Başlıklar
İmran Çelik’e ilmi cevap vermek mi?
İmran Çelik iftiradan başka ne söyledi ki ben ona ilmi cevap vereyim.
İmran Çelik’in önce “Eleştiri nedir, nasıl yapılır?” derslerini sonra da “İlim nedir?” derslerini alması lazım.
İftirayı ‘ilmi eleştiri’ olarak lanse edip bir de üstüne aklımızla alay edercesine “Ben, hayatımda yalan nedir bilmem.” diyen İmran Çelik’e ilmi cevap yerine -eğer alırsa- ancak uzun bir nasihat veririm.
Ona dinlerse şöyle derim:
İmran Çelik!
Eleştiri ve İftira Arasındaki Fark
‘İftira’ kelimesi ‘FRY’ kökünden türemiş iftial babının mastarı olan, “Arapça” bir kelimedir. Anlamı ise “Önceden planlanmış bir sonuca ulaşmak için eldeki malzemeyi (sözse söz, yazıysa yazı, olaysa olay) planlanmış kurguya göre kesip biçip şekil vermek.” şeklindedir. Eleştiri ise “Bir insanı, bir konuyu, bir yapıtı, doğru ve yanlış yönlerini bulup göstermek.” anlamında kullanılan Türkçe bir kelimedir. Bu kelimenin kökünün Türkçedeki ‘ele’ olması muhtemeldir. ‘Elemek’ ise “eleğin üstünde hangi parçanın kalacağını bilmeden bir bütünü elemek”tir. İkisi arasındaki fark şudur: ‘İftira’da önce karar verirsiniz ve verdiğiniz o kararı uygulamak için malzeme ararsınız ve bulduklarınızı daha önceden tasarladıklarınıza göre dizayn edersiniz. ‘Elemek’te ise önceden verilmiş bir karar veya eleğin üstünde ne kalacağına dair önceden yapılmış bir tasarı yoktur. ‘Eleştiri’de asıl olan şey eleştiri yapan kişinin hangi gözeneklere sahip elek kullandığını önceden belirtmesidir, değilse kafasına göre elek seçen biri, bir yere gelir büyük gözenekli elek kullanır, işine gelmezse onu atar küçük gözenekli elek kullanır, o da işine gelmezse daha başka gözenekli elek kullanır. Bu şekilde yapılan şeye de ‘eleştiri’ değil ‘iftira’ denir. İşte önce bunu bil. Bundan sonraki hayatında bize kullandığın bu yöntemi kullanma, çünkü seninkisi ‘eleştiri’ değil ‘iftira’ yani zaten karar verdiğin bir konuda malzeme toplamak ve bu malzemeyi kurgularına göre şekle sokmak ‘eleştiri’ değil ‘iftira’ oluyor. Bir müminsen bundan şiddetle kaçınmalı, yaptığından dolayı da Yüce Allah’tan af ve mağfiret dilemelisin.
Az önce, bir şeyin ‘eleştiri’ olması için önce seçilen eleğin hangisi olduğu, neden onun seçildiğinin belirtilmesi gerektiğini söyledim. Hangi yazımızı okursan oku, hangi videomuzu dinlersen dinle, “Biz Kur’an’ı sadece Kur’an ile anlama metoduna iman ettik.” cümlemizi ya okursun ya da dinlersin. Eleştirmek için bu metoda senin de bizim gibi iman etmen asla şart değildir ama eleştirmen için bunu bilmen ve hatta dikkate alman kesinlikle şarttır. Yoksa kendi iman ettiğin metotla senin iman ettiğin metodun dışındaki bir metodu kullanmış bir yazıyı veya bir sözü eleştirmen yine ‘iftira’ olur. Nasıl ki hadis usulünü kullanarak kelam eleştirisi yapman, nasıl ki Aristo mantığını kullanarak fıkıhtaki usulleri eleştirmen yanlışsa bu da öyledir.
Eleştiri Metodunun Önemi
Şunu da ahlaki bir sorumluluk olarak üzerine almalı ve bir mümin olarak prensip edinmelisin: ‘Eleştiri’ yapmadan önce kendi kullandığın ‘eleştiri metotları’nı yani hangi prensiplere yaslanarak ‘eleştiri’ getireceğini açıklamalısın. Şimdi eğri oturarak ama dosdoğru düşünerek kendine sor: Sen, Ramazan Demir’in söylediklerini ve yazdıklarını eleştirirken hangi usulü kullandın, prensiplerin nelerdi?
