Başlıklar
Anlamak ve Açıklamak: Farklı Yaklaşımlar
Birbirini tamamlayan iki kavram zannedilir “anlamak” ve “açıklamak” kavramları oysa öyle değildir. Bu kavramlar iki farklı bilgi kaynağına karşı iki farklı yaklaşımı ifade eden kavramlardır. Bu kavramların her ikisi de sebep-sonuç ilişkisi bağlamında anlam kazanırlar fakat biri “anlamaya” konu olan diğeri ise “açıklamaya” konu olan sebep-sonuç ilişkisini ifade eder.
İnsan türü iki yönü olan bir varlıktır ve baktığı her şeyde bu iki yöne dair şeyler görmek ister. Bu iki yön, kimisi tarafından “maddi-manevi”, başkaları tarafından ise “soyut-somut” şeklinde betimlenmiştir. Hemen belirtelim ki bu iki yön ayrı ayrı, bağımsız çalışmaz yani ne maddi (somut) olandan tamamen soyutlanmış bir maneviyat (soyut) ne de bunun tersi mümkündür. Bu iki yön birbirine rakip de değildir tam tersi tüm olumsuzluklar bu iki yönün uyumsuzlaştırılmasından kaynaklanır. Hangisi azaltılırsa azaltılsın hangisi çoğaltılırsa çoğaltılsın sonuç hiçbir zaman insan lehine olmaz.
Rasyonalizmin Gücü ve Yetersizliği
Aslına bakılırsa tüm felsefeler, dinler, ideolojiler, inançlar insanlık tarihi boyunca bu iki yönün mükemmel uyumunu aramıştır fakat hiçbir ayrım yapmadan tüm insan türünün geçmişte bıraktığı soyut ve somut izlere baktığımızda aradığını bulduğuna dair bir emare gözükmemektedir. Kant eliyle bilginin yönünün değiştirilmesi de buna en güzel örnektir. Daha öncesinde “manevi (soyut)” olan ağır basıyordu, Kant bunu baş aşağı ederek “maddi (somut)” olana ağırlık verdi. Rasyonalizm’in dinler ve inançlarla yaptığı savaşın kökeninde de bu yatmaktadır. Rasyonalizm’in kendi gözündeki din (inanç) algısı şöyledir: Rasyonalizme göre; “madde ötesi” olduğuna inanan tüm inanç sistemleri rasyonel bilgiyi aşağılamış ve yok saymıştır oysa madde ötesine dair bilgi, insan türünü daima Tanrı’ya, resullere, azizlere, velilere mecbur ve bağımlı hâle getirirken ve böylesi bilgileri test etmek mümkün değilken maddeye dair (rasyonel) bilgi insanı alabildiğine özgürleştirmektedir çünkü rasyonel bilgi uzanıp alınacak kadar yakındır, her insanın erişimine açıktır, üzerinde tasallut yoktur ve en önemlisi test etmek mümkündür.
Görünüşte ‘rasyonalizm’ çok akıllıca şeyler söylemektedir çünkü gerçekten de bahsettikleri bilgi öyledir. Felsefi alanda Kant, inanç alanında Luther eskiden beri bilginin üzerinde rakipsiz bir hegemonya kuran “maneviyatı (soyutu)” görkemli tahtından alaşağı ettiler, bu dalga dalga her alana yayıldı ve nihayetinde günümüz dünyasında yaşayan her fert, gizli ya da açık, bilinçli veya bilinçsiz rasyonel düşünceyi zihninde taşır oldu. Hatta zihninde taşımakla kalmadı bu bir meleke olarak insan türünün özelliği haline geldi.
Rasyonelizm’in ağababaları insanlığın önüne daha önceki dönemde dinler ve felsefeler üzerinden anlatılan konuları “açıklamak” iddiası ile çıktılar. “İnsan türünün nasıl ortaya çıktığını ve nasıl çoğaldığını mı anlamak istiyorsunuz? Âdem ve kaburga kemiği masallarını bir kenara bırakın, biz size onu doğadaki fenomenler üzerinden pek güzel açıklarız (evrim). Daha da gerilere gidip evrenin nasıl oluştuğunu mu anlamak istiyorsunuz? ‘Ol!’ deyince olduran Tanrı ve altı gün masallarını bir kenara bırakın, biz size onu evrendeki yasalar üzerinden pek güzel açıklarız (big-bang). İnsan türünün size kadar olan hikayesini mi merak ediyorsunuz? Resul masallarını bir kenara bırakın, biz size arkeolojik kalıntılar ve buluntular üzerinden hikayelerin en güzelini anlatırız (tarih). Yağmurun nasıl yağdığını mı merak ediyorsunuz? Bırakın parmaklarından su akıtan “Tanrı” figürlerini, biz size onu hem de kanıtlarıyla beraber, Tanrı’ya ihtiyaç duymayacak şekilde açıklarız. Kadının hamile kalışını, çocuğun evrelerini, doğumu, büyümesini, vücudun çalışma sistemini, dünyanın evrendeki yerini, güneşin ısıtmasını, gecenin kararmasını kısaca her şeyi Tanrı’ya ihtiyaç duymadan size açıklarız, üstelik yapacağımız her açıklama her insanın testine, deneyine, gözlemine açık şekilde olacaktır.”
