El-A’rab ve Bedeviler: İsm-i Tafdil ve Yanlış Çeviriler

Çeviriler ve ‘Bilmek’ Kavramı

9:97

El-e’râbu eşeddu kufran venifâkan veecderu ellâ ya’lemû hudûde mâ enzela(A)llâhu ‘alâ rasûlih(i)(k) va(A)llâhu ‘alîmun hakîm(un)

Abdulbaki Gölpınarlı Meali – Bedeviler, kafirlik ve münafıklık bakımından şehirlilerden beterdir ve Allah’ın, Peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını daha ziyade bilmezler, buna daha fazla onlar layıktır ve Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ali Bulaç Meali – Bedeviler inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha ‘yatkın ve elverişlidir.’ Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. 

Diyanet Vakfı Meali – Bedevîler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter, hem de Allah’ın Resûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. 

Mehmet Okuyan Meali – Göçebeler, kâfirlik ve münafıklık bakımından hem daha beter hem de Allah’ın Elçisine indirdiği sınırları tanımamaya daha meyillidir. Allah bilendir, doğru hüküm verendir.

Bakara 30. ayetteki ‘İNNİ EA’LEMU MA LA TEA’LEMUN’ ifadesini işlerken ayetteki ‘EA’LAMU’ ifadesinin “bilmek” değil “tanımayı sağlamak / tanıtmak” anlamına geldiğini söylemiştim. Mesela, bu ayetteki ‘YEA’LEMUN’ ifadesi de “tanımak” anlamına gelmektedir.

“Tanımak” kelimesinden kastettiğimiz şey “tanışmak” değildir, özellikleri üzerinden onun o olduğunu bilmektir.

“Bilmek” ise “tümele dair akılda kalan tikel bir yargıyı pratikte tümelde tespit etmek”tir.

“Bilmek” hiçbir zaman mahiyete dair olmaz. “Bilmek” sadece tümelin arazlarında olabilir.

El-E’arab ve Bedeviler

Ayette bahse konu edilenler اَلْاَعْرَابُ (El-e’râbu) kelimesi ile ifade edilenlerdir. Meallerde ve tefsirlerde bu kelimeye “bedeviler” anlamı verilmiştir. Daha önceki derslerimizde bu anlamı vermenin asla doğru bir anlam olmadığını söylemiştik. Bu kelime kesinlikle SÖZ ile alâkalı bir kelimedir. NEDEN?

Ayette bu ‘EL-EA’RAB’ olanlardan haber veriliyor. Verilen haber bir ism-i tafdil ile başlıyor. Her ism-i tafdil mutlaka bir kıyas ister ve kıyaslar da karşıtlar arasında değil benzerler arasında olmak zorundadır. Bunun hakkında da daha önce çok konuşmuştuk. Zıtlar arasında ism-i tafdil olmaz çünkü ism-i tafdilin tanımı şudur: “Sıfatta ortak iki şeyden birinin, o sıfatın diğerinden daha çok onda olduğunu belirten kelimelere ism-i tafdil denir.”

Beyaz – daha beyaz
Sert – daha sert
İyi – daha iyi
Güzel – daha güzel
Kâfir – daha kâfir

Ayetlerde ‘Ism-i Tafdil’ ve Zemahşeri’nin Yorumu

Ayette bir ism-i tafdil ve ism-i tafdil üzerindeki kapalılığı gideren temyiz olan kelimeler gelmiştir. Esasında ism-i tafdil zaten temyiz içindir yani aynı sıfata sahip iki şey arasındaki farkı fark etmek. Temyiz zaten karşıtlar arasında değil benzerler arasında yapılır. Karşıtları temyiz etmeye gerek yoktur. “Mümeyyiz olmak” benzerler arasındaki farkı fark edecek yeteneğe sahip olmak demektir.

Ayette deniliyor ki … اَلْاَعْرَابُ اَشَدُّ كُفْرًا وَنِفَاقًا (El-e’râbu eşeddu kufran venifâkan)

Bu cümle “Bedeviler, küfür ve nifak açısından en şiddetli olanlardır.” şeklinde çevrilmiş ama “BEDEVİLER” kelimesine “şehir yaşantısını sevmeyen, alışkanlıklarını bırakmak istemeyen, hiç sorgulamadığı geleneklerine aptalca bağlılık gösteren, çadırında oturup burnunu karıştıran, ayağına bevleden, deve sidiği içen, taş ile tanrı arasındaki farkı bilmeyen, okuma ve yazmayı bilmemesi bir yana bunları ahmakların işi olarak gören, cahil, kültürsüz, medeniyet bilmeyen, odun kafalı, bilgisiz” şeklinde anlamlar yüklenmiştir.

