Başlıklar
‘ZİNET’ KELİMESİ HAKKINDA İLAVE NOTLAR
Kur’an, üzerinde çalıştıkça öğrendiğimiz, öğrendikçe değiştiğimiz ve (Allah kabul buyurursa) geliştiğimiz bir vakıadır, zaten doğal süreç böyle olmalıdır. Bundan dolayı hep söylediğimiz gibi, Kur’an çalışmalarında “sonuç” odaklı değil “süreç” odaklı bir yaklaşımın olması gerektiği daha önemlidir, zira aklın (tasavvurların) inşası sonuçlarla değil süreçlerle gerçekleşir.
Bu meyanda, bilindiği üzere biz daha önce Kur’an’da 46 kez geçen ز ي ن (ze-ye-ne) kökünden türemiş kelimelerle alâkalı dersler yapmıştık. O derslerde merkezde başka bir konu vardı ve biz de bu kelimenin o konuyla alâkalı yönüne bakmıştık. Devam eden Kur’an okumalarımızda kelimenin hem daha önce merkeze aldığımız meseleye hem de ele almadığımız başka meselelere ışık tutacak başka anlamlarına da vakıf olduk (elhamdülillah). Bu anlamın daha iyi anlaşılması meal ve tefsirlerde aşağı yukarı aynı anlamın verildiği ح ل ي (hilye) kelimesi ile ‘zinet’ kelimesinin karşılaştırılmasına bağlıdır.
‘Hilye’ kelimesi sulasi mücerred fiil kökünde (heliye – helyen); “süslü olmak, süslenmek, donanmak, bezenmek” gibi anlamlara sahiptir. İsim olarak ise (helyun – hilyetün); “takı, süs eşyası, kadınların süslenmek amacıyla kullandıkları altın, gümüş vb. takılar, insanın yaratılışından getirdiği şekil ve bedensel özellikler” gibi manalara gelmektedir.
Tekrar hatırlamak amacıyla ‘zinet’ kelimesinin köküne inecek olursak ز ي ن (ze-ye-ne) kökü fiil olarak (zeene – zeynen); “güzelleştirmek, süslemek, süsleyip albenili yapmak” gibi manalara, isim olarak ise “süs, güzellik” gibi manalara gelmektedir.
Kur’an’da dokuz yerde geçen ‘hilye’ kelimesinin bağlamlarına dikkatlice baktığımızda ‘zinet’ kelimesi ile ayrıştığı bir noktanın olduğu gözümüze çarpmaktadır. Kur’an, denizden çıkarılan, altın veya gümüş benzeri şeylerden yapılan ve vücuda takıştırılan şeylere ‘hilye’ demektedir fakat aynı kelime mesela yeryüzünün bitki örtüsü, geçimlik şeyler gibi şeyler için hiç kullanılmamaktadır hatta Ra’d suresinin 17. ayetinde geçen ‘hilyetin’ kelimesinin ögesi olduğu cümleye dikkat edilirse ‘hilye’nin “meta” olarak nitelendirilmediği görülecektir:
Enzele mine-ssemâ-i mâen fesâlet evdiyetun bikaderihâ fahtemele-sseylu zebeden râbiyâ(en) vemimmâ yûkidûne ‘aleyhi fî-nnâri-btiġâe hilyetin ev metâ’in zebedun miśluh(u) keżâlike yadribu(A)llâhu-lhakka velbâtil(e) feemmâ-zzebedu feyeżhebu cufâ-â(en) veemmâ mâ yenfe’u-nnâse feyemkuśu fî-l-ard(i) keżâlike yadribu(A)llâhu-l-emśâl(e)
Nahl suresinin 14. ayeti dikkate alındığında ise ‘hilye’ kelimesinin bir başka yönü açığa çıkmaktadır:
Vehuve-lleżî saḣḣara-lbahra lite/kulû minhu lahmen tariyyen vetestaḣricû minhu hilyeten telbesûnehâ veterâ-lfulke mevâḣira fîhi velitebteġû min fadlihi vele’allekum teşkurûn(e)
Söz konusu kelime ayette şu şekilde geçmektedir: حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَاۚ (hilyeten telbesûnehâ)
hilye kelimesinin kökeni ve anlamı
Görüldüğü üzere ‘hilyetin’ kelimesi nekredir ve bilindiği üzere nekre bir kelimeden sonra gelen kelimeler ve cümleler “arada bir bağ olmak kaydıyla” nekre kelimeye sıfat olurlar. İfadeye baktığımızda ‘telbesuneha’ kelimesinin sonunda bir ‘ha’ zamiri olduğu görülmektedir. Bu zamir hemen önceki ‘hilyetün’ kelimesine dönmektedir ve bu da iki kelime arasındaki bağ olmaktadır yani ‘telbesuneha’ ifadesi kendisinden önceki ‘hilyeten’ kelimesinin sıfatıdır.
