Kayalık bir arazide uçan beyaz bir kuş, Kant’ın koşulsuz ve koşullu kavramlarını koşulsuz bir şekilde uçarak gösteriyor.

Koşulsuz Koşullu’ya Gidebilir mi?

Kant ve Koşulsuz Kavramı

İlk kısmını Kant’tan aldığım şu cümle bizim “Kur’an’ı yine Kur’an ile anlama” yöntemimizin temellerinden biridir:

“KOŞULLUDAN KOŞULSUZA GİDİLEMEZ.” (Bu kısım Kant’a ait)

“AMA KOŞULSUZ KOŞULLUYA GİDEBİLİR.” (Bu kısım bize ait)

Yalnız bu tümceyi böyle kurmamız Kant’ın “Koşulludan koşulsuza gidilemez.” kısmını da sıfırlamaktadır çünkü eğer koşulsuz olan koşullu olana gelebiliyorsa bu durum hem “KOŞULSUZ – KOŞULLU” hem de “KOŞULLU – KOŞULSUZ ilişkisi mümkün hâle gelmiş yani tarafların birbirine ulaşamama sorunu ortadan kalkmış demektir.

Kavramların Temsili ve Anlamı

Kant’ın “KOŞULSUZ” kelimesiyle tanımladığı fizik şartlarının kendisini koşullandıramadığı “TANRI” sadece KAVRAMSAL bir tanrıdır.

Onun “TRANSANDANTAL” olarak tanımladığı kavramlar ve “Biz şeylerin kendinde şeyliklerini bilemeyiz.” ifadesi kavramların oturduğu zemin ile alâkalıdır çünkü kavramlar sadece kavram olarak vardırlar ve onların ZÂTÎ bir hakikatleri yoktur. Bu yüzden Kant’taki “Koşulsuz” sadece kavramsaldır.

Kant, “Her şey benim zihin mekanımda temsil edilir, bu temsiller ise TRANSANDANTAL olan kavramlarla mümkün olur.” söylemi ile “TANRI” veya “KOŞULSUZ” dediği şeylerin sadece kavramsal şeyler olduğunu söyler. Dil açısından o “GÖRÜSÜZ KAVRAM BOŞTUR, KAVRAMSIZ GÖRÜ İSE KÖRDÜR.” temeli üzerinden hareket eder. Ona göre “TANRI”, görüsü olmayan bir kavramdır ve “boştur” yani kavramın bir gönderisi yoktur.

Bu yüzden “Tanrı” sadece kavram olarak vardır ve bu kavramın ifade ettiği mânâ GÖRÜYE gelmediği için “Koşulsuz” dediği şey sadece kavramdır. (İçi doldurulamayan kavram.)

O, fiziki nesnelerin bile sadece TEMSİLEN insanda var olduğunu bu yüzden zihindeki temsiller ile nesnelerin aynı şeyler olmadığını söyler.

O, içine bir nesne konulamayan yani GÖRÜYE gelmeyen bir kavramın ne söylenirse söylensin boş bir kavram olduğunu söyler.

Buraya kadar aslında Kant ve biz aynı şeyleri söyleriz ama Kant’ın görmediği / göremediği / bilmediği / bilemediği / dikkat etmediği / dikkat edemediği bir şey daha vardır ve bu kendi sözü üzerinden bile anlaşılır.

Koşulsuz ve Koşullu İlişkisi

O, “Koşulludan koşulsuza gidilemez.” der. Onun bu cümlesini analiz edelim. Cümlede “gitme” fiiline özne olabilecek iki fail vardır. Dilde şöyle bir kural vardır. Bir özneye yüklenen yüklem, başka bir nesneye yüklenebilir ve anlam kendisini öznede değil yüklemde gerçekleştirir fakat bu gerçekleştirmenin içeriğini yüklemin kendisine yüklendiği özne belirler. Mesela;

  • ADAM KONUŞTU.
  • ÇOCUK KONUŞTU.
  • BEBEK KONUŞTU.
  • YENİ DOĞAN BEBEK KONUŞTU.
  • AĞAÇ KONUŞTU.