Doğrusunu söylemek gerekirse rasyonalistler dediklerini tam da dedikleri şekilde yaptılar. Her şeyi Tanrısız açıkladılar. Bunu yaptıktan sonra özellikle maneviyat savunucularının onların yaptıkları açıklamalarda açıklar bulup o açığı da Tanrı ile kapatmalarına son derece alaycı bir şekilde “Sizin Tanrınız ancak bizim bıraktığımız boşlukta var oluyor.” anlamına gelecek sözler söylediler. Maneviyat savunucularının yaptıklarına bakınca pek de haksız gibi değiller hani.
Rasyonalizmin iddiasına, bu iddia uğruna kurduğu dünyaya, bilgiye verdiği değere ve şekle bakınca göz kamaştırıcı başarısından dolayı gıpta etmemek mümkün değil, muhteşem bir başarı.
Bazen insanda mükemmel gözüken bir şeye karşı içinde bir yerlerde bir eksiklik duygusu oluşur. Mimarisi mükemmel bir binaya bakarsınız, binada nesnel bir eksiklik veya nesnel bir yanlışlık bulamazsınız, her şey inceden inceye düşünülmüş, tüm rasyo (oran)’lar mükemmel bir uyum içinde birbirine eklenmiştir ama yine de o binada anlamadığımız, bilemediğimiz bir kusur, bir eksiklik olduğu hissi doldurur insanın içini. Bazen bunun tam tersi olur; son derece salaş ve döküntü bir bina insanın içine bir mükemmellik duygusu yerleştirir ve o bina insana çok tanıdık gelir. İşte rasyonalizmin bu muhteşem başarısı ve muhteşem kurgusu (en azından bende) böyle bir eksiklik duygusu uyandırmakta. Öte yandan tüm döküntü haline rağmen ‘din’ (yani inanç) bana çok tanıdık gelmekte yani rasyonalizmin muhteşemliği beni ürkütüp korkuturken, içimde ondan kaçma isteği uyandırırken sunumlarının pespayeliğine rağmen ‘din’ beni çekmekte hatta ondan uzaklaşma fikri beni alabildiğine korkutmaktadır.
Tecrübe ile sabittir, bizzat rasyonalistlerin kendisi bile benim hissettiğimi hissettiklerini itiraf etmektedir yani bu bana özel bir his değil. Peki, neden rasyonalizm bunca haklılığına ve muhteşem başarısına rağmen insan türü onu kabullenmekte zorlanıyor hatta kabul edemiyor?
Bu sorunun cevabı o kadar basittir (sadedir) ki bu sefer cevabın bu kadar basit ve kolay oluşu insanı ürkütüyor, insan “Gerçekten bundan dolayı mı?” demekten kendisini alamıyor. Ürkme pahasına da olsa cevap şudur: “Çünkü rasyonel bilgi sadece açıklıyor, anlamlı kılmıyor.”
Rasyonel bilgi üretimi, şeylerdeki ardışıklığı ve oranları pek güzel açıklıyor ama “sebep-sonuç” ilişkisine dair “anlamlı” bir şey söylemiyor ve en başta bilginin yönünü böyle kurduğu için görse, bilse ve istese bile söyleyemiyor, o bu konuda çok mahcup.
Rasyonalistleri bırakıp kendi dünyamıza, olan bitenden işimize yarayacak bir şeylerle dönecek olursak: İnanan insanlar olarak bizler rasyonalistlerin düştüğü hataya tersten düşme tehlikesini görmeliyiz. Onlar “bilgi” denilen şeyi tek bir şeyin altında topladılar: “Açıklamak”.
Eksiklik buradadır çünkü ‘bilgi’ tıpkı insan gibi iki yönü olan bir şeydir. Her bilginin hatta her bir şeyin açıklamaya dönük yönü olduğu kadar anlamaya dönük yanı da vardır. Ne açıklamak anlamaktır ne de anlamak açıklamaktır. Pekâlâ bilginin “anlaşılan ama açıklanamayan” veya “açıklanan ama anlaşılamayan” yanı da vardır. Mesela, “insanın nasıl anladığı”nı açıklamak mümkündür ama anlamak asla mümkün değildir.
Bilginin İki Yönü: Anlama ve Açıklama
Yüce Allah’ın mutlak ve sonsuz bir Zat olarak mevcudiyetini anlamak mümkündür ama açıklamak mümkün değildir.
Bir dişinin hamile kalışını açıklamak mümkündür ama onun anneliğini açıklamak mümkün değildir.
Evet bilgi iki yönlüdür, kimi fenomenlerde başlangıç noktası “açıklamak”tır kimi olgularda “anlamak” yani bazı şeyler önce açıklanır sonra anlaşılır; bazı şeyler ise önce anlaşılır sonra açıklanır. Karışıklık olmasın diye hemen belirtelim, sadece “açıklama”nın veya sadece “anlama”nın konusu olan tek bir bilgi yoktur, her bilgide bu ikisi olacaktır sadece kimisinde “açıklama” kimisinde “anlama” öncelik kazanmaktadır. Mesela, bir dişinin doğurmasında açıklamak ön plandadır; o dişinin anneliğini anlamak bu ön planla başlar. Mesela, varlığı Yüce Allah’ın yaratmasında “anlamak” ön planda, açıklama bunun ardındadır.
Tekrar rasyonalizme dönecek olursak ‘rasyonalizm’ gerçekten büyük başarılar elde etmiştir ama bu “açıklama”nın konusudur. “Anlama”ya gelince o başarı HİÇ ANLAMLI DEĞİLDİR.