Dur, sen zahmet etme ben diyeyim: Bir kere senin hiçbir prensibin yoktu, ikincisi varsa da hem sen belirtmedin hem de konuştuklarından anlaşılmadı. Sen sadece senin gibi düşünenlerin oluşturduğu konfor alanına yaslanarak ‘iftira’ attın yani önceden kurguladığın planını uyguladın. Kendini onlara beğendirmek için azgın bir ‘Kur’an tahrifçisi’ni daha deşifre etmiş olmanın hazzına yaslanarak sadece iftira attın. Çünkü onlarla aynı şeye sen de iman ediyorsun. Çünkü onlar da tıpkı senin gibi kendilerini Kur’an’ın hamisi, koruyucusu, açıklayıcısı olarak görüyorlar. Benim gibi o geleneğin kullandığı yöntemleri kullanmayan ve bilinen konularda farklı sonuçlara gidenleri de ‘Kur’an düşmanı, Allah düşmanı, resul düşmanı, cehenneme gitmek için çaba sarf eden kan emici, insanları kandıran, şöhret budalası, insanların sırtından geçinenler’ olarak görüyorlar. Tuhaf olan şudur ki böyle diyenlerin tamamı ‘Allah’ı görmezden gelme, Allah’ı yok sayma’ temeli üzerine kurulmuş Tağuti sistemin birer memurudur, tıpkı senin gibi. Yok yanlış anlama, sistemin bir memuru olmanı kınamıyorum. Onu ben yapmayacağım, onu hepimiz ölünce Allah yapacak. Yoksa ister memur ol ister amir benim umurumda olmaz ve bunlar üzerinden değerlendirme yapmam.
Çelişkisiz Konuşma Nedir?
Şimdi sana bir de “Çelişkisiz konuşma nedir?”, ondan bahsedeyim: Çünkü ‘eleştiri’ ile ‘iftira’ arasındaki farkı bilmediğin gibi “Çelişki nedir?”, onu da bilmiyorsun. Bunu nereden mi çıkardım? Hemen söyleyeyim…
Mustafa abiye bir teşekkür ve özür maili atmışsın, orada şöyle diyorsun:
“‘Ramazan Bey ile Zoom toplantısı yapalım.’ dediniz ama ben bunu gerekli görmedim çünkü ben konuşarak cedeli tartışmayı çok sevmiyorum. Ayrıca bu tebliği eleştirel olarak yazacağımı size iletmiştim. Bu, ilmi çalışmalarda zaten yapılan ve beklenen bir durumdur.”
Bu paragrafında benimle konuşman durumunda bir ‘cedel’in olacağını öngörmüşsün. Toplantı yapmamız durumunda ikimizin arasında cedel olacağını öngörmen, senin ‘eleştiri’ diyerek vardığın sonuçlara bizim katılmayacağımızı önceden bildiğin anlamına gelmektedir. Bu da senin bizi ‘eleştiri’ konusu yaparken hangi sonuçlara ulaşacağın hususunda kararını çoktan vermiş olduğun anlamına gelir yani senin bizim arşivimize ulaşma isteğin kurguladıklarına malzeme bulma amacından başka bir şey değilmiş. Şimdi senin bundan sonra “Ben, hayatımda yalan nedir bilmem.” demen “yalan nedir” bilmediğini veya ne kadar dürüst biri olduğunu değil, sadece ne kadar çelişkili biri olduğunu gösterir. Bu konudaki nasihatim şudur: Sakın ‘muhatabının aklıyla alay etme’ anlamına gelecek cümleler kurma. Bilmiyorsan da sus.
Söylediklerinden, zamanı ve mekânı değerlendirme biçiminden, senin söylemle zaman ve mekân arasında doğrusal bir ilişki kurmada da sorunlarının olduğu anlaşılmaktadır. Bu konuda da sana şu nasihati vereyim: Aslında nasihat tadında söyleyeceklerimin neredeyse tamamını senin de çok iyi bildiğine eminim. Fakat yine senden anlaşılan o ki bildiklerin kafanda işe yaramaz veya sana lazım olmayan veriler/datalar olarak kalmış olacak ki söylemine tatbik etme gereği duymamışsın. O halde ben sana hatırlatayım, kullanır mısın, kullanmaz mısın sen bilirsin.
