Başlıklar
‘ARŞ’ Kelimesinin Anlamı ve Kökeni
‘ARŞ’: Kelime anlamı olarak sülasi mücerred kökünde “taht yapmak, gölgelik yapmak, üzüm asmalığı yapmak, içinde oturmak için çadır şeklinde yer yapmak” anlamlarına gelmektedir. ‘ARŞUN’ kelimesini camid bir isim olarak değil de müştak bir kelime olarak alırsak bu durumda kelime FA’LUN vezninde sıfat-ı müşebbehe olur. Bilindiği gibi sıfat-ı müşebbehe ifadesinin tam olarak açılımı ‘sıfatı müşebbehe bi ism-i fail’dir yani “ism-i fail gibi anlam alabilen yani ism-i faile benzer veya benzermiş gibi yapan sıfat” demektir.
Sıfat-ı müşebbehe olan sıfatlar daima “lazım” fillerden yapılırlar. O halde bu kelimenin kök anlamında lazım bir anlam olması gerekmektedir.
Kelimenin isim olarak “hakimiyet, egemenlik, taht, çardak, tavan, lider, asmalık, gölgelik” gibi manaları vardır.
Çardak ve Egemenlik İlişkisi
Kelimenin “ÇARDAK” manasını ele aldığımızda karşımıza şöyle bir anlam çıkar:
Normal şartlarda “çardak” iki şey için yapılır:
- Kendi başına ayakta durup dikilemeyecek durumda olan bitkilerin, kendisine tutunarak yükselmesi ve altında başkalarının da olabilmesine (gölgelenmesine) imkân vermesi için.
- Normal şartlarda güneşin veya başka doğal durumların etkisine direkt maruz kalanların bu maruz kalmaktan kurtulması, onun altını geçici bir yaşam yeri haline getirmesi için.
Egemenlik ve Liderlik Kavramları
Kelimenin “EGEMENLİK” manasını ele aldığımızda karşımıza şöyle bir durum çıkar:
- Egemen olmak için her şeyden önce egemen olunacak şeylerin olması gerekmektedir.
- Egemen olunacak şeyler eğer tek başlarına kendi egemenliklerine muktedir olsalardı EGEMENLİK diye bir şey çıkmazdı.
- Egemen olunacak şeyler mesela insan toplumları ancak var ve bir arada olduklarında EGEMENLİK diye bir şeye olan ihtiyaç ortaya çıkar.
- İster doğa isterse de insan toplulukları üzerinde olsun, EGEMENLİK, toplumları GÜTMEK için değil varlıklarını bozulmadan devam ettirebilmelerini sağlamak içindir yani egemenlik, üzüm tanelerini yemek için değil üzümün bitki olarak varlığını devam ettirmesi içindir çünkü bir şeye yaslanmayan sarmaşık üzüm yerlerde sürünür ve yere o kadar yakın olmak üzümün varlığını yok eder. İşte, “çardak” yani “egemenlik” bunun içindir.
Kelimenin “LİDER, YÖNETİCİ” anlamını ele aldığımızda ise karşımıza şöyle bir durum çıkar:
- LİDERLİK; lider olunan toplumun imkanlarını yiyip bitirmek, onların zayıf yanlarını suiistimal etmek, onların kendi başlarına yapamayacakları işleri onlara karşı bir silah olarak kullanmak değildir. Liderlik, bir toplumun o liderin sağlamlığına yaslanarak varlığını bozulmadan devam ettirmek içindir.
- LİDERLİK; toplumların imkanlarını kendi çıkarına kullanmak değil, tam tersi toplumların imkanlarının yine toplum için devamlılığını sağlamak içindir.
- LİDERLİK; nasıl ki bir üzüm çardağı üzümden faydalanmıyorsa, üzümün kendisine sarılarak var olmasını ve varlığını devam ettirmesini sağlıyorsa, tıpkı bunun gibi bir fedakârlık, bir bağış işidir. Bu durumda LİDER daima ‘VEHHAB’ olmak zorundadır.
