Başlıklar
Hadis ve Zikir Kavramları
‘Hadis’ kelimesi sözün kendisinden ziyade sözün etkisini ön plana çıkaran bir kelimedir.
‘ZİKİR’ kelimesi sözün etkisinden ziyade kendisini ön plana çıkaran bir kelimedir.
Zikir, hadis olsa da olmasa da zikirdir. Etkisi olsa da olmasa da bilen olsa da olmasa da ZİKİR’dir, bu değişmez.
Bir şeye KUR’AN + ZİKİR + KİTAP + HADİS denmişse bu, o kelimelerin her birinin o şeyin farklı yönlerini vurgulaması demektir.
Bu kelimeleri AYNİLEŞTİRMEK yapılmaması gereken bir şeydir.
Bu tıpkı “EKMEK, TAZEDİR, YUMUŞAKTIR, SICAKTIR” demek gibi bir şeydir.
Ayrıca söylenen bu kelimelerin anlamlarının kapsam alanı hepsinde bir değildir.
Kur’an ve Kitap İlişkisi
Mesela, ‘KİTAP’ ve ‘KUR’AN’ kelimelerini alalım… “Hangisi vazgeçilmezdir, hangisinin kapsama alanı daha geniştir?” diye bir soru soralım.
Bu soruya verilecek cevap aynı zamanda ‘KİTAP’ kelimesine yüklenen anlamın da açığa çıkmasına yardımcı olacaktır.
Bunu da şöyle tersten bir soru ile açalım:
KİTAP MI KUR’AN OLMADAN YAPAMAZ?
KUR’AN MI KİTAP OLMADAN YAPAMAZ?
- Var olma açısından Kur’an kitaba muhtaç değildir. Onsuz da ortaya çıkar, var olur (hatta zaten vardır) ve inanca dönüşebilir.
- Ama sabite olması yani ayet olması açısından ve sürdürülebilir olma açısından Kur’an kesinlikle yazıya muhtaçtır.
İşte bu durum aynı zamanda Kur’an’ın ‘Kitap’ kelimesine yüklediği anlamı ortaya çıkarır.
Kur’an’da ‘kitap’ kelimesi ‘Kur’an’ kelimesine, ‘Kur’an’ kelimesi de ‘kitap’ kelimesine bedel yapılmıştır AMA bedel terkiplerinde “her ikisi aynı şeydir” diyemezsiniz.
ÖĞRETİSİZ BİR KİTABA ‘KİTAP’ DENMEZ veya KUR’AN’SIZ BİR KİTABA ‘KİTAP’ DENMEZ.
Bu durumda “HER KİTABA ‘KİTAP’ DENİR Mİ?” sorusu gündeme gelecektir. Kur’an’ın ‘KİTAP’ kelimesine yüklediği anlama göre her yazılı belgelere ‘kitap’ denir mi?
Mesela, Kur’an’da kafirler için şöyle sorular yöneltiliyor: “YOKSA SİZİN BİR KİTABINIZ MI VAR?”
Eğer ‘kitap’ kelimesinden kastedilen sadece yazılı olmasıysa “EVET, TABİ Kİ KAFİRLERİN KİTAPLARI VAR.” cevabı verilirdi.
Yahudilerin Tora’sı, Hristiyanların Bible’si, Komunistlerin Das Kapital’i, Budistlerin Vedalar’ı da kitaptır.
Bu arada; ÖĞRETİNİN MUTLAKA YAZILI OLMASI GEREKMİYOR…
“Yazı” öğretinin kendisi için değil SÜRDÜRÜLEBİLİRLİLİĞİ içindir.
Kur’an’ın Öğretisi, Bağışlanan Bilgi ve Sürdürülebilirlik
Kavramları şöyle teker teker giderek tam yerine koymaya çalışalım:
1- ‘KUR’AN’: Bu kelime “mastar isimdir”. Normal olarak Türkçeye “öğretmeklik” şeklinde geçmesi gerekmektedir. Fakat Türkçede böyle bir ifade biçimi kullanılmadığı için Türkçeye en doğru şekilde “öğreti” olarak aktarabiliyoruz.
Öğretinin VAR OLMA açısından kitaba ihtiyacı yoktur… O, varlığı itibari ile zaten vardır. Akıllı varlıklar onu öğrense de öğrenmese de vardır.
Kur’an, varlığın var olma öğretisidir. Varlık o öğretiye göre var olmuştur.
Bu öğreti çok kısa ve çok kolaydır: ‘LA İLAHE İLLALLAH’
Suyun bileşenleri, güneşin ışıkları, çiçeğin rengi, ineğin süt vermesi, yıldızın parlaması, ağacın meyveye durması, her şey ama her şey bu öğreti esas alınarak var olmuştur ve bu öğreti varlığın her zerresinde vardır.
Akıllı varlıklar dışındaki varlıkların tamamı isteseler de istemeseler de bilseler de bilmeseler de bu öğretiye göre yaşarlar ve ondan milim şaşmazlar.
Mesela bir inek “Bugüne kadar ‘LA İLAHE İLLALLAH’ öğretisine uygun olarak hep ot yedim, şimdi bu öğretiyi terk ederek et yiyeceğim.” diyemiyor.
Hatta şunu çok rahatlıkla diyebilirim ki akıllı varlıkların kafir, fasık, facir vs. olmaları da Yüce Allah’ın varlığa koyduğu ‘LA İLAHE İLLALLAH’ öğretisinin geçerli ilke olmasından dolayıdır. O “LA İLAHE” demeden önce varlığın tamamına “İLAH nasıl olmalıdır” ilkesini koymuştur. Bu ilkeye göre İLAH ile diğer varlıklar arasındaki ilişkinin GÖNÜLLÜLÜK esası üzerine kurulduğunu da belirtmiş. Yani bir ilah zorla ilah olmaz; İKNA EDEREK, İNANDIRAK İLAH OLUR.
Bu yüzden hep “ONLAR İLAH EDİNDİ” kullanılır. Eğer biri zorla ilah olmaya kalkışıyorsa İLAH olmayı hak etse bile İLAH olmayacağını Kur’an’dan öğreniyoruz zaten.
İşte bu yüzden ‘İLLA’ + ‘ALLAH’ ifadesinde “ALLAH İSTEMEDİĞİ HALDE İLAHLIK YAPIYOR, SİZ DE İSTEMEDİĞİNİZ HALDE ONU İLAH OLARAK BİLİN.” diye bir şey yoktur.
İttifak ve Tevarüs: Bağışlanan ve Edinilen Bilgi
Allah Kur’an’da “İMAN EDİN” diyor… Kendisinin her şeye gücü yettiği halde, istese herkesi muma çevireceğini söylediği halde bunu yapmıyor ve akıllı varlıklarla ilişkisini GÖNÜLLÜLÜK temeline oturtuyor.
İşte buna göre KUR’AN yani “öğreti” zaten vardır, yazı olsa da olmasa da akıllı varlıklar olsa da olmasa da zaten vardır.
‘Kur’an’ kelimesinin bizzat kendi yapısında ÇELİŞKİSİZLİK ve SÜRDÜRÜLEBİLİRLİLİK zaten vardır. Bir şeyi sadece bir kere yapmayı öğreten bir şeye “ÖĞRETİ” denmez. YANİ tek kullanımlık bir şey öğreti olmaz.
Bir şeyi hem öyle hem böyle öğreten bir şey de öğreti olmaz. Bugün söylediğini yarın değiştiren bir şey de öğreti olmaz. Bir yerde “beyaz” dediğine diğer yerde “gri” diyen bir şey de öğreti olmaz.
Yani sadece ‘Kur’an’ kelimesinin içinde bu anlamların hepsi zaten vardır.
“Tek kullanımlık şey öğreti olmaz” dedik ama bu sadece akıllı varlıklar için böyledir. Akılsız varlıklar için öyle değildir. Mesela her inek süt vermeyi, ot yemeyi her defasında yeni baştan öğrenmez… Bu onlara tek bir defa öğretilmiştir ve onlara bunun dışına asla çıkmamaktadırlar. Peki, onların bu öğrendiği şeye öğreti denir mi? KESİNLİKLE DENMEZ.
