lugatı)

Kavramlar: