(Allah, Şehit İsmail Heniye’yi cennetiyle mükafatlandırsın.)
Şu ana kadar olan olaylardan çıkan (neredeyse) kesin sonuç, Batı, İsrail eliyle veya tam tersi İsrail, Batı eliyle savaşı büyütmek ve kesin zaferle çıkılacağına inanılan bir savaş sonucuyla dünyaya yeni bir düzen vermek istiyor. Meseleye potansiyel açıdan bakıldığında İsmail Heniye’nin ölümü ile sıradan bir Hamas savaşçısının ölümü arasında çok fark yoktur. Her ikisinin yeri çok çabuk dolar ve savaşa devam edilir. Öyleyse topyekûn bir yok oluş veya topyekûn bir etkisizleştirmeye yol açmadığı halde neden Hamas liderini öldürmek İsrail için önemlidir?
İsmail Heniye’nin ölümü basitçe bir kişinin ölümü değildir çünkü İsmail Heniye bir savaşın içinde yıllarca kalmış, savaşın çok farklı yüzünü görmüş, düşmanın çok çeşitli hallerini deneyimlemiş, verilen savaşın mikro ve makro boyuttaki tüm örüntülerini belki de yüzlerce hatta binlerce kere hesaplamış, kendinden taraf olanların, karşı olanların, çekimser kalanların çok çeşitli olaylar karşısındaki pozisyonlarını, zaman ve şartların değişmesinin bu pozisyonlara olan etkisini görmüş biridir. Buna kısaca “İsmail Heniye büyük resmi görebilen ender bir pozisyondadır.” diyebiliriz ama İsmail Heniye büyük resmi bir kere değil binlerce kere deneyimlemiş, büyük resmin dışarıdan etkilerle nasıl farklı şekiller alabildiğine hemen her gün şahit olmuş biridir. İşte meseleye bu açıdan bakıldığında, evet, İsmail Heniye’nin yerine bir başkası geçecektir ama o kişi büyük resmi İsmail Heniye gibi deneyimlemiş biri olmayacaktır.
Liderlerin öldürülmesi sıradan savaşçılar seviyesinde ümitsizlik, liderler seviyesinde ise korku oluşturacaktır; bu işin dar alandaki değerlendirmesidir fakat liderlerin öldürülmesi savaşın karakteri üzerinde etki yapacaktır. Şu kesin ki Batı daima savaştan beslenen barbar bir yapıdır fakat “savaştan beslenmek” denilen şeyin de iyi anlaşılması gerekmektedir. Batı devam eden savaşlardan değil, savaşın sonuçlarından beslenmektedir.
Lokal birtakım mağlubiyetler olsa bile Batı, en azından son iki yüzyıldır hiçbir savaşı kaybetmemiştir çünkü teknik olarak savaşta mağlup olsa bile sonuç olarak her savaştan sonra insanlara dikte etmek istediği kendi yaşam biçimi yani medeniyeti daha fazla alan kazanmış, daha fazla güç kazanmıştır.
I. ve II. Dünya Savaşı, Batı medeniyetinin, savaşların sonucunda çıkan o devasa pastayı bölüşme kavgasından başka bir şey değildir. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya tamamen değişmiştir, bu da güç üreten pastanın büyümesi anlamına gelmektedir yani II. Dünya Savaşı sofradaki kemiklerin nasıl bölüşüleceği savaşıydı, Batı bu savaşa sofraya yeni kemikler koyarak ara verdi.
Günümüz dünyasının siyasi ve coğrafi (ülke sınırlarını kastediyorum) yapısına bakıldığında bu siyasi dağılım, bu ülke sınırları ile dünya sisteminde devasa bir tıkanıklığın olduğu rahatlıkla görülecektir. İşte bu tıkanıklık tam da bir savaş ile açılacak bir tıkanıklıktır. Burada arzu edilen şey ölmek ve öldürmek değildir. Batı için insanların ölümü matematiksel bir yapıya dönüştürdükleri denklemde sadece bir rakamdır, o kadar. Batı bununla hiç ilgilenmemektedir.
Onlar savaşın sonucunda ortaya çıkması muhtemel durumlarla ilgilenmektedir çünkü biten bir savaş, daha öncesinde meşru ve mümkün olmayan birçok şeyi meşru ve mümkün hâle getirir.
İşte bu yüzden hem İsrail hem de Batı, büyük bir iştahla büyük bir savaşa sebep olacak, savaşa girmemek için direten piyonları girmeye mecbur bırakacak bir siyaset izlemekte ve her geçen gün buna doğru giden çemberi daraltmaktadır.
Batı bir yandan dünyayı devasa bir savaşa sürüklerken diğer yandan çıkarmayı düşündüğü bu savaşta, savaşacağı ülkelerin birleşerek bir güç oluşturmasını engellemek için işte İsmail Heniye’de olduğu gibi Tahran’da suikast düzenlemektedir. Bu suikast, bir savaş çıktığında muhtemelen kendilerine karşı savaşacak ülkeler nezdinde bir karışıklık oluşturacaktır.
Mesela, bu saatten sonra Sünni ülkelerde yaşayan Sünni insanlar Şiilere asla güvenmeyecektir çünkü destansı bir savaş yürüten SÜNNİ bir lider, Şiilerin başkentinde öldürülmüştür.
Nasıl olur da Şiiler kendi merkezlerinde İsrail’e karşı İsmail Heniye’yi koruyamaz!?!
İşte bu soru, artık dünyadaki tüm Müslümanların kafasına virüs etkisi yapacak bir soru olarak girmiştir. “Gerçek nedir, ne değildir?” artık bunun önemi kalmamıştır. İsrail böyle bir suikast ile dünya Müslümanlarının kafasına “TAHRAN (ŞİİLER), NASIL OLUR DA İSMAİL HENİYE’Yİ KORUYAMAZ?” sorusunu sokmuştur.
Bu suikastın amacı bu soruyu Müslümanların kafasına sokmak mıdır, değil midir; bunu da asla bilemeyeceğiz ama artık bu soru vardır ve bu soru büyük bir savaş çıktığında Sünni ile Şii bir araya gelmeye çalışırsa yeniden hatırlanacak bir sorudur.
İsmail Heniye şerefli bir yaşam ve şerefli bir savaş vererek Yüce Allah’ın katına gitti. Artık onun dünyaya dair kaygılarının hepsi geride kaldı ve bundan sonra hiç kimse onu bir daha üzemeyecek. O artık dünyayı da ahireti de gördü ve dünyada yapılan her şeyin hakikat içinde nasıl bir değeri olduğunu anladı; keşke geride kalanlar da anlasa…
Allah’ın razı olup olmadığı ise tombala torbasından çekilen taşlar gibi değildir. Eğer İsmail Heniye insanların şahit olduğu hayatında kendi kendine bir yalan söylememişse (ki söylediğine dair hiçbir işaret yok), eğer münafıklık yapmamışsa (ki münafıklığına dair de hiçbir işaret yok), yaptıklarını Allah’ın rızası dışında başka bir şey için yapmışsa (ki başka bir şey gözettiğine dair de işaret yok) ALLAH KESİNLİKLE ONDAN RAZI OLMUŞ VE RAZI OLDUĞU KULLARININ ARASINA KATMIŞTIR.