Çünkü “öğreti” dediğimiz şey her şeyden önce bir FARKINDALIK ister.
İnek, inek olduğunun farkında değildir ki ona öğreti gerek olsun.
Bu durumda “Öğreti sadece akıllı varlıklar içindir.” dememiz gerekmektedir.
İşte tam burada SÜRDÜRÜLEBİLİRLİLİK devreye girmektedir. NEDEN?
Akılsız varlıkların bilgi edinme yöntemi sadece BAĞIŞLANAN bilgidir. Onların bağışlanan bir bilginin dışında bilgileri yoktur.
İnek süt vermeyi, maymun daldan dala konmayı, kuş kanat açıp uçmayı, güneş aydınlatmayı kendi çabasıyla edinmemiş, bu bilgiler onlara bağışlanmıştır.
“Uçmak” insan türünün son yüzyılda ulaştığı çok ileri bir teknolojiyken akılsız kuşlar bunu hem de hiçbir teknoloji kullanmadan yapmaktadırlar… Yani kuşlar uçma konusunda akıllı varlık olan insanın çok çok ilerisindedir… Kuşlar bu bilgiyi edinmedi, o bilgi onlara bağışlandı.
Akılsız varlıkların edinilen bilgiye ihtiyacı yoktur çünkü hem varlıkları hem de varlıklarını devam ettirmeleri için bağışlanan bilgi onlara yetmektedir.
Bu yüzden ilk ineğin ot yiyor şekilde yaratılması ondan sonraki ineklerin tamamına yetmektedir.
TATMA, DUYMA, GÖRME, DOKUNMA, KOKLAMA yetenekleri hayvanlarda da insanlarda da vardır. Bu yetenekler bilgiye ulaşma yollarıdır.
Fakat ulaşılan bilginin FARKINDALIĞININ (‘enese’ fiili) farkına vardıracak bir akıl yoksa tatma, duyma, görme, dokunma ve koklama yetenekleri sadece HAYATTA kalmaya yarar yetenekler olacaktır.
Tıpkı hayvanlarda olduğu gibi herhangi bir hayvanın hatta en akıllı sayılan şempanzenin önüne Kur’an ve gazete koyalım, o onlara dokunacak, tadacak, koklayacak, görecek ve duyacaktır ama farkındalık oluşturacak bir yanı olmadığı için gazete ile Kur’an arasındaki farkı hiçbir zaman bilmeyecektir. O sadece gazete ile Kur’an arasındaki farkı değil, kendi şempanzeliğinin bile farkında değildir.
Bu yüzden sürdürülebilir bilgiye ihtiyacı da yoktur. Doğuştan ona bağışlanan yetenekler ona yetmektedir.
Fakat akıllı varlıklar öyle değildir. Onların var olması “bağışlanan bilgi” temellidir ama varlıklarını sürdürebilmeleri için sadece bağışlanan bilgi insana yetmemektedir.
Şu bir gerçektir ki eğer insan da sahip olduğu biyolojik özelliklerin ötesinde bir yetenek olmasaydı varlık türleri arasından türü ilk tükenen varlık olurdu çünkü insan, biyolojik yapısı itibariyle varlıkların arasında en zayıf olanıdır. Hatta bir karıncadan bile zayıftır.
İnsan yaşamı biyolojik özelikler üzerine bina edilmemiştir. Bu yüzden insan ÖĞRENEBİLEN bir varlık olarak yaratılmıştır fakat insan sadece öğrenebilen bir varlık değildir. O aynı zamanda bilgi üzerinde diğerleri ile ittifak kurabilen ve ittifak ettiği bilgiyi de tevarüs ettirebilen bir varlıktır.