Akademik Sorumluluklar
Sen üniversitede bir öğretim görevlisisin, akademisyen olarak öğrenci yetiştiriyorsun. Sen de bilirsin ki öğrenci yetiştirmenin en iyi yolu tatbiki öğretimdir. Sana verilen görev şudur: “Bir konuda araştırma yap ve belirlenen tarihte yaptığın bu araştırmayı 15 dakikaya sığdırarak, çoğu senden daha rütbeli hâzirûna açık ve anlaşılır bir şekilde anlat.” Sen de “Ramazan Demir” diye birini kendine araştırma konusu olarak seçmişsin. Konuyu anlatacağın hâzirûnun senden beklediği, seçtiğin konuyu, hünerlerini ve aldığın eğitimi kullanarak son derece açık anlatmak. Hatta hâzirûnun böyle bir beklentisi olmasa bile henüz ölmemiş birini eleştirirken yaptığın eleştiriyi konumuna ve rütbene uygun bir şekilde anlatmak hem etik hem ahlak hem de konu edindiğin kişi açısından senin üzerine düşen vazifedir. Yani mümin biriysen bunu yapmalısın.
Bu durumda karşında hâzirûn, elinde 15 dakika ve konuşmana müdahale edebilme ihtimali bulunan hakkında söz söylediğin kişi var. Bu durumun böyle olacağı ta en başından sana malumdu. Öyleyse şu değerlendirmeyi senin yapmış olman lazımdı:
- Zamanım kısıtlı, zamanı doğru kullanmalıyım. Bu da boş söz söylememem ve konuyu 15 dakikada üzerinde kapalılık bulunmadan ortaya koymam gerektiği anlamına gelir. Söyleyeceğim her söz konunun aslıyla alâkalı olmalı, teferruat içermemeli. Konunun anlaşılmasına engel olacak veya karşıdakileri yanlış yönlendirecek veya konu edindiğim kişiyi hak etmediği şekilde resmedecek her sözden kaçınmalıyım.
- Konuyu kendisine aktaracağım kişiler benimle aynı fikirde ve aynı düşüncede olan kişiler. Konu edindiğim kişi ise bu kulvarda olmayan biri. Bu durumda hâzirûna kesin ve net bilgiler vermeli, onları yanıltacak şeylerden şiddetle kaçınmalıyım çünkü konuyla ilgili onlarda uyandıracağım her etkinin (iyi-kötü) sorumlusu benim. Yarın bir gün hâzirûndan biri merak edip “Ramazan Demir”i araştırsa ve benim verdiğim bilgiler de yanlış çıkarsa hem rezil olurum hem de rütbemin hakkını vermediğim için utanç verici bir duruma düşerim. Bu yüzden vereceğim bilgilerin tamamının kesin ve net olması lazım.
- Konu edindiğim “RamazanDemir”, sözünü esirgemeyen, selefe ağza alınmayacak şekilde sözler sarf eden biri. Bunun doğru olup olmadığını bir kenara bırakarak şu tehlikeyi görmem lazımdı. Bir kere, hakkında sunum yapacağım kişi hâlâ sağ. İkincisi bu toplantılar herkese açık. Ağzı bozuk bu adamın da toplantıya katılma ihtimali var. Öyleyse “Ramazan Demir” hakkında öyle net şeyler söylemem lazım ki bizzat ağzı bozuk bu Ramazan Demir bile itiraz edememeli.
Şimdi, bütün bunlar aylar öncesinden belliyken hem zamanı iyi kullanamadın hem hâzirûnu yanlış bilgilendirdin hem de “Ramazan Demir” sana herkesin önünde “müfteri, akademik ve ahlaki yeterliliği olmayan” dedi. “Aman canım kim takar Ramazan Demir’i, nasıl olsa herkes benimle aynı fikre geldi. Beni ilgilendiren de zaten buydu.” diyerek kendini avutabilirsin ama sen de biliyorsun ki sunumun akademik açıdan tam bir fiyaskoydu. Hepsini izlemedim ama üç gün süren seminerde zamanı, hâzirûnu ve konuyu senden daha kötü kullanan biri olmamıştır. Konuya iyi hazırlanmadığın için (kusura bakma ama) dedikodu yapmanın ötesine geçemedin. Hâzirûna tamamen yanlış bilgiler verdin ve üstüne herkesin önünde bir inşaat mühendisi sana hiç çekinmeden “müfteri” dedi. Sana nasihatim şudur ki her ne olursa olsun sorumluluğunu üzerine aldığın şeylerin hakkını ver, veremeyeceksen üzerine alma. Bu, Allah katında seni daha yüksüz hale getirir.
Yusuf Kitabının Değerlendirilmesi
Şimdi, Yusuf kitabını okuduğunu söyledin. Orada aklında kalan ve sunumuna konu edineceğin şey sadece “Yusuf’un hadım edilmesi”ni söylediğim bölüm müydü? Peki, kendine bir sor bakalım bu sana niye acayip geldi? Kur’an’a ters olduğu için mi yoksa geleneğe ters olduğu için mi? Tabi ki sen hemen “Kur’an’a ters geldiği için.” deyivereceksin ama sana nasihatim sakın böyle deme, en azından hemen deme, önce şimdi diyeceklerimi sonuna kadar oku (ve anla) sonra ne cevap vereceksen ver kendi vicdanında.
Sen, Yusuf kitabının Kur’an’a uygun olup olmadığını ‘Yusuf’ hakkında geleneğin kabul ettiği peşin kabuller üzerinden değerlendireceksin. Sen de tıpkı müktesebat uleması gibi Yusuf kıssası hakkında ortaya konulanların Kur’an’ın anlattığı kıssa ile tıpatıp aynı olduğuna inanıyorsun fakat benim yazdığım Yusuf kitabında geleneğe uymayan yüzlerce şey varken neden kafana sadece “Yusuf’un hadım edildiği”ni söylediğim bölüm takıldı da sadece orayı ‘eleştiri’ maskeli ‘iftira’nın konusu yaptın? Mesela, ben o kitapta şunları da söylüyorum ve hepsi de geleneğin anlattığı Yusuf kıssasına ters:
- Yusuf rüya görmedi.
- Yakup rüya tabir etmedi.
- Kardeşlerin derdi Yakub’un sevgisi değil, risalet.
- Dokuzuncu ayette konuşan, kardeşlerden biri değil, şeytan.
- Ortada Yusuf’u yiyen bir kurt yok.
- Yusuf’un kanlı gömleği tam bir masal.
- Yakub, oğlunun kanlı gömleğine sarılıp ağlayan ihtiyar bir baba değil, bir resul.
- Kardeşler Yusuf’a ‘hırsız’ iftirasını atıyor.
- Yakup Yusuf’u çok sevdiği halde yerinde oturup oğlunu aramaya gitmeyen biri değil.
- Yusuf Mısır’a gelir gelmez onu satın alanlar tarafından azat ediliyor.
- Ne ev sahibesi Yusuf’a ne de Yusuf ev sahibesine şehevi bir arzu besliyor.
- Tam tersi ev sahibesi kendi aleyhine bile olsa Yusuf’u koruyor.
- Kadının Yusuf’un üstüne atlayıp gömleğini yırttığı tam bir yalan.
- Yusuf’un başına gelenlerin tamamı kimliğini saklamasından dolayı yani risalet soyu olduğunu saklamasından dolayıdır.
- Yusuf güzeller güzeli değildir.
- Kadınlar ellerini kesmiyor.
- Yusuf zindana girmiyor.
- Yusuf zindanda rüya yorumlamıyor.
- Yusuf kralın rüyasını da yorumlamıyor, o bilgiler ona bildiriliyor.
- Yusuf kralın hizmetinde bir bakan olmuyor.
- Yusuf, ülkede kralın da üstünde biri oluyor.
- Yusuf kardeşlerine tuzak kurmuyor tem tersi tuzaklarını bozuyor.
- Yakub’un gözü kör olmuyor.
- Yusuf gömleğini babasına göndermiyor.
- Yakub o gömleği yüzüne sürerek görür hâle gelmiyor.