- LİDERLİK; nasıl ki çardak kendi başına ayakta duruyorsa ve hem kendisine sarılan üzüm hem de o üzümün gölgeliği altında duranlar geçici yaşamlarını çardağın ayakta ve sapasağlam durmasına bağlıysa tıpkı bunun gibi LİDER de kendi yaşamı için değil, ona bağlı olanların yaşamları için kendini feda edendir.
Kelimenin tüm manalarının üzerinde birleştiği sabit ve değişmez nokta “kendi başına ayakta duramayacak şeylerin ‘Arş’a yaslanarak varlıklarını devam ettirmesi ve bundan da çardağın altında GEÇİCİ bir yaşam alanı oluşturması” anlamıdır.
- Yüce Allah varlığı var etti çünkü varlık kendi başına var olamaz.
- Yüce Allah varlığı var ettikten sonra önce hepsini birbiriyle varlıklarını devam ettirecek şekle, sonra da hepsinin sadece Allah’a yaslanarak varlıklarını sürdürebilecek şekle soktu.
- Bir düzenin oluşması için önce düzen oluşturulacak şeylerin var olması gerekir.
- Sonra var olan şeylerin birbiriyle ilintili olması gerekir.
- Sonra birbiriyle ilintili bir şekilde var olanların varlıklarının devam ettirilmesi gerekir.
İşte, ‘ARŞ’ en sonuncusudur.
İlahi Egemenlik ve Ahiret Kavramında Arş’a İstiva
Yüce Allah’ın ‘arş’a istiva etmesi, tüm varlığın varlığını devam ettirmesinin sadece Allah ile mümkün olduğu anlamına gelmektedir.
Kelimenin “çardak” anlamını açıklarken onun altındakiler için GEÇİCİ YAŞAM ALANI oluşturması gibi bir işlevi olduğunu söylemiştik. İşte bu durum, istiva edilen şeyler altındaki yaşamın GEÇİCİ bir yaşam olduğu anlamına gelmektedir. Bu durumda nerede “ALLAH ‘ARŞ’A İSTİVA etti.” şeklinde bir cümle görürsek ilk aklımıza gelen şeyin bu istiva şeklinin sadece BU DÜNYA için geçerli olduğunu anlamalıyız.
Tabi ki burada hemen akla “PEKİ YA AHİRET?” gibi bir soru gelecektir. Bu soru haklı bir sorudur. Kur’an’ı biraz dikkatli okuduğumuzda Yüce Allah’ın bu dünya -ki o geçicidir- için farklı, ahiret için daha farklı FİİLLERİNİN olduğunu rahatlıkla görürüz, üstelik sadece fiiller de değil, her iki mekâna dair tanımlamalar ve o mekândan sunulan kesitler de tamamen birbirinden farklıdır.
Bir kere, dünya geçici, ahiret kalıcıdır. O halde GEÇİCİ olan için ‘ARŞ’ ve ona istiva etmek gerekir. Kalıcı olan içinse “BOZULMAYAN BİR HİMÂYE” gerekir.
Biri ‘KEVN’ ve ‘FESAD’a tâbidir, diğeri ‘KEVN’ ve ‘KALICILIK’a tabidir.
O halde rahatlıkla “‘ARŞ’A İSTİVA ETMEK” ifadesinin sadece dünya hayatına yönelik bir kullanım olduğunu söyleyebiliriz.
Dünya hayatı için Kur’an’ın “YARATILMAK” ve “ÖLMEK” şeklinde tarifler getirdiğini sanırım bilmeyen yoktur fakat ahiret için “YARATMA” vardır ama “ÖLMEK” yoktur.
Tek başına bu durum bile ahiretin ‘kevn’ ve ‘fesad’ ilkesine tâbi olmadığını anlamaya yeterlidir. O halde ahiret hayatı ÇARDAK (‘arş’) gerektirmeyen bir hayattır.