İşte tam burada şöyle bir soru çıkmaktadır: MADEM İNSAN ÖĞRENEBİLEN, İTTİFAK EDEBİLEN VE İTTİFAK ETTİĞİNİ TEVARÜS ETTİREBİLEN BİR VARLIKTIR, O HALDE NEDEN KENDİ ÖĞRETİSİNİ KENDİSİNİN ÖĞRENMESİNE MÜSAADE EDİLMEMİŞTİR DE ONA BAĞIŞLANAN BİR BİLGİ OLAN KUR’AN GÖNDERİLMİŞTİR?
Aslında bunun cevabı çok basittir. Evet, insan kendisi öğrenebilen, kendi öğretisini oluşturabilen, bu öğretide ittifak edebilen ve ittifak ettiğini de aktarabilen yani dikey ve yatay bir şekilde tevarüs ettirebilen bir varlıktır. Ama çelişkisiz, sürdürülebilir, doğru ve yanılmaz öğretiler elde edebilmesi için içinde yaşadığı varlığı tam olarak kuşatması gerekmektedir.
Yoksa kafirlik, facirlik, yalancılık, münafıklık yani bilumum kötülüklerin tamamı SONRADAN EDİNİLEN BİLGİLERDİR. Eğer sadece öğrenmek, ittifak etmek ve tevarüs ettirmek ölçü olsaydı hırsızlık, yalancılık, katl, bozgunculuk gibi bilumum kötülüklerin de MEŞRU bir öğreti olması gerekirdi.
İnsanın yapısında bağışlanan bilgi İYİ olmaktır. Bu yüzden dinli-dinsiz, inançlı-inançsız herkes yalancılığı, sahtekarlığı, aldatmayı, hırsızlığı ve bilumum kötülükleri kötü olarak görür.
Yani insan İYİ olmayı öğrenmemiştir, o bağışlanmıştır. Bu yüzden Kur’an insanı yaratılıştaki fıtrata çağırır.
“İnsan, öğrenebilen varlıktır.” dedik. Fakat öğrenilen şeyin tam değerini bilmek, kendisi ve öğrendiği şey arasında doğru ve değişmez davranış kalıpları geliştirmek için kesinlikle bir KONUM TESPİTİ yapma zorunluluğu vardır. Çünkü her ne olursa olsun varlık içindeki konumu tespit edilmemiş bir şeye ne doğru tavır geliştirilir ne de doğru bir tanım getirilir.
Evrende milyonlarca gezegen vardır. Hangi gezegende olduğunu bilmeyen biri ne yapacağını bilemez. Gezegende hangi kıta, hangi ülke, hangi şehir, hangi mahalle, hangi ev ve hangi odada olduğunu bilemeyen kesinlikle hiçbir şey yapamaz.
Yani ister kendisi isterse başka varlıklar hakkında olsun insan, elde ettiği bilginin her şeyden önce konum tespitini yapmak zorundadır.
İşte bunu yapabilmesi için ona varlığın göründüğünden daha fazla olduğunu öğreten, varlıkların tamamından haberdar, zerreyi de kürreyi de en iyi bilen ve kuşatan birinin ÖĞRETİSİ gereklidir. Çünkü insan yetenekleri itibariyle varlığı tamamen kuşatacak bir yapıya sahip değildir.
Bu öğreti ona varlık hakkında hiç olmayan şeyleri icat etmesi için değil her varlığın, her bilginin varlık içindeki konumunu bilmesi yani zaten var olan sistemi, düzeni tanıtması içindir yani YENİ BİR ŞEY DEĞİLDİR, VAR OLMAYAN BİR ŞEY DEĞİLDİR ÖĞRETİLEN, tam tersi ZATEN VAR OLANI ÖĞRETMEKTİR.
İşte bu durum “öğreti” ve “insan” arasındaki ilişkinin “KILAVUZ” ve “ONU TAKİP EDEN” temelinde olması gerektiğini zoraki olarak beraberinde getirir.
Kılavuz haritada olmayan bir şehir yaratmaz, yepyeni ülkeler kurmaz, yepyeni yollar icat etmez.
Kılavuz, insanı zaten var olan bir coğrafyada zaten var olan bir noktaya zaten var olan bir yolla götürür.