“‘Bedeviler’ yani çölde yaşayanlar, yerleşik hayattakilere göre küfür ve nifak bakımından daha yamandırlar çünkü kaba saba, haşin ve yabani insanlardır. Âlimlerden de Kitap ve Sünnet bilgisinden de uzak yetişmişlerdir. Dinin sınırlarını, Allah’ın inzal ettiği yasa ve hükümleri bilmemeye daha müsaittirler. Bu manada Peygamber Aleyhisselâm; “Sertlik ve kabalık, avazı çıktığı kadar bağıranlarda [yani çobanlarda ve toprakla uğraşanlarda] görülür.” [Buhārî, “Menâkıb”, 2] buyurmuştur.” ZEMAHŞERİ- KEŞŞAF

Önce ayetteki ‘el-ea’rab’ ifadesine “bedeviler” anlamı veren, daha sonra bedevileri de bu şekilde tanıtan Zemahşeri’ye sormak lazım: Kitabı ve sünneti bilmediği halde, Allah’ın hükümlerini bilmediği halde nasıl olur da bedevilere bir İSM-İ TAFDİL ile “EN KAFİR” manası verilir?

Kitabı ve sünneti bilmemek eğer bir ism-i tafdil ile belirtilecekse bu kelimeler “CAHİL – EN CAHİL … BİLGİSİZ – EN BİLGİSİZ” şeklinde olması gerekmektedir. “Bilmeden kâfirlik edenler” ism-i tafdilde asla “EN” olmazlar.

‘En kafir olanlar’ “en bilmeyenler” değil, “EN BİLENLER”dir.

Sonra, “kâfirlik ve nifak açısından en şiddetli olmak” ne demektir?

“Kâfirlik” katı bir madde değil ki sertliğine bakarak en olanını bulalım.

“Kâfirlik” acı bir yiyecek değil ki acılığına bakarak en olanını bulalım.

“Kâfirlik” tartılan bir şey değil ki kilosuna bakarak en olanını bulalım.

‘Kâfirlik’, “bile bile yok saymak, bile bile görmezden gelmek, bile bile tersini yapmak, bile bile takmamak, bile bile ciddiye almamak” vs.dir yani “kâfirlik” BİLİNEN BİR ŞEYDE OLUR.

Kişi, istese bile hiç bilmediği bir şeyin kâfiri olamaz.

Ayetin devamında gelen şu cümle … وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ (veecderu ellâ ya’lemû hudûde mâ enzela(A)llâhu ‘alâ rasûlih(i)) az önce verdiğimiz meallerde ve diğerlerinde şöyle geçmektedir:

Abdulbaki Gölpınarlı Meali – Peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını daha ziyade bilmezler.

Ali Bulaç Meali – Allah’ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha ‘yatkın ve elverişlidir.

TDV Meali – Hem de Allah’ın Resûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındır.

Mehmet Okuyan Meali – Hem de Allah’ın Elçisine indirdiği sınırları tanımamaya daha meyillidir.

Hemen belirtelim ki Allah’ın indirdiğini “bilmemek” anlamındaki “tanımamak” ifadesi ancak ve ancak BİLME durumunda mümkün olacak bir şeydir. Kişinin hiç bilmediği bir şey hususunda tanımak veya tanımamak gibi bir durumu olmaz, olamaz.

“SERFİRANO’YU TANIR MISINIZ?” diye bir soru sorsam ve siz de “Hayır, tanımayız.” deseniz şu anlama gelir: “Ona dair kafamızın içinde hiçbir bilgi yok.”

Kişi kafasının içinde hiçbir bilgisinin olmadığı şeyi NASIL İNKÂR EDER hatta en inkâr eder?

‘Hudud’ ve ‘Ecderu’ Kavramlarının Anlamı

Ayetteki bir diğer dikkat çekici cümle ise şudur … حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ (hudûde mâ enzela(A)llâhu ‘alâ rasûlih(i)(k)) … “Allah’ın resulüne indirdiği şeyin hududları”

‘Hudud’ “bir şeyin kapsama alanı ve o kapsama alanına nelerin gireceğini ve girmeyeceğini bildiren ölçü”dür.

Eğer bu ‘EL-EA’RAB’, Allah’ın resulüne indirdiğinin sınırlarını yani sınırı belirleyen şeyi, neleri o anlama dahil ettiğini ve dahil etmediğini bilmiyorlarsa ASLA EN KÂFİR OLAMAZLAR.

Ayetteki ‘MA ENZELELLAHU ALA RESULİHİ’ ifadesinde kastedilen KESİNLİKLE AYETLER YANİ KİTAPTIR. Dahası ‘HUDUD’ kelimesi “bu kitaptaki sözün anlam alanları hususundaki sınırlar”dır.

İşte, buna göre ayetteki ‘ELLE YEA’LEMU’ ifadesi o sınırları bilgi olarak bilmemek değil TANIMAMAK – TAKMAMAK – İTİBAR ETMEMEK’TİR.

Ayetteki ‘ECDERU’ ifadesi MERFU’DUR ve o da ikinci haberdir. O da ‘EŞEDDU’ kelimesi gibi ism-i tafdildir. 