İşte kelimenin bu durumu her ne olursa olsun ‘zinet’ kelimesinin varlıkların doğal halini, doğada bulunan hâlini, ‘hilye’ kelimesi ise doğada ‘zinet’ halinde bulunan şeylerin insanlar tarafından “takıp takıştırmak” amacıyla süs olarak kullanılmalarını ifade etmektedir.
Buna göre;
HER ‘HİLYE’ DOĞADA BULUNAN BİR ‘ZİNET’TEN YAPILMAKTADIR.
AMA HER ‘ZİNET’ ‘HİLYE’ DEĞİLDİR.
Her iki kelimenin Kur’an’da geçtiği bağlamlarının tamamı göz önüne alındığında ‘ZİNET’ kelimesinin doğada bulunan şeylerin özünü yansıtan tarafları için kullanılan bir kelime olduğunu, ‘hilye’ kelimesinin ise bu özden başka bir şeye dikkat çekmek için kullanılan bir kelime olduğunu görmekteyiz.
Bunu şu şekilde daha anlaşılır kılmaya çalışalım. Mesela, kadının dış görüntüsü tamamen ‘zinet’tir. Kadının dış görüntü olarak ‘zinet’ oluşu onun özüne dikkat çekmek, dıştan içe doğru bir anlam olduğunu belirtmek içindir. Kadının kendisine takı takması ise vücudunun takı takılan bölümünü “takının” fark edilmesi için kullanması demektir yani ‘hilye’ ‘zinet’ olan vücudu kendisine zemin olarak kullanmaktadır.
Bu farkın anlaşılması için daha önce işlediğimiz Kehf 7. ayete bir de bu açıdan bakalım.
İnnâ ce’alnâ mâ ‘alâ-l-ardi zîneten lehâ linebluvehum eyyuhum ahsenu ‘amelâ(n)
hilye ve zinet kavramlarının karşılaştırılması
Ayette ‘mâ ‘alâ-l-ardi zîneten’ ifadesi geçmektedir. ‘MA ALE’L ARD’ ifadesi “o yerin üstünde bulunan” anlamına gelmektedir yani bu ifadeye göre “o yerin üstünde bulunan bitki örtüsü zinettir.” İşte burada şu soruyu sormak durumunda kalmaktayız. Yerin üstünde bulunan bitkilerin tamamı yenilebilir şeyler midir, hepsi insana faydalı şeyler midir? Mesela, yerin üstünde bulunan “diken, zehirli bitkiler, insanın ektiği bitkileri yok eden başka bitkiler” de ‘zinet’ midir?
CEVAP: Eğer ayetteki ‘ma’ edatı tahsis edilmemişse (ki edilmemiş) verilecek yegâne cevap “Evet onlar da ‘zinet’tir.” şeklinde olmak zorundadır. Bu durumda ‘zinet’ kelimesi insanın faydasına ya da zararına olsun fark etmez eğer bitki örtüsü için kullanılmışsa (ki kullanılmış) her türlü bitki ‘zinet’tir.
‘Zinet’ kelimesi varlıkların zatında olan bir sıfat değildir yani kelime “zati bir sıfat” değildir, varlıkların bir HÂLidir. Bunun anlaşılması için derslerimizde daha önce verdiğimiz bir örneği tekrar hatırlayalım: Vücudunun tamamı yanmış, elleri ayakları olmayan, gözleri kör, burnu ve kulakları kesik bir kadın bu durumda olduğunda onun dış görüntüsüne hâlâ ‘ZİNET’ denir mi?
