Başlıklar
Nûh’un Duası
Kâle rabbi innî e’ûżu bike en es-eleke mâ leyse lî bihi ‘ilm(un) ve-illâ taġfir lî veterhamnî ekun mine-lḣâsirîn(e)
Abdulbaki Gölpınarlı Meali – Nuh, Rabbim dedi, bilmediğim şeyi senden istemekten, gene sana sığınırım ve beni yarlıgamazsan, bana acımazsan ziyankarlardan olurum ben.
Ali Bulaç Meali – Dedi ki: ‘Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum.
Bayraktar Bayraklı Meali – Nûh, “Rabbim! Doğrusu, hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmezsen ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum.” dedi.
Diyanet İşleri Meali (Eski) – “Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum” dedi.
Diyanet İşleri Meali (Yeni) – Nûh, “Rabbim! Şüphesiz ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve bana acımazsan, şüphesiz ziyana uğrayanlardan olurum” dedi.
Kur’an Yolu (Diyanet İşleri) – Nûh dedi ki: “Ey rabbim! Ben, senden hakkında bilgi sahibi olmadığım bir şeyi istemekten yine sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, kaybedenlerden olurum!”
Diyanet Vakfı Meali – Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum!
Edip Yüksel Meali – Dedi ki: “Rabbim, bilgim olmayan bir konuda sana yalvardığım için sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana acımazsan kaybedenlerden olurum.”
Elmalılı Hamdi Yazır Meali – Nuh: “Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum.
Mehmet Okuyan Meali – (Nuh) şöyle demişti: “Rabbim! Senden hakkında bilgim olmayanı istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum!”
Mustafa İslamoğlu Meali – (Nûh) “Rabbim! Hakkında bilgim olmayan bir şey istemekten sana sığınırım! Eğer beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, büsbütün kaybedenlerden olurum!” dedi.
Süleyman Ateş Meali – (Nuh) dedi ki: “Rabbim, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz, bana acımazsan ziyana uğrayanlardan olurum!”
Süleyman Tevfik –Nûh: “Yâ Rabbî! Bilmediğim şeyleri suâlden sana sığınırım. Eğer beni mağfiret itmez ve bana rahmet iylemez isen ziyân idicilerden olurum” didi.
Süleymaniye Vakfı Meali – Nuh dedi ki “Rabbim! Bilmediğim şeyi sana sorduğum için sana sığınırım. Eğer ben (durumumu düzeltmez) bağışlamaz, bana acımazsan kaybedenlerden olurum.”
Hûd 47 Ayetinin Meal Değerlendirmesi
Meallerin (birkaçı hariç) hemen hepsi bu ayetteki قَالَ رَبِّ اِنّ۪ٓي اَعُوذُ بِكَ اَنْ اَسْـَٔلَكَ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۜ (Kâle rabbi innî e’ûżu bike en es-eleke mâ leyse lî bihi ‘ilm(un)) cümlesine aşağı yukarı şöyle bir mana vermişlerdir: (Nuh) şöyle demişti: “Rabbim! Senden hakkında bilgim olmayanı istemekten sana sığınırım.” (M.Okuyan meali).
SV meali ise cümleye diğerlerinden farklı olarak şöyle bir mana vermiştir: Nuh dedi ki “Rabbim! Bilmediğim şeyi sana sorduğum için sana sığınırım.
Doğrusu cümlenin çatısına baktığımızda ve cümledeki ‘EN’ edatını da “sebep” için aldığımızda metne sadık kalma yönünden SV meali diğerlerine göre daha iyi gibi durmaktadır fakat SV meali de metne tam olarak sadık kalmamıştır.
“Bilmediğim Şeyi” Cümlesinin Analizi
Ayette “bilmediğim şeyi” şeklinde mana verilecek bir izafet veya ‘ilim’ kelimesine sıfat olabilecek bir durum yoktur.
Cümlenin irabına baktığımızda cümlenin en sonunda nekre olarak gelen ‘İLMUN’ kelimesinin, ‘leyse’nin ismi, ‘li’ veya ‘bihi’ ifadeleri de ‘leyse’nin haberidir. Cümlenin başında gelen ‘MA’ edatı zaten ism-i mevsuldür. Buna göre cümle MA’nın sıfatı olan sıla cümlesidir fakat cümlede iki tane harf-i cer kullanıldığı için onlardan önce bir umum fiil takdir edilmesi gerekmektedir.
