a large sand dune under a cloudy sky

Allah’ın Misli ve Benzetilemezliği

Benzetme ve Teşbih Anlayışı

Benzetmelerde “benzetme yönü” çok önemlidir. Benzetme yönünün olmadığı teşbihlerde benzetme yönü ya kendisinden önce çokça bahsedildiği için ya çok bilindiği için ya da çok açık olduğundan dolayı hazf edilebilir…

“KAŞLARIN KEMANDIR / GÖZLERİN AY” … Mesela, burada hem benzetme edatı hem benzetme yönü hazf edilmiştir çünkü her ikisinde de hem benzetme olduğu hem de hangi yönlerden benzetildiği açıktır.

Temsilî teşbihlerde benzetme yönü açıkça belirtilmese bile bazen sözün kendisinden anlaşılır.

Mesela, “BU ÖĞRETMEN TIPKI DİĞER ÖĞRETMEN GİBİDİR.”

Bu benzetmede benzetme yönü yoktur ama sözden benzetme yönünün “öğretmenlik yapma” olduğu anlaşılmaktadır.

Allah Teşbihe Konu Olmaz

Fakat ‘Leyse ke mislihi şeyun’ ifadesinde bir teşbih yapılmamaktadır, tam tersi teşbih yapılamayacağı söylenmektedir yani “Allah teşbihe konu olamaz.” denmektedir.

Eğer ifade şöyle olsaydı: ‘LEYSE ŞEYUN KE ALLAHİ’ … Bu durumda anlaşılması gereken şey, “Allah’ı herhangi bir şey gibi benzetme konusu yapmayın.” olurdu ve bu durum sadece Zâtı ile sınırlı kalırdı.

‘KE MİSLİ Hİ’ ifadesinde Allah’a raci olan ‘HU’ zamiri muzafun ileyh’tir ve irab’tan mahalli yoktur yani Allah’ın Zâtı zaten bir teşbihe konu olamaz, bu açık ama Zâtı teşbihe konu olamayacağı gibi MİSLİ de teşbihe konu olamaz demektir.

Burada şu soru konuyu doğru bir şekilde açan soru olurdu: “‘ALLAH’IN MİSLİ’ derken ne kastediliyor?”

‘LEYSE KE ALLAHİ ŞEYUN’ … “Hiçbir ‘şey’ Allah gibi olmaz/değildir.”

‘LEYSE MİSLİHİ ŞEYUN’ … “Hiçbir ‘şey’ O’nun misli olmaz/değildir.”

‘LEYSE KE MİSLİ Hİ ŞEYUN’ … “Hiçbir ‘şey’ O’nun misli gibi olmaz/değildir.”

Bu durumda “ALLAH + MİSLİ” gibi bir durum çıkıyor.

Allah’ın İnsani Algı ve Dil Üzerinden Anlaşılması

Varlığın içinde Allah’ı zâti olarak görüp duyamıyoruz, dokunup koklayamıyoruz. Akılda Allah’ı tasavvur edemiyoruz ama iş söze gelince sözde hep “Allah Allah” diyoruz, “Allah şöyledir, Allah şunu yapar, Allah şunu yapmaz.” vs. gibi şeyler söylüyoruz.

Zât’ını göremiyorsak ve göremeyeceksek, Zât’ını akılda tasavvur edemeyeceksek O’na fiil ve isim izâfe etmek nasıl mümkün olabilir ki?

İsim ve sıfat var ama müsemmasını ve mevsufunu zâti olarak ne bilebiliyoruz ne de hayal edebiliyoruz. Fiil var, fiilin faili de var ama faili ne bilebiliyoruz ne de hayal edebiliyoruz. O halde fiil ve isim izafe etmek saçma olmaz mı?

İşte Yüce Allah’ın müsemma, mevsuf veya fail oluşu MİSALEN yani TEMSİLENDİR.

İş misale yani temsile gelince ZÂT başka bir ‘şey’, TEMSİL başka bir ‘şey’ oluyor. İşte ‘leyse ke mislihi şeyun’ ifadesi bu misalin de bir benzerinin olmadığını ve olmayacağını söylüyor.