CEVAP: Denmez çünkü bir şeyi ‘zinet’ olarak nitelemek o şeyin ZATINDA olan bir sıfatı değil, zatının içinde bulunduğu bir HÂLi ifade eden bir kelimedir.
Az önce kadının dış görüntüsünün tamamen ‘zinet’ olarak nitelendirildiğini söyledik fakat bu söylemimiz TAHSİS gerektiren bir sözdür çünkü “dış görüntü” dendiğinde “Buna ne dahil olmaktadır?” sorusu sorulmak zorundadır.
Kadının dış görüntüsüne ‘zinet’ denmesi şu değildir. ‘Zinet’ dendiğinde hemen akla çırılçıplak bir kadın ve gözümüze ne çarpıyorsa hepsi de ‘zinet’tir. BU DEĞİLDİR çünkü Kur’an, kadının üreme bölgesinden ‘FERC’ diye bahsetmiş ve buna ‘ZİNET’ dememiştir. Eğer kadının tüm vücudu saçından ayak tırnaklarına kadar ‘zinet’ olsaydı ‘ferc’in de ‘zinet’ olarak tanımlanması gerekirdi.
‘Zinet’ kelimesinin bir SIFAT değil bir HAL olduğunu belirttik. Bunu biraz açalım:
Az önceki Kehf suresi 7. ayeti tekrar hatırlayacak olursak ‘MA ALE’L ARD’ olan bitkiler için ‘ZİNET’ kelimesi kullanılmıştı. Bu kelime yer üstünde bulunan bitkilerin şurasını-burasını tahsis etmeden tüm görünüşüne ‘zinet’ demektedir. Bir hurma ağacına baktığımızı ve ağacın her detayını gördüğümüzü düşünelim. Kur’an, gördüğümüz şeyin tamamına ‘zinet’ demektedir yani kökü, gövdesi, dalı, meyvesi ve dahası kırık dalları, tırtıllı gövdesi, sararmış ve yeşil yaprakları, olgunlaşmış ve olgunlaşmamış meyvesi, çürüyüp yere düşecek olanı, olgunlaşma imkânı bulamamış olanı yani her neyi varsa hepsini birden ‘ZİNET’ olarak nitelendirmiştir yani ‘ZİNET’ kelimesi salt manada ve sadece GÜZEL VE FAYDALI olanlar için değil, tamamı için kullanılan bir kelimedir yani ‘ZİNET’ denilince akla sadece “güzellik ve çekiciliğin” gelmesi son derece YANLIŞTIR.
Bunu “kadınlar” üzerinden biraz daha açalım:
zinetin kültürel ve dilsel yorumları
Kur’an hiçbir tahsis yapmadan kadınların örtünmesini ve ‘zinet’lerini göstermemesini emretmektedir. Eğer biz ‘zinet’ kelimesine “güzellik ve çekicilik” üzerinden anlam verecek olursak “güzel ve çekici” olmayan kadınların ‘ZİNET’ olarak nitelendirilmemesi gerekirdi. Tüm kadınlar ‘kadın’ olarak kesinlikle GÜZELDİR fakat tüm kadınlar ‘ZİNET’ olarak güzel değildir. Nice kadınlarımız, kızlarımız vardır ki ne vücutlarının ne de yüzlerinin çekici bir yanı yoktur. Eğer biz ‘zinet’ kelimesine “süs, güzellik” üzerinden anlam verirsek bu durumda böyle olan annelerimizin, kızlarımızın ‘zinet’ olmaması gerekir.
Kur’an bırakın genç, güzel ve alımlı kadınları ‘zinet’ olarak nitelemeyi ‘KAVAİD’ olan kadınları bile ‘ZİNET’ olarak nitelemektedir. ‘Zinet’ kelimesinin kadına nispeti ZATINDA OLAN BİR SIFATTAN DEĞİL, ZATININ İÇİNDE BULUNDUĞU BİR HALDEN DOLAYIDIR.