O halde cümlenin NAHİV dizilim şu şekildedir:
‘LEYSE’ … EDAT
‘İLMUN’ … ‘LEYSE’NİN İSMİ
(UMUM FİİL)
‘Lİ’ … ‘LEYSE’NİN BİRİNCİ HABERİ
(UMUM FİİL)
‘BİHİ’ … ‘LEYSE’NİN İKİNCİ HABERİ
Buna göre cümleye şöyle bir anlam verilmesi gerekir. (Türkçe düzeltmeleri sonraya bırakarak)
İLİM DEĞİLDİR / İLİM OLMAZ
(mevcut olan, sabit olan, olan)
BANA / BENİM İÇİN
(mevcut olan sabit olan)
ONUN HAKKINDA / ONDAN DOLAYI / ONA GÖRE
Cümle olarak (‘MA’ edatını da dahil ederek):
“ONUN HAKKINDA BENİM İÇİN İLİM OLMAYANI SENDEN SORMAKTAN (SORDUM DİYE) SANA SIĞINIRIM.”
Ayetteki ‘BİHİ’ sözcüğündeki ‘Hİ’ zamirinin mercisi zorunlu olarak önceki ayette aranacaktır.
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ
Venâdâ nûhun rabbehu fekâle rabbi inne-bnî min ehlî ve-inne va’deke-lhakku veente ahkemu-lhâkimîn(e)
SV Meali – Nuh, Rabbine seslendi ve dedi ki “Rabbim, oğlum benim ailemdendir; Senin verdiğin emir mutlaka doğrudur; en iyi kararı sen verirsin.”
Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(e) innehu ‘amelun ġayru sâlih(in) felâ tes-elni mâ leyse leke bihi ‘ilm(un) innî e’izuke en tekûne mine-lcâhilîn(e)
SV Meali – Allah dedi ki “Bak Nuh! O, senin ailenden değildir. O, uygunsuz bir iş ürünüdür. Bilmediğin şeyi bana sorma. Kendini bilmezlerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.”
‘Hİ’ zamirinin mercisi 45. ayetteki فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي (fekâle rabbi inne-bnî min ehlî) cümlesinde geçen ‘İBNİ MİN EHLİ’ ifadesidir.
Bu ifade “BENİM EHLİMDEN OLAN OĞLUM” şeklindedir.
Cümledeki ‘EHLİ’ ifadesindeki ‘EHİL’ kelimesinin “eşimden, zevcemden, karımdan” şeklinde anlaşılması mümkündür yani “EŞİMDEN OLMA OĞLUM”.
Buna göre 47. ayetteki cümle şöyle olur:
“BENİM İÇİN ONA GÖRE / ONDAN DOLAYI / ONDAN SEBEP İLİM OLMAYANI”
Nuh’un Oğlu ve Anlamı
Bütün bunlar şöyle bir soruyu zorunlu olarak sordurmaktadır: “Nuh için İLİM OLMAYAN şey nedir?”
Hatırlanacağı üzere ‘İLİM’ “Sabit ve değişmez olan, kendisiyle başka bilgilere ulaşılan, kendisi başka bilgileri mümkün kılan bilgi.” idi.
Buna göre bir önceki ayette bahsedilen şeyler Nuh için sorduğumuz sorunun cevabını bulmada bize yardımcı olacaktır.
Nuh iki önceki ayette (Hûd 11/45) şunu demişti:
وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي وَاِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَاَنْتَ اَحْكَمُ الْحَاكِم۪ينَ (Venâdâ nûhun rabbehu fekâle rabbi inne-bnî min ehlî ve-inne va’deke-lhakku veente ahkemu-lhâkimîn(e))
Nuh bu nidasında boğulan oğlu için hem de bir tekid edatı ile şunu demekte:
اِنَّ ابْن۪ي مِنْ اَهْل۪ي (inne-bnî min ehlî)
Nuh’un bu cümleyi bir tekid edatı ile kurması için mutlaka bu nidanın bir öncesi olması zorunludur çünkü durup dururken tekid edatı kullanılmaz.
Nuh’a cevaben şunlar söylenmektedir:
(Hûd 11/46)
قَالَ يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ فَلَا تَسْـَٔلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌۜ اِنّ۪ٓي اَعِظُكَ اَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ
Kâle yâ nûhu innehu leyse min ehlik(e) innehu ‘amelun ġayru sâlih(in) felâ tes-elni mâ leyse leke bihi ‘ilm(un) innî e’izuke en tekûne mine-lcâhilîn(e)
Nuh’un tekid edatı ile kurduğu cümlenin karşı cevabı şu cümledir:
يَا نُوحُ اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ اِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ (yâ nûhu innehu leyse min ehlik(e) innehu ‘amelun ġayru sâlih(in))
Bu durumda şu soruyu sormalıyız: Cümlede geçen اِنَّهُ لَيْسَ مِنْ اَهْلِكَۚ (innehu leyse min ehlik(e)) ifadesine dikkat edilirse Nuh’un tekid edatı ile kurduğu cümleye cevap olarak kurulan cümle de bir tekid edatı ile başlamaktadır; devamında ise yine bir tekid edatı ile نَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍۗ (innehu ‘amelun ġayru sâlih(in)) ifadesi kullanılmaktadır.