“Allah” duyularımızın nesnesi olmamış, “Allah” akıllarımızın, tasavvurlarımızın, hayal ve vehmimizin de nesnesi olmamış ama “Allah” dilimizin nesnesi olmuş.

“Allah’a inanıyorum.” / “Allah’a iman ettim.” / “Allah’ı seviyorum.” “Allah’ı biliyorum.” cümlelerinde nahiv açısından bile “Allah” lafzı cümlelerin nesnesidir.

“Allah geldi, Allah gördü, Allah bildi, Allah rahimdir, Allah rahmandır, Allah gafil değildir.” vs. gibi cümlelerde “Allah” lafzı cümlelerin öznesidir ama “Allah” lafzı lafız olarak bu cümlelerin kurulmasında bir nesnedir.

O, duyuların nesnesi olmuyor; kimse O’nu duyularının nesnesi yapmaya güç yetiremiyor. O, akılların nesnesi olmuyor; kimse O’nu aklının nesnesi hâline getiremiyor ama dilin, sözün, cümlenin nesnesi oluyor. İşte bu sadece ve sadece MİSALİ bir nesneliktir. Cümle, bunun da bir GİBİ’si olmadığını söylüyor.

Diyeceksiniz ki “Yahu, aklın ve duyuların nesnesi olmayanın, mislinin gibisinin olmamasını nasıl akledebilir, nasıl anlayabiliriz ki?” Aslına bakarsanız biz bunu “Allah” dışında o kadar çok yapıyoruz ki hatta diyebilirim ki aklımızı ve tasavvurumuzu inşa eden değer içerikli tüm kelimeler öyledir.

Değerler ve Zât

Mesela, şefkatin misli gibi olan bir ‘ŞEY’ söyleyebilir misiniz?

Mesela, acımanın misli gibi olan bir ‘ŞEY’ söyleyebilir misiniz?

Mesela, sevmenin, nefret etmenin, hüzünlenmenin misli gibi olan bir ‘ŞEY’ söyleyebilir misiniz?

Ya da şefkate, merhamete, inanmaya, sevmeye nefret etmeye bir VÜCUT verebilir misiniz?

Bunları bir ZÂT olarak düşünebilir misiniz?

Sadece bunlar da değil; acı, tatlı, ekşi, sert, yumuşak vs. gibi ‘şeyler’i bir zât olarak düşünebilir misiniz?

Bunların hepsi ZÂTI olmayan, vücudu olmayan DEĞERLERDİR ve bunların tamamının dile gelmesi MİSALENdir.

Peki, bunların misali ile “Allah”ın misali aynı değerde midir? ASLA aynı değerde değildir çünkü saydıklarımızın tamamı biz algılayınca var olan ‘şeyler’dir. Algıların değişmesi ile bunlarda azalma, çoğalma, değişme ve hatta yok olma da mümkündür. Sizin “acı” dediğinize bir başka algı “tatlı” der, sizin “tatlı” dediğinize bir başka algı “ekşi” der yani bunların misali algılara bağlıdır, oysa “Allah”ın misali hiçbir algıya bağlı değildir. Algılar O’nu algılasın veya algılamasın, hisler misalen de olsa O’nu hissetsin veya hissetmesin O’nun misali her ‘şey’den bağımsızdır. İşte bu yüzden BİZ “ALLAH”I SADECE ‘değer’ olarak bilebilir, ‘değer’ olarak anlayabilir, ‘değer’ olarak akledebiliriz, ZÂT olarak değil.

Zaten değerlerin zâtı hiçbir zaman kavranamaz ve değerlere bir VÜCUT verilemez, istense bile bu yapılamaz.

“ŞEFKAT”e bir vücut verip onu bir zât hâline getirebilir miyiz? Bu şekilde akledebilir miyiz? Hemen söyleyeyim ki böyle yaptığımız anda “ŞEFKAT” YOK OLUR çünkü ortaya başka bir ‘şey’ çıkar ve o asla “şefkat” olmaz.

“Allah”a bir vücut versek (sonsuz kere hâşâ) evet, ortaya vücudu olan bir ‘şey’ çıkar ama o asla “Allah” olmaz.