Bu cümlenin anlaşılması için şöyle bir soru soralım: Henüz ergenlik çağında olan yani kadınsal özellikleri henüz tamamlanmamış olan bir kız çocuğu ‘ZİNET’ olarak tanımlanır mı?
CEVAP: ASLA TANIMLANAMAZ ama eğer biz ‘zinet’ kelimesini müenneslerin ZATINDA olan bir sıfat olarak alırsak bu durumda henüz annesinden yeni doğmuş bir kız çocuğunu da ‘zinet’ olarak tanımlamalıyız. Bu durumda o bebek de kadınların mükellef olduğu her şeyle mükellef olacak demektir ki bu akla ziyan bir sonuç doğurur. Nitekim kadınların ‘zinet’ olarak tanımlandığı ayetlerin tamamında kullanılan kelime “dişi” anlamına gelen ‘ÜNSA’ kelimesi değil, ‘NİSA’ kelimesidir. Henüz kadınlık özelliklerine erişmemiş bir kız çocuğu ‘ÜNSA’dır ama ‘NİSA’ değildir bu yüzden o çocukların vücutlarının tamamı da bir parçası da ‘ZİNET’ olarak nitelendirilemez.
‘Zinet’ kelimesinin “ZATİ BİR SIFAT değil, bir HAL olduğu”nu söyledik. Henüz kadınlık özelliklerine haiz olmamış bir kız çocuğunun HÂLİ ile kadınlık özelliklerini tamamlamış bir kadının HÂLİ asla aynı değildir.
Hal olan kelimeler aslı itibariyle bir fiili değil, bir fiil yapılırken o fiilin hangi halde yapıldığını gösteren kelimelerdir.
“ÇOCUK, AĞLAYARAK GELDİ.” Mesela, bu cümlede “ağlayarak” ifadesi haldir. Burada kastedilen şey çocuğun gelmesi veya ağlaması değil, gelme fiilini hangi hal üzere yaptığıdır. Buna göre HAL, yapılan fiillerin veya dış görünüşlerin GÖRÜNMEYEN taraflarını yansıtan bir DURUMDUR.
Mesela, bitkilerin ‘zinet’ olması bitkiye dair hemen her şeyin ‘zinet’ olduğu anlamına gelmemektedir. Bitkinin tohum hâli, tohumun çürümüş hâli yani toprak altından çıkmamış hâli ‘zinet’ olarak nitelendirilmemiştir fakat gelişimini tamamlamış yani yer üstüne çıkmış bir bitkinin hâli ‘zinet’tir çünkü bitkinin o hâli asıl olana, özü olana işaret eden bir durumdur. Koca bir ağaca bakıp o ağacın o hâlinin minik bir tohumla başladığına ulaşılır. Karşımızdaki ağaç minik bir tohumun serpilip gelişmesini bildiren bir HALDİR yani aslında tohumun ağaç HÂLİNE gelmiş HÂLİDİR. Tohumken ona ‘zinet’ denmez çünkü henüz potansiyelini açığa çıkarmamıştır. Bunun gibi henüz kadınlık özelliklerini kazanmamış bir kız çocuğuna ‘zinet’ denmez çünkü o da henüz potansiyelini açığa çıkarmamıştır.
“Kur’an neden kadına ‘zinet’ dedi de erkeğe demedi?” diye bir soru akla gelecek olursa bunun cevabı şu olmalıdır: Erkek kendi içindeki potansiyeli açığa çıkaran bir öze sahip değildir çünkü o, tohum gibi kendinde olanı açığa çıkaran, ağaca dönüşen sonra da meyve verip aynı şekilde kendisi gibi bir süreci başlatan bir varlık değildir.
zinet, toplumsal cinsiyet ve beden ilişkisi
Annesinden doğan her bir kız çocuğu bünyesinde kendinden sonraki nesilleri taşıyan bir özelliğe sahiptir. Her tohum, bünyesinde kendisinden sonraki tohumları taşıyan bir özelliğe sahiptir, işte bu yüzden ‘zinet’tirler.