Daha çok var ama bunlar yeterli sanırım. Şimdi geleneğin anlattığı Yusuf kıssası ile bizim yazdığımız Yusuf kitabındaki isim benzerliği dışında bir benzerlik bulunmazken sen neden bütün bunları değil de sadece ‘Yusuf’un hadım edildiği’ bölümü aldın? Dur, ben diyeyim. Karşındaki hâzirûn da senin gibi geleneksel kıssaya (ki %90’ı İsrailiyattır) inandıkları ve söylenebilecek en ilginç şey olduğuna karar verdiğin, benim ne kadar uçuk biri olduğumu gösterecek en önemli söylem olduğu için. Yani daha araştırmaya başlamadan “uçuk ve Kur’an tahrifçisi” olduğuna karar verdiğin “Ramazan Demir”in söylediğin gibi biri olduğunu göstermenin en iyi malzemesiydi senin için.
Neredeyse 300 sayfalık Kutsanmış Dayak kitabını okuyup geleneğe uymayan o kadar çok şeyi atlayıp “İlyas Karslı’nın sözlüğüne bakarak ‘vadribehunne’ ifadesini ‘vasribuhunne’ okudu.” demek de nedir yahu!? Sen bizi Allah’a ve O’nun kitabına saygı duymayan, kafasına göre kelimelere mana beğenen ve ahiretteki akıbetinden hiç korkmayan biri yaptın ki böyle biri olsa olsa kafir biri olur. Evet, bize ‘kafir’ demedin ama tastamam azılı, hiçbir ilke tanımayan, Kur’an’ı tahrif etmek için canını dişine takan azgın bir kafir gibi gösterdin. Adama koyan taraf ise senin kalkıp bir de “Ben Ramazan Demir’e saygı duyuyorum.” demendir. Yahu bu her açıdan yanlış bir sözdür. Eğer ben hakikaten senin resmettiğin gibi biriysem “saygı duyuyorum” demen Kur’an’a hakarettir. Yok, benim senin dediğin gibi olduğuma emin değilsen bana hakarettir.
Bu konuda nasihatim şudur: Gönlünde olanı herkesten gizleyebilirsin ama emin ol ki Allah’tan gizlenemezsin. “Dürüstüm” diye kendini avutarak yaşamaya devam etme. Çünkü ‘dürüstlük’ senin kendini dürüst görmen değil, Yüce Allah’ın koyduğu ilkelere tâbi olmakla olunabilecek bir şeydir.
Sana son nasihatim ‘cesaret’ konusunda olacaktır. Şimdi, benimle Zoom toplantısı yapmanın ‘cedel’e sebep olacağını düşündüğün için benimle Zoom toplantısı yapmaktan kaçındığını söylüyorsun. Gerekçe olarak da “sevmiyorum” diyorsun. Bak, ben bir kamyon dolusu sözü senin alnının çatına söylüyorum. Çünkü senin yüzüne söyleyemeyeceğim şeyleri veya sana karşı söylediğimde arkasında duramayacağım şeyleri senin olmadığın ortamlarda söylemek ne mümine ne de ilkeli bir insana yakışır, asla yakışmaz. Madem benim hakkımda birçok kişinin önünde konuşma cesaretin var neden onları benim yüzüme karşı söylemekten kaçıyorsun? Madem söylediklerinin başkasının huzurunda söyleyecek kadar doğru şeyler olduğuna inandın, madem benim “Kur’an tahrifçisi” olduğum senin nezdinde kesin bilgidir o halde erkek olarak önce bunu benim yüzüme söylemen gerekirdi. Senin “dürüstlük” diyerek veya “Cedel olmasını sevmiyorum.” diyerek arkasına saklandığın bu maske sadece senin ne kadar korkak biri olduğunu gösterir. Sana nasihatim şudur: Eğer benim veya başkasının Yüce Allah’ın kitabını tahrif ettiği hususunda kesin bilgin varsa zaten bununla mücadele etmemen münafıklık alâmetidir. Bu yüzden korkmadan çekinmeden benim gibi Kur’an tahrifçilerinin karşısına çık ve hakkı haykır. Her fırsatta benim gibilerin karşısına dikil, eğer söyleminin hakikat olduğuna inanıyorsan Allah’tan başka hiçbir kınayıcının kınamasından korkma. Allah’ın kitabını her yerde ulu orta savunamayacaksan ne diye bu ülkenin fakir insanlarından toplanan vergiler üzerinden sana gelen maaşları alıyorsun? Bak, bu ülkenin fakir insanları sen okuyasın, Kur’an’ı savunasın, onlara bilmediklerini öğretesin diye okullar inşa ettiler, inşa ettikleri okulları tefriş ettiler, o okullardaki öğretim görevlilerine büyük paralar ödediler ve hâlâ da ödüyorlar. Hadi din için, Kur’an için savunmadın bari memleketin insanlarının hatırına savun. Dik dur, merak etme, eğer hakikatin seninle olduğuna inanıyorsan Allah sana kesinlikle yardım edecektir.