“Değerler sadece MİSALEN bilinirler.” dedik demesine de her bir misalin bir ‘GİBİ’Sİ vardır.

“Ayşe’nin merhametinin misali Fatma’nın merhametinin misali gibidir.” deriz ve bu yanlış bir cümle olmaz ama “Allah’ın merhametinin misali Zeyd’in merhametinin misali gibidir.” dersek işte bu yalan bir cümle olur.

Değerlerin sınırı yoktur ama değerler, sahiplenen kişinin kapasitesine göre değer kazanır ve bunlarda azlık, çokluk mümkündür.

“Allah rauftur, Muhammed rauftur.”

“Allah bilir, Mehmet bilir.”

“Allah latiftir, Hasan latiftir.”

“Rauf, bilmek, latif”; bunlar vücudu olmayan değerlerdir. Değer açısından hiçbirine sınır koyamayız ama sınırsız değerleri sınırlı zâtların içine koyduğumuzda o değer daima GİBİSİ olan bir değer olur hatta GİBİSİ olan ‘değer’ değil, DEĞERİN İZAFE EDİLDİĞİ ZÂTTAKİ DEĞERİN MİKTARIDIR.

“Merhamet” sonsuzdur, sınırsızdır, başlangıçsızdır, vücuda muhtaç değildir. İnsan sınırlıdır, sonludur, başlangıcı vardır, vücuda muhtaçtır.

İşte böyle bir zâtın “MERHAMET” değerinden alacağı pay da sınırlıdır, sonludur, başlangıcı olandır fakat Zât’ı Mutlak olan, sınırsız olan, başlangıçsız olan, sonsuz olan bir Zât’ın merhametten alacağı pay da Zât’ının kapasitesine göredir. Bu durumda “merhamet” denilen ‘şey’ o Zât’ın Zât’ından bağımsız, ayrı bir ‘şey’ de olamaz tam tersi “merhamet” denilen ‘şey’in kaynağı “O” olur ve varlığın içinde kendisinden pay alınan bir merhamet varsa “o merhamet” “O’NUN MERHAMETİ” olur.

İşte, tüm bu anlattıklarımız MİSALENdir. Ve işte bu MİSALİN benzeri olabilecek bir “ŞEY” olmaz, olamaz. Daha basit bir ifadeyle; dilde nesne olan “Allah” ve O’na dair değerlerin tamamı MİSALENDİR; bu misalin bir ‘GİBİ’Sİ yoktur.

Bu cümlenin bir başka yönü daha vardır; her şeyden önce Kur’an’da “Hiçbir ‘şey’ Allah gibi değildir/olmaz.” gibi bir cümlenin hiç olmaması ama “HİÇBİR ‘ŞEY’ ALLAH’IN MİSLİ GİBİ OLMAZ/DEĞİLDİR.” şeklinde bir cümlenin olması tıpkı şu ayetteki bir durum oluşturmaktadır: “ANNEYE, BABAYA ‘OF!’ DEMEYİN.”

Kur’an’da Misal Kullanımı ve Hukukun İlkeleri

Bu cümle “Anneye, babaya ‘of!’ demeyin ama ağzınıza gelen başka sözleri söyleyebilirsiniz.” anlamına asla gelmez. Bu cümle eğer “Anneye, babaya ‘OF!’ demek bile yasaklanmıştır.” demekse “Onlara bundan daha incitici bir söz ve davranış zaten yapılamaz.” anlamına gelmektedir.

Buradan hareketle ‘leyse ke misli hi şeyun’ ifadesi de benzeri bir manaya sahiptir. Cümle, “Allah’ın mislinin bile bir GİBİSİ yoksa Zât’ının ve fillerinin bir gibisinin olması zaten söz konusu bile edilemez.” demektir. “Allah’ın misli” ise sadece lafzendir. Lafzen bile olsa “Allah’ın mislinin gibisi yok.” demektir.

“Allah arşa istiva etti.”“Allah’ın iki eli.”“Allah duydu.”“Allah gördü.”“Allah rahimdir.”“Allah rahmandır.”“Allah cezalandırdı.” vs. bunların hepsi LAFZENDİR ve bu lafızlar da MİSALENDİR. “Bu lafızların karşısına ‘şeyler’den yola çıkarak bir ‘ŞEY’ koyamazsınız.” demektir.