Bu ifade ne anlama gelmektedir?
Basitçe “ŞU KESİN Kİ O, SALİH OLMAYAN BİR AMELDİR.” anlamı verilen bu cümledeki ‘SALİH’ ifadesi “DÜZGÜN” anlamında değildir. Bu kelimenin özellikle bu ayette hangi anlamda kullanıldığını anlamamıza yardımcı olacak ayet NİSÂ 34. ayet ve o ayette çoğul ve müennes olarak geçen ‘SALİHAT’ ifadesidir.
Hatırlanacağı üzere biz, Nisâ 34. ayette geçen فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّٰهُۜ (fe-ssâlihâtu kânitâtun hâfizâtun lilġaybi bimâ hafiza(A)llâh(u)) cümlesindeki ‘SALİHAT’ kavramı için “salih, dindar kadınlar” manasını değil, bir önceki cümlede bahsedilen “ÇOĞALMA işini düzgün bir şekilde yapan kadınlar” manasını vermiştik yani ‘SALİHAT’ kavramı sadece mümin kadınları değil, yeryüzündeki tüm kadınları ifade eden bir kavramdır.
İşte bu ayetteki ‘SALİHAT’ kavramı ne anlama geliyorsa HÛD 47. ayetteki ‘SALİH’ kavramı da o anlama gelmektedir.
Tam burada hemen şu soru akla gelecektir haklı olarak: “İyi ama Nisâ 34. ayetteki ‘SALİHAT’ kavramı müennes, Hûd 47.ayetteki ‘SALİH’ kavramı ise müzekkerdir. O halde nasıl olur da müzekker bir kavram müennes bir kavramı açıklar?”
Bu haklı sorunun cevabı şudur:
Nisâ 34. ayet sadece kadınlardan bahsetmektedir. Hûd 47. ayet ise kadından değil ‘AMEL’den bahsetmektedir. Ortaya Nuh’un ehlinden olmayan bir çocuğu çıkaran Nuh’un karısı bu çocuğu tek başına yapmamıştır ve yapamaz da; mutlaka ona o işte ortak olan MÜZEKKER bir partneri olması gerekmektedir yani ‘salih’ olmayan o ameli karısı tek başına yapamaz. Bu durumda ‘SALİH’ kavramının müzekker gelmesi galibiyet kuralının gereği olmaktadır.
Burada bir soru daha vardır: “NEDEN ‘AMEL’ KELİMESİ KULLANILDI?”
Yine hatırlanacağı üzere ‘amel’ kelimesi mutlaka “bir tasarıyı ifade eder” şeklinde bir açıklamada bulunmuştuk yani PLANLI işlere ‘amel’ denir.
O halde duruma bir bakalım…
Sonuç ve Nuh’un Aldatılması
Nuh’un ‘oğlu’ zannettiği kişi kocaman adamdır ve yıllarca Nuh onu oğlu olarak bilmiştir.
Yani karısı, oğlu bu yaşa gelinceye ve rab ile Nuh arasındaki konuşma gerçekleşinceye kadar bu gerçeği Nuh’tan gizlemiştir. İşte bu onu bir ‘amel’ yapmaktadır yani arkasında bir plan, bir tasarı ve hatta bir amaç vardır.
Cümlenin müzekker yapısı, Nuh’un karısının, kendisinden çocuk peydahladığı kişinin de bundan haberinin olduğu anlamını vermektedir yani Nuh’un karısı ve Nuh’un ‘oğlu’ zannettiği çocuğun gerçek babası yıllarca Nuh’u kandırmışlardır.
Sadece bu mudur? Hayır, bir başka durum daha vardır.
Nuh, ‘oğlu’ bile olsa kendisine iman etmeyenlerin kurtulamayacağını herkesten daha iyi bilmektedir. O halde NEDEN ‘OĞLU’ ZANNETTİĞİ KİŞİ İÇİN DUA ETMİŞTİR?