İşte öğreti denilen şey bu kılavuzun peşinde giderken öğrenilen şeylerdir.
Kılavuz, arkasına takılanı bir yere götürdüğünde her şeyden önce o yer hakkındaki en geniş konum tespitini yaparak işe başlar, sonra yavaş yavaş halkaları daraltır. En geniş halka ALLAH, sonra EVREN, sonra evrendeki GALAKSİ, sonra galaksideki GEZEGEN, sonra gezegendeki KITA, sonra kıtadaki ÜLKE, sonra ülkedeki bölge, sonra bölgedeki ŞEHİR, sonra şehirdeki mahalle, sonra mahalledeki BİNA.
Bu sadece somut için değil SOYUT için de böyledir, bu sadece KÜRRE için değil ZERRE için de böyledir, bu sadece bugün için değil geçmiş için de böyledir, bu sadece geçmiş için değil gelecek için de böyledir.
İşte, ÖĞRETİ bu özellikleri taşımadıktan sonra asla ve asla öğreti/öğretmeklik yani KUR’AN olmaz.
Bu durumda böyle bir öğretiyi meydana getirecek yaratılmış bir varlık olmadığı için bu öğretinin YARATICI tarafından gelmesi gereklidir. Çünkü varlığı az önce saydığımız boyutlarda görebilecek O’ndan başka varlık yoktur.
Fakat insan denilen varlık sadece bağışlanan bilgi ile yetinebilen bir varlık değildir dahası onu yaratan böyle yaratmamıştır. Onun, edinilen bilgiye de ihtiyacı vardır. Çünkü hem biyolojik yapısı hem soyut düşünce yeteneğinin olması onu bağışlanan bilginin ötesine geçmeye zorlamaktadır… Doğada un yoktur, ekmek yoktur, kızarmış tavuk, haşlanmış patates, türlü, pilav, reçel, yağ, yoğurt yoktur.
O, sütten yoğurt, buğdaydan un, undan ekmek yapmayı ÖĞRENEBİLEN varlıktır. O, maymun gibi milyonlarca yıldır muza sadece muz olarak bakmamaktadır. O, tavşan gibi turpa sadece turp olarak bakamamaktadır. Üstelik bu ona hem biyolojik hem de manevi olarak yetmemektedir çünkü onun kendisini soğuktan koruyacak maymun gibi tüyleri yoktur, inek gibi yediği gıdasız otlardan gıda elde edecek biyolojik yapısı yoktur, fare gibi yer altında, kartal gibi kayalık kenarlarında, koyun gibi meralarda, goril gibi ormanlarda yaşamasını sağlayacak biyolojik yapısı yoktur.
Böylesi bir biyolojik yapı onu taş taş üstüne koyup sığınak yapmaya, alet geliştirip amacına ulaşmaya, ateş yakıp yiyecekleri pişirmeye, bitkilerden veya başka şeylerden giyecek yapıp giymeye mecbur bırakmaktadır.
İttifak ve Tevarüs: Bağışlanan ve Edinilen Bilgi
İşte bu durum insan türünü, BAĞIŞLANAN bilginin yanında EDİNİLEN bilgiye de sahip olmasını zorunlu hâle getirmektedir. Bu noktada iki tane bilgi türü ortaya çıkmaktadır:
- EDİNİLEN BİLGİ
- BAĞIŞLANAN BİLGİ
İşte öğretinin aynı zamanda edinilen bilginin konumunu da belirleyen bir yapıya sahip olması gerekir.
Burada kurnazca şu sorulabilir: Neden edinilen bilgi bağışlanan bilginin konumunu belirlesin ki sonuçta her ikisi de bilgidir?
Çünkü edinilen bilgi, değişebilen, artabilen, eksilebilen, sabitesi olmayan bir bilgi türüdür. Dolayısıyla değişmez sabit bilgiler hususunda onun belirleyici olması söz konusu bile olamaz.