وَاَجْدَرُ اَلَّا يَعْلَمُوا حُدُودَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِه۪ۜ (veecderu ellâ ya’lemû hudûde mâ enzela(A)llâhu ‘alâ rasûlih(i)) cümlesine meal yazarlarının yukarıda alıntıladığımız meallerinde ism-i tafdil FİİL GİBİ AMEL ETMİŞTİR.

Müştak isimlerin fiil gibi amel etmesi BİR NAHİV kuralıdır fakat müştak isimlerin amel etmesinin şartları vardır. İsm-i tafdil müştak isimler arasında fiil gibi amel etmesi en zor olan müştak bir isimdir çünkü diğer müştak isimlerin manası FİİLE daha yakındır, ism-i tafdilin manası ise İSME daha yakındır. Bu yüzden ism-i tafdilin ameli diğerlerine göre daha zordur.

İsm-i tafdilin fiil gibi amel etmesi için her şeyden önce bağlamın, ism-i tafdilin manasını fiile yaklaştıracak şekilde olmasıdır.

Bunun yanında diğer müştak isimlerde manaya ikinci biri dahil değildir.

“BİLEN, BİLİNEN, ÇOK BİLEN” gibi manalar bir kişide başlar ve bir kişide biter yani bu şekilde müştak isimlerde fail mefule hem çok yakın hem de kendisiyle beraber ikinci biri yoktur. Oysa ism-i tafdillerde bir MÜŞAREKET vardır yani anlama fail dışında biri daha dahil olmaktadır.

“BİLEN” – “DAHA ÇOK BİLEN” … Tek başına “daha çok bilen” denmesi bile “Kimden daha çok biliyor?” sorusunu beraberinde getirmektedir. Aslında sadece ism-i tafdilin tarifi bile ne demek istediğimizi anlamaya yeterlidir.

İSM-İ TAFDİL: Sıfatta ortak İKİ ŞEY arasında, BİRİNİN DİĞERİNE göre o sıfata daha çok haiz olduğunu belirten fiil soylu isimdir.

İKİ ŞEY – BİRİNİN – DİĞERİNE … Yani ism-i tafdilin tanımı bile İKİNCİ olmadan yapılamıyor. İşte bu durum ism-i tafdilin fiil gibi amel etmesini zorlaştıran şeylerdir.

Eleştiriler ve Dua

(Burası konu dışıdır… Böyle meal yazarları topluca bir manayı Kur’an’a giydirmeye çalışmışlar ben de aslında 10 dakikada elde edilecek bilgileri doğrulamak için saatlerce hatta bazen günlerce uğraşıyorum… Hiçbir şey değilse bile ömrümüzü, zamanımızı hem de ölüp gittikten sonra hâlâ çalmaya devam ediyorlar. Hadi biz imkân sahibi olduk da böylelerinden aklımızı kurtardık -ki hâlâ kurtarmaya çalışıyoruz; o kadar insan var aklını kurtaramayan. Böylelerini ve yazdıklarını NEFY etmek için uzun uzadıya açıklamalar yapmak bile artık acayip bir şekilde zoruma gidiyor çünkü böylelikle onları dikkate almaya değer görmüş oluyorum. VALLAHİ ayet o kadar açık ki…)

DİLİ BİLENLER; ALLAH’IN RESULÜNE İNDİRDİĞİNİN SINIRLARINI (bile bile) TANIMAMALARINDAN DOLAYI KÜFÜR VE NİFAKTA EN ÇETİN VE EN KAPSAMLI OLANLARDIR.

Buradaki ‘tanımamak’, “bilmemek” anlamında değil “TAKMAMAK” anlamındadır.

Yahu biz de insanız… Bizim de yanlışa karşı elbette bir toleransımız olur ama arkadaş, bunlarınki VALLAHİ BİLMEMEK değil. Yahu be adamlar, ‘EL-EARAB’ kelimesine nasıl olur da “BEDEVİ” anlamı verirsiniz? Yahu nasıl olur da fiil gibi amel etmesi imkânsız bir kelimeyi fiil gibi amel ettirirsiniz? Arapları koruyacaklar ya böyleleri; kelimeye “ARAB” deseler o çok kıymet verdikleri adamlar da güme gidecek. LA HAVLE VE LA KUVVETE İLLA BİLLAH. Estağfirullah-estağfirullah.

Aklımızı koru Ya RAB! Aklımızı koru! Çünkü sen korumazsan bizim gücümüz yetmiyor. Sığındık sana, bilerek veya bilmeyerek yaptığımız günahlar, hatalar, yanlışlar yüzünden bize azap etme. Bize senin razı olacağın bir anlayış ver. Bizi sen yönlendir çünkü biz ne yana yönleneceğimizi bilmiyoruz. Affet bizi.

İlgili Sureler : Tevbe

İlgili içerikler