İmran Çelik’in bana attığı ‘eleştiri’ maskeli ‘iftira’nın hesabını Yüce Allah’ın divânına bırakıyorum. Ben bırakıyorum ama aklı varsa o bırakmasın çünkü o gün tüm gizliliklerin meydana çıktığı, rezilliğine katlanılması çok zor bir gündür. Dahası oradaki hâzirûn, maaşlı diyanet görevlisi, akademisyen, Prof. Doç. Dr. veya öğretim görevlisi falan da değildirler. Oradaki hâzirûn kimseye iltimas geçmeyen Yüce Allah’ın görevlileridir. Bakalım ahiretteki sunumlar nasıl olacak?
Son nasihat olarak şunu derim İmran Çelik’e:
Bak ne güzel Arapça biliyorsun. Bu seni Kur’an ile başkaları üzerinden ilişki kurmaktan kurtarır. Direkt ve aracısız olarak Kur’an’ı anlayabilirsin. Allah sana bu kabiliyetleri bahşetmişken neden müktesebatı kendin ile Kur’an arasına koyuyor ve Kur’an’ı onların üzerinden anlıyorsun. “Kur’an onlarsız anlaşılmaz.” dersen Kur’an’ı gönderen Allah’a hakaret etmiş ve iftira atmış olursun. “Kur’an onlarsız anlaşılır ama ben anlayamam.” dersen kendine hakaret etmiş olursun.
Sen de biliyor ve iman ettiğini söylüyorsun, Kur’an Allah’ın kitabıdır. Yüce Allah her türlü eksiklikten ve kusurdan münezzehtir. Eğer O’nun kitabı eksik ve başka şeyler olmadan anlaşılmayacaksa kusursuz olan Yüce Allah’tan kusurlu bir kitap gelmiş demektir. Senin vicdanın bunu kabul eder mi? Allah’ın kusur ve eksiklikten münezzeh olduğuna iman eden hiçbir mümin bunu kabul edemez.
Sımsıkı sarıldığın ve Allah’ın dini saydığın şu müktesebata bir bak Allah aşkına. Razi, Kurtubi, Beydavi, Maturudi, Mukatil, Nesefi, Zemahşeri ve kime itimat ediyorsan onların tefsirlerini eline al ve Yusuf kıssasını bir oku. Eğer okuduğuna iman edebiliyorsan ben de tüm yazdıklarımdan feragat ederek seninle birlikte iman edeceğim.
Allah aşkına söyle:
Sen, kendisini bir köle olarak satın alan ve hemen akabinde “Belki evlat ediniriz.” diyen ev sahibinin karısına gönlü düşen bir Yusuf’a iman ediyor musun?
Allah aşkına söyle:
Sen, “Çocuğunu kurt yedi, a-ha bu da kanlı gömleği” denilerek kendisine sunulan kanlı gömleğe sarılan ama herkesten çok sevdiği oğlunun cesedinin bir parçası dahi olsa aramaya çıkmayan Yakub’a iman ediyor musun? Hadi iman ettin, diyelim. Oğlunu aramaya çıkmayıp “Bana güzel bir sabır düşer.” diyen Yakub’u anlayabiliyor musun?
Allah aşkına söyle:
Sen, Yusuf’un resul olmasına rağmen bir ülkenin kafir kralının hizmetinde Hazine Bakanı olduğuna iman edebiliyor musun? İman ettiğini söylersen risaletten daha büyük hiçbir makam olmadığını bildiğin halde bunu nasıl içselleştiriyorsun?