Bu cümlelerin hepsinde “konuşma” yüklemi, özneye göre farklı anlamlar kazanmaktadır. 

“Adam konuştu.” cümlesinde bir olağanüstülük ve yapılamazlık yoktur. 

“Çocuk konuştu.” cümlesinde bir yapılamazlık vardır, bunda “ADAM GİBİ KONUŞTU.” anlamı yoktur yani iki konuşma özdeş değildir. 

“Bebek konuştu.” cümlesi ise bir olağanüstülük barındırır. 

“Yeni doğan bebek konuştu.” cümlesinde de bir olağanüstülük vardır ama “Bebek konuştu.” cümlesinden daha olağanüstüdür. 

“AĞAÇ KONUŞTU.” cümlesi ile diğer dört cümledeki “konuşma” fiilinden çok daha başka anlam taşır ve burada ne bir olağanüstülük ne de bir yapılamazlık vardır, burada olan şey İMKÂNSIZLIKTIR.

İşte nasıl ki bu cümlelerin en sonunda geldiğimiz bir imkânsızlık varsa “KOŞULLUDAN KOŞULSUZA GİDİLMEZ.” cümlesinde de bir imkânsızlık vardır fakat aynı yüklem cümlede nesne olan mefule yüklenirse yani şöyle olursa “KOŞULSUZ KOŞULLUYA GİDEBİLİR.”, işte bu durumda “KOŞULLUDAN KOŞUŞSUZA GİDİLEMEZ.” cümlesi de hükümsüz hâle gelir.

Burada imkânsız olan şey KOŞULLU olanın kendi başına KOŞULSUZ ile ilişki kuramayacağıdır yani KOŞULLU olanı özne yaparsak “KOŞULLU – KOŞULSUZ” ilişkisi asla kurulamaz fakat KOŞULSUZ olanı özne yaparsak hem “KOŞULLU – KOŞULSUZ” hem de “KOŞULSUZ – KOŞULLU” ilişkisi mümkün hâle gelir.

O halde Kant’ın cümlesini bir şart cümlesi haline getirerek, Kant’ın kesinlikle saf olmayan aklını saf hâle getirelim:

EĞER KOŞULSUZ OLAN KOŞULLU OLANA GELMEZ İSE KOŞULLU OLAN KENDİ BAŞINA ASLA KOŞULSUZA GİDEMEZ.

O zaman burada yapılması gereken şey Kant gibi laga-luga yapmak değil şu soruyu sormaktır: KOŞULSUZ OLAN KOŞULLU OLANA GELMİŞ MİDİR? (“gelme” kelimesini Zâtî bir “gelme” olarak kullanmıyorum.)

Aslında Kant az biraz SAF düşünseydi KOŞULSUZ olanın koşullu ile ilişki kurmasının aklen “zorunlu” olduğunu anlardı.

Koşulsuzluğun Kur’an’daki Yeri ve Anlamı

Kant, Allah’sız bir mantığın çelişkisizliğini ortaya koymak için çabalamıştır.

İslam, Kur’an’daki koşulsuza yani Yüce Allah’a imandır. Kur’an’daki koşulsuz ise insan aklının bir tasarımı değildir.

Bu yüzden Kur’an’daki Allah’ı anlamaya çalışmak GÖRÜSÜZ BİR KAVRAMLA UĞRAŞMAK DEĞİLDİR. 

Hemen Kant gibi SAF-TİRİK akıllılar şöyle bir itiraz geliştirebilirler:

Madem Allah koşulsuzdur ve isterse koşulluya da gelebilir, o halde neden Kendisi gelmedi de SÖZLER gönderdi?

A saf-tirik, koşulsuz koşulluya Zatı ile gelirse ortada koşullu diye bir şey mi kalır?

Bu koşullu alanı O yaratmıştır. Bu yüzden O’nun koşullu olana sadece Kur’an göndermesi ÇELİŞKİSİZLİKTİR çünkü Zatı ile gelseydi KOŞULLU diye bir şeyi yaratması ANLAMSIZ olurdu.

Kavramlar: , ,

İlgili içerikler