Biyolojik açıdan insan türünün yaşamının devamlılığı ile (memeli) hayvan türlerinin yaşamlarının devamlılığı tıpatıp aynıdır. Onlar da nesillerini cinsel ilişki yoluyla elde ederler insanlar da fakat insan türünün yaşamının devamlılığı sadece biyolojiye bağlı değildir. Az önce de belirttiğimiz gibi eğer insan sadece biyolojik varlığı üzerinden yaşasaydı varlık türleri içinde türü ilk tükenen tür olurdu.
İnsan soğuktan ve sıcaktan biyolojik özellikleri itibariyle değil, aklıyla ürettiği elbise ve yaptığı evler sayesinde korunmaktadır. Yani eğer insanda ona ev yaptıracak, elbise diktirecek bir akıl olmasaydı hayatının devamlılığı olmazdı.
İşte tam da bu yüzden öğretinin insan yaşamının devamlılığını sağlayan özelliklerini yani aklını temel alması gerekmektedir. VE TAM BURADA KİTAP devreye girmektedir.
“Öğreti zaten vardır ve var olması için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.” dedik ama bu öğretinin SAHİH bir şekilde devam edebilmesi için kesinlikle onun sıhhatini koruyacak bir İTTİFAK ve TEVARÜS yöntemine ihtiyaç vardır ve bu kesinlikle yazıdan başka bir şey değildir.
Çünkü insan sadece öğrenebilen, öğrendiğinde ittifak edebilen, ittifak ettiğini tevarüs ettirebilen bir varlık değildir, aynı zamanda unutabilen, yanılabilen, şaşırabilen, yanlışı üretebilen, yanlışlarda ittifak edebilen ve yanlışları tevarüs ettirebilen bir varlıktır.
Bu yüzden öğretinin İTTİFAKININ ve TEVARÜSÜNÜN insanın iyiyi de kötüyü de yanlışı da doğruyu da öğrenebilen kabiliyetlerine terk edilmemesi gerekmektedir.
Yazının Önemi ve Öğretinin Sürdürülebilirliği
Tam burada “yazı ve insan” ilişkisinden yola çıkan bir akıl yürütmeyle şöyle bir soru çıkabilir: “Tamam bunu anladık ama sen diyorsun ki Kur’an resule kitap halinde indirildi. Madem ortada bir yazı vardır. Bu yazı mesela resule öğretilseydi ve yazıyı resul yazsaydı olmaz mıydı?” Aşağı yukarı buna benzer şeyler söyleyen müktesebata neden karşı çıkıyorsun o zaman?
el-cevap:
- Öğretinin resule vahiy yoluyla verildiğini söyleyenler ‘vahiy’ kelimesine “TELEPATİ” anlamını vererek bunu söylemektedirler. Onların bu söyleminin arka planında MELEK-RESUL; GAYB-MÜŞAHADE; melek-insan ilişkileri hakkındaki EZOTERİK inançları vardır, yoksa bu tartışma basit bir KÂTİP tartışması değildir.
- Farz-ı misal o resule öğretilseydi de o yazmış olsaydı. O yazının resule melekler tarafından öğretildiğini yine hiç kimse bilmeyecek ve görmeyecekti dolayısıyla getirilen itirazlar yine getirilecekti.
- O yazının onlar tarafından resule verilmesi yazının ortaya çıkışını tartışma konusu olmaktan çıkarıp inanç konusu haline getirmektedir. Çünkü ister resul yazsın isterse onlar yazılı halde versin bu, tüm insanların gözü önünde yapılmamıştır. Bu noktada geriye kitapta kitabın oluşumu ile ilgili anlatılanlardan başka bir ölçü olmayacaktır.
İşte bu, öğretinin SAHİH bir şekilde sürdürülebilirliğinin sadece kitap yoluyla olduğu kendiliğinden ortaya çıkarmaktadır.
SÖZÜN ÖZÜ:
- Varlığı itibariyle öğretinin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur ve zaten o hep vardır.
- Öğretinin sahih bir şekilde sürdürülebilir, ittifak ve tevarüs ettirilebilir olması için kesinlikle KİTAP olması gerekmektedir.