(Tam burada her zaman söylediğim bir şeyi söylemek zorundayım: Ahiret hayatı ile ilgili bilgilerimiz sadece hayallere dayandığı için biz ahireti de dünya gibi “bir düzene sahip olunan yer” olarak algılıyoruz. Oysa bambaşka bir yerdir orası.)
Ahiret hayatını anlatan ayetlerin tamamına dikkatlice bakalım. Orada bir kralın, kararlar alan bir meclisin, kanunların uygulanmasını sağlayan polis, asker, jandarma veya başka kolluk kuvvetlerinin olmadığını görürüz.
Tam burada akla hemen “PEKİ YA MELEKLER?” şeklinde bir soru gelecektir.
Evet, bu da haklı bir sorudur ama düşünülmemiş bir sorudur çünkü Kur’an’da anlatılan ahiretteki MELEK-İNSAN veya MELEK-CİN veya CİN -İNSAN ilişkilerine baktığımızda meleklerin orada JANDARMALIK yaptığını göremiyoruz.
Evet, ahirette de insanlar “topluluklar” oluşturacaklar ama bu topluluğun her ferdi “İYİ OL!” DENMESİNE GEREK KALMADAN İYİ OLANLAR olacağı için orada jandarmaya veya polise gerek yoktur.
Orası insanın, insanlık ile gereklilik arasında bir tercih yapmak zorunda kalacağı bir yer değildir yani orada insanın insanlığından vazgeçmek zorunda kalacağı seçenekler yoktur.
İşte, bu da HİMAYEDİR.
Orada kimseye “HAKSIZ YERE ADAM ÖLDÜRME!” denmeyecek ve kimse bunu denetlemeyecektir çünkü oraya girenlerin tamamı zaten dünyadayken buna iman edenlerdir.
Orada kimseye “ZİNAYA YAKLAŞMA!” denmeyecektir çünkü oraya girenlerin tamamı zaten dünyadayken buna iman edenlerdir.
Orada kimseye “ALLAH YOKMUŞ GİBİ YAŞAMA!” denmeyecektir çünkü oraya girenlerin tamamı zaten dünyadayken ALLAH YOKMUŞ GİBİ YAŞAMAYANLARDIR.
Orası denetlenmeden iyi olanların, başına vurulmadan yolda yürüyenlerin, dürtüklenmeden gereğini yerine getirenlerin yeridir. Bu dünyada böyle olmayan zaten oraya giremeyecektir.
İşte bu yüzden orada bir ‘ARŞ’ yoktur ve işte bu yüzden orada ‘İSTİVA’ yoktur çünkü ‘MÜMİN’ kendisine ‘İSTİVA’ edilmeden ‘MÜMİN’ olandır.
Doğa Yasaları ve İnsanın Kendini Gerçekleştirmesi
‘ARŞ’ kelimesinin yönünün sadece dünyaya dönük olduğunu söyledik. Bu kelimeden anlaşılması gereken ise varlık kendi başına var olmamıştır, kendi başına bir diğeriyle ilişki içine girmemiştir, bunları yapan Yüce Allah’tır. Var olanların ve birbirine kopmaz bağlarla bağlananların bir de bunu sürekli hâle getirmeleri lazımdır. İşte, Yüce Allah’ın ‘arş’a istiva etmesi bunu sağlamaktadır.
Varlığa hâkim olan şeylerin DOĞA yasaları olduğu söylenir, daha doğrusu Yüce Allah’ın varlığa hakimiyetinin DOĞA YASALARI üzerinden olduğu söylenir; oysa asla öyle değildir.