Tohum ister diken tohumu ister zehirli sarmaşık tohumu ister gül tohumu olsun fark etmez boy verip kendi asli özelliğine dikkat çeken bir görünüme kavuştuğunda ‘zinet’ olur.
İster ay parçası gibi olsun ister yüzüne bakılamayacak kadar (hâşâ) çirkin olsun her kadın KADIN olarak güzeldir ve ‘ZİNET’TİR. Kendisinden sonra ister melek yüzlü bir çocuk doğursun ister sakat bir çocuk fark etmez kadınlık özelliğini tamamlamış her kadın ‘ZİNET’TİR çünkü onun o hâli, özünü ve içindeki potansiyeli GÖRÜNÜR hâle getirmektedir. Vücudunun her tarafı yanmış, burnu ve kulakları kesik, elleri ve bacakları olmayan bir kadın ‘zinet’ değildir çünkü o hâliyle içinde potansiyel bulunan bir kadın mı yoksa potansiyeli olmayan bir erkek mi olduğu anlaşılmaz.
‘ZİNET’: Varlıkların asli potansiyellerini görünür kılan bir HALDİR.
‘Hilye’ ise ‘zinet’i kendisine zemin olarak kullanıp kendisini görünür hâle getiren takıdır.
‘HİLYE’ elbisenin üstüne de takılır, direkt vücuda da. ‘Hilye’deki amaç potansiyele dikkat çekmek için değildir fakat ister bir elbise ile örtülmüş olsun isterse yüz gibi açıkta olsun, takısı olsun ya da olmasın ‘zinet’ yine ‘zinet’tir.
Bir kadın (özür dileyerek) göğüsleri ‘zinet’tir, ister elbise altında olsun ister açıkta çünkü onlar kadının artık kadınsal özelliklerini kazandığını ve kendisinden sonraki nesli doğurabileceğinden haber verir. Kadının o göğüslerinin şekli, şemaili hiç önemli değildir ve bunların, onların ‘zinet’ olması ile hiçbir alâkası yoktur.
Kadının tesettürlü olması veya giyinik olması hatta yüzünü peçeyle kapatıp tamamen çarşafa bürünmesi ONUN KADIN OLDUĞUNU ASLA ÖRTMEZ, ASLA GİZLEMEZ, ASLA BELİRSİZ HÂLE GETİRMEZ. Kadın çarşaflı da olsa kadındır, çırılçıplak olsa da kadındır. Ve en cahil kafaların içinde bile “kadın” dendiğinde boyuna posuna, vücudunun güzelliğine veya çirkinliğine bakmadan bir sonraki neslin kendilerinden çıktığı varlıklar belirir.
İşte, tamamen kapalı bile olsa kadın ‘zinet’tir çünkü örtü kadının kadınlığını örtmez. Görünür varlık ‘zinet’tir. Yerin üstünde arzı endam eden bitkiler, göğün üstünde pırıl pırıl parlayan yıldızlar ‘zinet’tir çünkü onların görünür halleri GÖRÜNMEYENİ gösterir.
Tam burada “İnsan (kadın-erkek) niçin evlenir?” diye bir soru soralım ve bu soruya aklımıza gelebilecek şu en uç cevapları verelim:
- Şehevi arzular için
- Mal-mülk için
- Haz için
- Arz-ı endam için
Listeyi ne kadar uzatırsak uzatalım evet bunlar evlilik için sebeplerdir ama hiçbiri kalıcı değildir. Hiçbiri zata ait sıfatlar veya haller değildir. Evlenmenin asıl amacı ve işlevi nesiller için, türün devamlılığı içindir. İşte bu KALICIDIR ve ZATLARA (kadın-erkek) ait bir özelliktir.