Allah aşkına söyle:
Sen Nisa 34. ayetteki kelimenin ‘vadribuhunne’ olduğuna iman ediyor musun? “Evet” dersen hiç kıvırmadan göğsünü gere gere “Burada ‘dövün’ diyor ve sınır belirtmiyor, o halde kim ne kadar dövmekle uslandıracaksa o kadar dövsün kadınları.” diyebiliyor musun? Yoksa sen de “Evet, kelime ‘darabe’ ama bu “vurmak” anlamına gelmez.” diyerek kıvırmayı mı seçiyorsun? Hadi diyelim ki o yolu seçtin. Peki, sırtını yasladığın müktesebat uleması basbayağı “dövün” anlamını vermiş, dünya kadar fıkıh oluşturmuş, nasıl dövüleceğine dair tarifler yapmışlar buna ne diyeceksin? “Onlar tefsir, ben tefsire uymak zorunda değilim.” dersen ben de sana “Ulemanın tefsir yaparken yanlış yaptığını kabul ediyorsun da aslı noktasız ve harekesiz olan Kur’an’ı noktalayıp harekelerken de yanlış yapabileceğini neden kabul etmiyorsun?” derim.
Ve Allah aşkına bana kıraatlerin sahih senedlerinden falan bahsetme, yedi harf martavalını okuma çünkü aklımla alay etmiş olursun. Sen de bal gibi biliyorsun ki o kıraatlerin tamamı haberi vahidtir ve bu kıraat sınırlaması ibn Mücahid’in halt yemesidir. Bana inanmıyorsan Cevzi’ye bir göz at da ibn Mücahid’in Kırâat-i Seb’a saçmalığı hakkında ne dediğini bir oku. Aslında sen zaten çoktan okumuşsundur.
Allah aşkına söyle:
Sen 20 kıraatin hepsinin Kur’an olduğuna nasıl iman ediyorsun, yani bunu nasıl beceriyorsun? ‘İman’ dediğin şey “kalbin bir şey üzerinde tam karar kılması”dır. Eğer bir şey hakkında o da olabilir bu da olabilir gibi bir durum varsa burada iman olmaz. Çünkü bu durumda ‘zan’ devreye girer ve ‘zan’ ise iman değildir.
İmran Çelik
Tuttuğumuz yolu cehenneme gitmeye can attığımız, ahirete inanmadığımız, Allah’a saygı duymadığımız ve iman etmediğimiz, Kur’an’ı yok etmeye ant içtiğimiz için tutmadık. Biz tüm hücrelerimizle Yüce Allah’a, ahirete, resullerine, kitabına, iman ediyoruz ve biz cennete gitmek istiyoruz. Yüce Allah kusursuz ve eksiksiz olduğu için kitabının da eksiksiz ve kusursuz olduğuna iman ediyoruz. Çünkü bu kitap Yüce Allah’ın indi’nden gelmedir ve Yüce Allah’tan kusur sâdır olmaz.
Şimdi, düşe kalka ve yüzlerce hata yaparak yürüdüğümüz bu yolda hakiki bir mümin gibi hatalarımızı gösterip cennete gitmemize yardım edeceksen, düştüğümüzde bizi kaldıracak, şaştığımızda bizi kolumuzdan çekip doğru istikamete sokacaksan, gevşediğimizde kavileştirecek, sertleştiğimizde yumuşatacaksan başımızın üstünde yerin var. Yok, müktesebatın ortaya koyduklarını Yüce Allah’ın dini sayarak ve bu müktesebatın genel kabul görmüşlüğünden kaynaklanan konfora yaslanarak ‘eleştiri’ adı altında bize ‘iftira’ atmaya devam edeceksen seni “çocukların saçını beyazlatan o gün”le uyarıyorum. Bundan sonrasında karar senindir.
Vesselam:
Allah’ın kitabı hariç her sözün bir sürç-i lisân’ı mutlaka vardır. Tüm sürç-i lisanlarımızdan mağfireti sonsuz Yüce Allah’a sığınırız. O ne güzel rab, O ne güzel Mevlâ, O ne güzel İlah’tır.