Hiçbir doğa yasası ZORUNLU değildir ve hiçbir doğa yasasının NEDENSELLİĞİ bilinememektedir. Doğa yasaları kendi başlarına asla olamazlar ve kendi başlarına asla SEBEP – SONUÇ ilişkileri kuramazlar. Tüm gelişmişliğine rağmen “BİLİM” denilen yeryüzünün en DOGMATİK dininin Rahipleri (bilim insanları) varlıkta olan en basit bir olayın bile NEDENSELLİĞİNİ deneyleyememiş, gözlemleyememiş, matematiksel denklemlerinde ona yer bulamamışlardı, sadece sıralamayı sadece birlikteliği bilmektedirler hepsi o.
İşte ‘ARŞ’, bilim insanlarının bulamadığı o nedenselliğin, zorunluluğun, evrenselliğin TA KENDİSİDİR ve O ‘ARŞ’a RAHMAN İSTİVA ETMİŞTİR yani tüm nedenselliği tamamen Kendisi’ne bağlamıştır.
Bu, “Hiçbir yasa, hiçbir varlık, hiçbir şey O’NUN İSTİVASI OLMADAN OLAMAZ.” anlamına gelmektedir.
Elbette ki Kur’an’da geçen “ALLAH ‘ARŞ’A İSTİVA ETTİ.” cümlelerinin anlamının kapsamı bu kadarla sınırlı değildir hatta rahatlıkla diyebiliriz ki EĞER Kİ BU CÜMLE OLMASAYDI HİÇBİR ŞEY VARLIĞINI DEVAM ETTİREMEZDİ, dolayısıyla bu ortamda ve bu imkânlarla “ALLAH ‘ARŞ’A İSTİVA ETTİ.” cümlesinin bilebildiğimiz tüm anlamlarını burada ele almak mümkün değildir fakat bu ifadenin GÜNLÜK yaşamla alâkasını kurmadan söyleyeceklerimize son verirsek maksat hâsıl olmayacaktır.
Az önce kelimenin “EGEMENLİK” ve “LİDERLİK” anlamlarını verirken şöyle bir cümle kurmuştuk: Egemenlik; varlıkların kendi başlarına varlıklarını devam ettirmesi içindir. LİDERLİK; lider olunan toplumun imkânlarını kendi çıkarına kullanmak değil o imkânların devamlılığını sağlamaktır.
Bu cümlelerimize bir de şunu ekleyelim: “Egemenlik” ve “Liderlik”; egemen veya lider olunanların doğru bir şekilde kendilerini gerçekleştirmelerine imkân vermek, kendilerini doğru bir şekilde gerçekleştirecek olanların önündeki engelleri kaldırmaktır. “Egemenlik” ve “Liderlik” meşruiyetini tam da buradan alır.
O halde karşımıza “‘KENDİNİ DOĞRU BİR ŞEKİLDE GERÇEKLEŞTİRMEK’ ne demektir?” şeklinde bir soru çıkacaktır.
Meseleye en geniş boyutundan yani çemberin en dış halkasından merkeze doğru bir bakış açısıyla bakacak olursak şöyle bir durumla karşılaşırız:
“KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK” dediğimiz şey sadece ve sadece AKILLI ve İRADELİ varlıklar içindir çünkü kendini gerçekleştirmek için önce KENDİNİN farkına varmak lazımdır ve bunu da sadece akıllı ve iradeli varlıklar yapabilir.
İkinci olarak “DOĞRU” kelimesinin anlam bulabilmesi için mutlaka elde bir MİKYAS
(ölçü) olması gerekmektedir.
Üçüncü olarak da “kendini gerçekleştirme” denilen şey bir anda olup biten bir şey değildir. Bu tüm hayat boyunca her AN’da gerçekleşen bir şeydir. O halde bir insanın kendisini gerçekleştirmesi için doğum ve ölüm arasındaki tüm yaşam süreçlerini bilmesi gerekmektedir. İnsan ise bunu bilememektedir. Ayrıca kendini gerçekleştirmenin bir AMACI olması gerekmektedir -ki bu amaç insanın varlığını devam ettirme sebebi olacaktır.