وَاُو۫حِيَ اِلٰى نُوحٍ اَنَّهُ لَنْ يُؤْمِنَ مِنْ قَوْمِكَ اِلَّا مَنْ قَدْ اٰمَنَ فَلَا تَبْتَئِسْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَۚ
Veûhiye ilâ nûhin ennehu len yu/mine min kavmike illâ men kad âmene felâ tebte-is bimâ kânû yef’alûn(e)
SV Meali – Nuh’a şu vahyedildi: “Şimdiye kadar inanmış olanlar bir yana, artık halkından kimse inanmayacaktır. Onların yaptıkları yüzünden sakın kendini harap etme.”
وَاصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Vasna’i-lfulke bi-a’yuninâ vevahyinâ velâ tuḣâtibnî fî-lleżîne zalemû(c) innehum muġrakûn(e)
SV Meali – “Gözetimimizde ve vahyimize göre gemiyi yap. Yanlışlar içindeki o kimseler için de artık bana başvurma. Çünkü onlar boğulacaklardır.”
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ يَأْت۪يهِ عَذَابٌ يُخْز۪يهِ وَيَحِلُّ عَلَيْهِ عَذَابٌ مُق۪يمٌ
Fesevfe ta’lemûne men ye/tîhi ‘ażâbun yuḣzîhi veyehillu ‘aleyhi ‘ażâbun mukîm(un)
SV Meali – Alçaltıcı azap kime gelecekmiş ve kalıcı azap kime inecekmiş; nasıl olsa yakında öğreneceksiniz”
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Hattâ iżâ câe emrunâ vefâra-ttennûru kulnâ-hmil fîhâ min kullin zevceyni-śneyni veehleke illâ men sebeka ‘aleyhi-lkavlu vemen âmen(e) vemâ âmene me’ahu illâ kalîl(un)
SV Meali – Sonunda emrimiz çıktı ve geminin kazanı kaynadı. Nuh’a dedik ki “Erkekli dişili her türden birer çifti ve hakkında karar çıkan kişi dışındaki aileni, bir de inanıp güvenenleri gemiye bindir.” Pek azı dışında Nuh ile birlikte inanıp güvenen olmamıştı.
Bu ayetlerde kesin hükümler verilmiştir fakat (Hûd 11/40) ayetindeki şu cümle çok dikkat çekicidir: قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ (kulnâ-hmil fîhâ min kullin zevceyni-śneyni veehleke illâ men sebeka ‘aleyhi-lkavlu)
Bu cümledeki şu ifadeye lütfen dikkat: وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ (veehleke illâ men sebeka ‘aleyhi-lkavlu)
Bu cümledeki zamir MÜZEKKERdir ve müzekker gelmesinin sebepleri şunlar olabilir:
- Nuh’un ehlinden, hakkında söz geçmiş olanlar sadece müennesler değil aynı zamanda müzekkerler de vardır. Zamir galibiyet kuralı müzekker gelmiştir.
- Nuh’un ehli arasında karısından başka inanmayanlar da vardır ve bunlar müzekkerdir ama NUH bilmemektedir.
Hangisi olursa olsun şu sonuç değişmeyecektir. وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ (veehleke illâ men sebeka ‘aleyhi-lkavlu) cümlesi Nuh’un, oğlu zannedip dua ettiği kişiyi kapsa-ma-mak-tadır çünkü bu cümlede “SENİN EHLİN” denilmektedir ve bu cümleyi ‘rab’ kurmaktadır. Daha sonrasında “SENİN EHLİNDEN DEĞİLDİ” şeklinde ifade ettiği kişi için burada “SENİN EHLİN” demesi ÇELİŞKİ olacaktır.
O halde ortaya iki durum çıkmaktadır:
- Boğulanlar arasında Nuh’un ehlinden olan sadece karısı değil, aynı zamanda gerçekten ehlinden olan müzekker ve müennesler vardır.
- Nuh’un ehlinden olan “oğlum” diye tanımladığı kişi aslında hem onun ehlinden değildir hem de iman etmiş değildir. Bu iki konuda da NUH aldatılmıştır.
O çocuğu ‘oğlu’ zannetmesi karısının aldatmasıdır; çocuğun iman etmediği halde iman eder gözükmesi ise çocuğun aldatmasıdır.
İşte, NUH için ‘İLİM’ olmayan şeyler bunlardır çünkü eğer bunlar sabit olsaydı RİSALET işte bu sabiteye göre devam edecekti ve bu Nuh için DEĞİŞMEZ olacaktı.
Nuh’un ‘oğlu’ zannettiği çocuğun boğulma sebebi karısının o çocuk hakkında ona yalan söylemiş olması değil, çocuğun iman etmemiş olmasıdır. Eğer çocuk iman etseydi -babası kim olursa olsun- kurtulurdu çünkü çocuğun zina eseri bir çocuk olması onun suçu değildir.