Neslin ve türün devamlılığında erkeğin rolü VAZGEÇİLMEZ DEĞİLDİR, karşımızda “Meryem” örneği durmaktadır. Bu yüzden erkek ‘zinet’ değildir çünkü ona bakınca kendisinde bir sonraki neslin içinde bulunduğu bir HAL gözükmemektedir. Kadınlar yumurtalıklarını annelerinin karnında kazanırlar ve hep kendilerinde taşırlar, oysa erkekler bu yumurtaları dölleyen spermlerini annelerinin karnında değil, çok sonraları ve ANLIK olarak kazanırlar. İşte bu yüzden onlara ‘zinet’ denmez çünkü hiçbir erkek TOHUM gibi değildir, çünkü hiçbir erkek bitki gibi değildir, çünkü hiçbir erkek bir sonraki neslin nüvesini özünde taşımaz.
ÜREMEK erkek cinsi için bir ARAZDIR fakat kadın yani MÜENNES varlıklar için bir CEVHERDİR. Cevher; varlığın özünü öz yapan, sonradan kazanılmayan, asli varlığı içinde bulunan şeydir. Üremek erkeğin sonradan kazandığı bir özelliktir ama kadının anne karnındayken kadında oluşan İLK HALDİR. Hiçbir erkek annesinden sperm ile doğmaz ama her müennes -açığa çıksın ya da çıkmasın- özünde yumurtaları taşıyarak doğar. İşte, ‘ZİNET’ bu özü GÖRÜNÜR ve BİLİNİR hâle getiren BİR DURUMDUR.
Kadınlık özelliklerini kazanmamış bir kız çocuğunda da sonraki nesilleri taşıyan yumurtalık bulunur fakat kadınlık özelliğini kazanmamış bir çocuk bu yumurtaların FAAL olduğunu bildirmez ama kadınlık özelliğini kazanmış her kız çocuğu dış görüntüsü ile bu yumurtaların artık FAAL olduğundan haber verir. İşte, kızların o durumu kendi içlerindeki potansiyelden haber verir. İşte bu yüzden kadınlık özellikleri ‘ZİNET’ hâline gelmiştir yani içten, özden, asıldan haber veren GÖSTERGELERdir artık kadının her hâli.
zinetin modern söylem ve uygulamalardaki izi
Kadın ya da erkek fark etmez giyinmek ASLA ONTOLOJİK BİR ANLAMA SAHİP DEĞİLDİR. Giyinmek ancak ve ancak epistemolojik bir değerler sistemi olunca anlamlıdır. Bu yüzden hayvanlar giyinmez, bu yüzden hayvanlar giyinmediklerinden anormal karşılanmaz.
Kadının ‘zinet’ oluşu ONTOLOJİK bir değerdir ama kadının örtünmesi EPİSTEMOLOJİK bir değerdir. Evet, Yüce Allah kadını ‘zinet’ olarak var etmiş, ‘zinet’ hâline büründürmüştür. Böyle olmak kadının bir seçimi değildir. Kadın bir insandır ve her insan gibi onun da VARLIĞINI anlamlı kılan şey ontolojisi değil epistemolojisidir.
İnsanların şu ya da bu şekilde giyinmeleri kesinlikle epistemolojik değerlere yaslanır hatta plajda bikini giymek bile ontolojik değil epistemolojiktir.
Giyinmenin aslı olan, kökeni olan, tanımı ve tarifi olan, hakiki değerleri olan bir asla yaslanması, o asla göre giyinen insanın hangi epistemolojik sisteme bağlı olduğunu gösteren göstergelerdir. Günümüzde bile takım elbise giyip kravat takılması bu şekilde giyinenlerin bu giyimin epistemolojik değerlerini nereden aldıklarını, hangi asla yaslanarak böyle giyindiklerini gösteren bir durumdur.
Bir rahibe ile mini etek giymiş bir kadını yan yana koyduğumuzda yeryüzünün her yerindeki insanlar, birinin giyiminin dininden kaynaklanan değerlerle, diğerinin giyiminin ise nereden kaynaklandığı belli olmayan değerlerle tanımlandığını bilirler.
Bir kadına şehvet duyulması, ‘zinet’lerine bakıp onunla ontolojik temelli hayaller kurulması sadece insana ait değil aynı zamanda HAYVANlara ait bir durumdur. İnsan-insan ilişkilerinde ONTOLOJİK özellikler asla TEMEL olmazlar, olamazlar. Eğer olsaydı insanın annesi ile eşi arasında bir fark kalmazdı.