“Allah’ın misalinin yani lafzen ‘Allah’ın bir cümlenin nesnesi olmasının, bir sıfata mevsuf olmasının, bir isme musemma olmasının, bir fiile fail olmasının, bir cümlede müpteda olmasının mukayyet alanda karşılığı olabilecek bir ‘ŞEY’ yok.” demektir. Mukayyet alanda sadece bunların ayetleri vardır, bizâtihi kendileri değil.

Bir de bu cümleden “tasavvur”a ve hatta “hukuk”a dair ‘ASILLAR’ çıkarılır ki bu asıllar da “Asılların Aslı” olur.

Mesela, şu ayetteki bir durum ile ilgili bir ‘ASIL’ çıkaralım:

24:2

Ezzâniyetu ve-zzânî feclidû kulle vâhidin minhumâ mi-ete celde(tin) velâ te/ḣużkum bihimâ ra/fetun fî dîni(A)llâhi in kuntum tu/minûne bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣir(i) velyeşhed ‘ażâbehumâ tâ-ifetun mine-lmu/minîn(e)

Bu ayetteki şu cümleye odaklanalım: وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ ف۪ي د۪ينِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۚ 
(velâ te/ḣużkum bihimâ ra/fetun fî dîni(A)llâhi in kuntum tu/minûne bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣir(i))

Bu cümlenin yaklaşık meali şöyledir: “Eğer Allah’a ve ahir güne inanıyorsanız Allah’ın dini hususunda o ikisiyle alâkalı olan bir ‘re’fet’ size musallat olmasın.”

Cümledeki رَأْفَةٌ (ra/fetun) kelimesi “merhamet etmek, acımak, şefkatle muamele etmek” manasına gelen bir kelimedir ve bu kesinlikle bir insani değerdir. Peki, ayet “Sakın bir ‘re’fet’ size musallat olmasın.” derken “Ceza verirken acımasız olun, onları kırbaçlarken sevinç naraları atın.” demek mi istemektedir? Ne yapmış olursa olsun insan karşısında ceza verilen birine karşı acıma hissi nasıl duymaz, bu mümkün müdür?

Hırsızın eli kesilirken, katil idam edilirken insan merhamet duymayacaksa ne duyar, sevinç mi?

Bu ayet bize ne diyor? “Kelle kesilirken dans edin.” mi diyor? “Tüm insanların içinde teşhir edilerek kendisine ceza verilen bir zânî gördüğünüzde sevinçle birbirinizi kutlayın.” mı diyor?

Hayır tabi ki. Bu ayet hukukun uygulanmasında ASIL olan değerin “insanların hisleri” değil “İLKELER” olduğunu söylüyor; tam tersi bu ayet “bu manzaranın insanda merhamet duygularını kabartacağını, acıma duygularını yoğunlaştıracağını ama bunların kesinlikle asıl olmaması gerektiğini” söylüyor; tam tersi ayet “Onlara merhamet edin, acıyın ama sakın ola ki kendi acımanızı asıl yaparak hükmü fer’e çevirmeyin.” diyor.

Neden böyle?

Ayet, “Bak ey insan, zânî olana bu cezayı uygun gören, RAHMETİ KENDİSİNE İLKE EDİNEN bir Zât’tır. Sakın ola ki O’nun merhametini MİSLİ GİBİSİ olan bir merhamet olarak görüp hükmün sanki bu merhametten bağımsız verildiğini sanma…

… Sendeki merhamet senin bardağın ne kadar alıyorsa o kadardır fakat O’nun merhameti O’nun Zât’ının üstünde ve O’ndan ayrı bir şey değildir. Sen sinirlenince merhameti bir kenara bırakırsın ama Allah öyle değildir…

… Bu yüzden merhamet et, acı ama sakın ola ki bu merhametini sanki Allah bu hükmü verirken merhametsizmiş gibi yaparak ONU ASIL, ALLAH’IN HÜKMÜNÜ FER YAPMA!” demektir.

İlgili içerikler