İnsanın dışındaki varlığa baktığımızda her bir şeyin insanda bulunan kuvvelerin önünde bir engel değil tam tersi o kuvvelerin ortaya çıkmasını sağlayan zeminler olduğunu görürüz. Mesela, görmemiz için “ışık” lazımdır, o, varlıkta hiç zorlanmadan bulunmaktadır. Farkları fark edebilmemiz için “renk” lazımdır, o, varlıkta hiç zorlanmadan bulunmaktadır. Her şey bunun gibidir.
Bu yüzden varlık, insanın kendisinde olanı gerçekleştirmesine el birliğiyle yardım etmektedir yani varlık, insanın önünde engel değil tam tersi engelleri kaldıracak şekilde dizayn edilmiştir.
İnsanda renkleri algılama yeteneği olduğunu ama varlıkta “renk” diye bir şeyin olmadığını farz edelim. İşte böyle olsaydı varlık “engel” olmuş olurdu.
Bu yüzden “Varlık, insanın kendisini gerçekleştirmesinin önünde engeldir.” diye bir yargıya asla varılamaz.
“İnsanın kendisini gerçekleştirmesini ne engelliyor?” diye bir soru sorduğumuzda karşımıza sadece şu cevap çıkmaktadır: “İnsanın kendisini gerçekleştirmesini engelleyen şey ya kendisidir ya da kendisi gibi olanlardır.” çünkü yapısı gereği insan topluluk halinde yaşayan ve topluluk halinde yaşadığında tam olarak kendisindeki potansiyelleri açığa çıkaran bir varlıktır.
O halde insanların kurduğu toplumların temelinde insanların potansiyellerini engellemek değil tam tersi bu potansiyellerin açığa çıkmasını sağlayacak EGEMEN DÜZENLER olmak zorundadır fakat az önce de belirttiğimiz gibi İNSANIN KENDİSİNİ DOĞRU BİR ŞEKİLDE GERÇEKLEŞTİRMESİ için insanın elinde “KENDİ – DOĞRU – GERÇEKLEŞTİRME” kavramlarının zorunlu tanımları olmak zorundadır.
Oysa insan mukayyet bir varlıktır, bir an’ı yaşamadan diğer an’a gidemez.
İşte tam burada insanın kendisini doğru bir şekilde gerçekleştirmesini sağlayacak, zamana, mekâna, koşullara bağımlı olmayan bir üst değer gereklidir. Bu üst değer, insanın kendisini gerçekleştirme süreçlerinin tamamını kuşatacak, evrensel bir şekilde “doğru” denilen şeyin tanımını yapacak, “KENDİ” denilen kavrama doğru anlamlar yükleyecek kapasitede olmalıdır, üstelik insan türü o tanımlamaları kullandığında her zamanda ve her mekânda aynı sonuçları almalıdır.
Kur’an ve İstiva
İşte bunun için BİR ‘ARŞ’ ve O ‘ARŞ’A İSTİVA EDEN BİRİ GEREKLİDİR.
İnsana engel olmayan bir ‘ARŞ’, insanın doğru bir şekilde kendisini gerçekleştirmesini sağlayacak bir ‘ARŞ’, insanın ona tutunarak var olmasını sağlayan bir ‘ARŞ’… İŞTE O, YÜCE ALLAH’IN KİTABIDIR.
Ve Yüce Allah sadece varlığa değil o kitaba da İSTİVA ETMİŞTİR.
İşte bu yüzden kendisini doğru bir şekilde gerçekleştirmek isteyen her insan, çatlamış toprağın suya olan muhtaçlığından TRİLYON defa daha fazla KUR’AN’A VE KUR’AN’I GÖNDEREN ALLAH’A MUHTAÇTIR.
İnsan türünün tek seçeneğidir bu.
Tabi ki eğer kendisini doğru bir şekilde gerçekleştirmek istiyorsa…