Başlıklar
“Doğru Bir Fikir Nesnesinden Bağımsızdır.” (Spinoza)
Felsefenin ve filozofların söylediği sözlerin birçoğu zeminlerinden bağımsız olarak düşünüldüğünde çok doğru sözler olmaktadır. Bu doğru şeylerin insanlığı bağlayan bir yanının olmaması doğruların oturtulduğu zemin ile doğrudan ilişkilidir çünkü doğrular daima tikel haldedirler. Tüm tikeller ise mutlak manada bir zemin olunca kendilerini gerçekleştirebilirler. Kendilerini gerçekleştiren tikellerin kendilerini gerçekleştirme zemini “meşru ve doğru” olmayınca doğru tikeller de harcanıp gidiyor.
Müslüman Ulema ve Filozofların Karşılaştırılması
Bunun tam tersi ise yanlış tikellerin doğru zemine yaslanarak kendilerini doğru gibi göstermeleridir. Müslüman filozof, kelamcı, müfessir kısacası ulema ile filozofları karşılaştırdığımızda karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır:
- MÜSLÜMAN ULEMA: Yanlış tikelleri doğru zemine yaslayarak yanlışlara meşruiyet kazandırmak.
- FİLOZOFLAR: Doğru tikelleri yanlış zemine yaslayarak doğru tikelleri işlevsiz ve gayri meşru hâle getirmek.
Meşru Zemin ve Doğru Fikirler
Aslına bakılırsa doğrular asla delil istemezler yani delile muhtaç değillerdir. Doğrulara lazım olan sadece ve sadece kendilerini tam manasıyla gerçekleştirecekleri meşru bir zemindir.
Meşru zemin doğrularla çelişmeyen, doğrulara engel olmayan, onları kısıtlamayan, başkalaştırmayan olduğundan başka bir şeye zorlamayan bir zemin olması gerektiği, tanım ve tarif gerektirmeyen bir hakikattir.
Kâle febimâ aġveytenî leak’udenne lehum sirâtake-lmustekîm(e)
Filozoflar ‘FELSEFE’ gibi tanım ve tarifinde problem olan ve hiçbir meşru dayanağı olmayan yanlış bir zeminde kendilerini gerçekleştirmeye çabalamaktadırlar.
Ulema ise tanım ve tarifinde hiçbir problem ve netliğin olmadığı KUR’AN zemininde kendilerini gerçekleştirme çabasındadırlar fakat A’râf 16. ayetini temel aldığımızda tam da bu yöntemin şeytanın tuzak kurduğu bir yöntem olduğu anlaşılmaktadır.
Şeytan şeytani fikirlerine zemin olarak ‘sıratel mustakim’i alacağını ilan etmiş ve Yüce Allah bunu bize bildirmiştir.
Şeytani fikirlerin ‘sıratel mustakim’ temelli bir zeminde gözükmesi ‘tikel’ ile ‘tümel’ arasında kesinlikle bir çelişki doğuracaktır. Böyle bir yönteme başvurulmasının amacı zaten yanlış olanları ‘doğru’ ile temellendirip o ‘doğru’ ile onlara meşruiyet kazandırmak olduğu için çelişki durumunda yanlışlar düzeltilmeyecek tam tersi yanlışla çelişen ‘zemin’ yanlışı kabul edecek ve ona meşruiyet kazandıracak hâle getirilecektir. İşte, Müslüman ulemanın yaptığı tam da budur.
Ontolojik Bağımlılık ve İnsan Tasavvurları
İnsan ‘ontolojik’ açıdan bir zamana ve bir mekâna bağımlıdır ve ontolojik açıdan bunu asla aşamaz yani ontolojik açıdan zamandan ve mekândan münezzeh olamaz.
Fakat insanın tüm tasavvurları zamana ve mekâna bağımlı değildir. İnsan her fikri zamandan ve mekândan bağımsız olarak tasavvur eder.
Zamanın ve mekânın olmadığı yerde belirleyici unsurlar asla tikeller olmazlar, olamazlar. Hakkında fikir edinilen şey nesnedir ve nesne zamana ve mekâna bağımlıdır.
Fakat hakkında fikir edinilmek istenen nesne bir fikre dönüştüğü andan itibaren zaman ve mekân ondan soyutlanır.
Mesela, bir ‘kare’yi zamandan ve mekândan bağımsız olarak asla çizemeyiz fakat kare fikrini herhangi bir ölçü, herhangi bir zaman ve mekân olmadan zihnimizde tutabiliriz. Zihnimizde tuttuğumuz ‘kare’ artık nesnesinden bağımsız bir fikirdir çünkü.
Hiçbir insan annesinden, zihnine resmedilmiş Kur’an ayetleri ile doğmaz.
Kavramlar, Allah ve Zihinsel Soyutlama
TÜM KELİMELER, TÜM NESNELER, TÜM OLAYLAR VE TÜM OLGULAR ARASINDA KAVRAMSALLAŞTIRAMADIĞIMIZ TEK KELİME ‘ALLAH’ KELİMESİDİR.
Tüm kelimeler, olgular ve olaylar, arazlarından soyutlanarak akla yerleşir. ‘Allah’ lafzı tam tersi şekilde ancak arazlar ona ilintilenince zihne yerleşir. Kavramlar soyutlanınca tümel oluyorlar, ‘Allah’ lafzı ise somutlaşınca tümel oluyor.
‘İnsan’ kelimesini tüm tikellerden soyutlayarak zihnimize yerleştiririz; ‘Allah’ kelimesi ise ‘tikelleştiğinde’ zihne yerleşir.
Kavramlar nesnelerinden bağımsız olunca ‘fikir’ olur; ‘Allah’ lafzı ise nesnesi ile birleşince ‘fikir’ olur.
Tüm kelimelerin anlamı, nesnesi ile anlam ayrılınca ortaya çıkar. ‘Allah’ lafzının anlamı ise anlam ile nesne bir olunca.
Kavramlar sadece tasavvuri olunca tümel olurlar; ‘Allah’ lafzı ise sadece somut olunca tümel olmaktadır.
Birinde varlık ile kelime ayrılınca anlamlı, diğerinde kelime ile ‘VAR’ birleşince anlamlı olmaktadır.
- Bir nesneyi tecrübe ederek, o tecrübeyi nesnesinden soyutlayarak kavram şeklinde zihne yerleştirmek.
- Nesnesi tecrübe edilmeyen bir kelimeyi, tasavvurdan somuta taşımak.
Biri somuttan soyuta, diğeri soyuttan somuta.
Her ne görüyorsak, gördüklerimizi 1 (bir) kavrama dönüştürerek anlamlı hâle getirebiliyoruz.
Milyonlarca köklü, dallı, yapraklı canlı varlık görürüz ama hepsini tek tek değil ‘AĞAÇ’ olarak zihnimize yerleştiririz yani hep çokları tek yaparak, çokları tek bir kavram altına sokarak zihnimize yerleştiririz. Zaten TEK olanı 1 (bir) kavrama dönüştürmek imkansızdır. O tüm tümellerin kendisinde teker teker bulunduğu tikeli yine kendisi olan tek tümeldir.