brown concrete building under blue sky during daytime

Hurufu Mukatta: Kur’an’ın Yazısı

Hurufu Mukattaa Üzerine Genel Bir Bakış

Bir önceki bölümde TDV İslam Ansiklopedisi’nden olduğu gibi alıntıladığımız “hurufu mukattaa” hakkında ulema tarafından ileri sürülen görüşlere biraz dikkat ettiğimizde, bunların uzlaşması mümkün olmayan çıkarımlar olduğu halde “hurufu mukattaa” ismine kimsenin itiraz etmediği anlaşılmaktadır. Bu durum tüm farklılıklarına rağmen, hepsinin de bazı konularda aynı düşündüğünü göstermektedir. Mesela görüş sunan ulemanın tamamı yirmi dokuz surenin başında “الر – ص – طسم – الم vb” şeklinde gelen işaretlerin “harfler” olduğunda hem fikirdir. Bunun yanında, sıfat terkibi halinde gelen “hurufu mukattaa” ifadesindeki “mukattaa” ibaresine de herhangi bir itiraz getirmedikleri için hemfikir oldukları da gözlemlenmektedir. Oysa “kesilmiş harfler” anlamına gelen bu ifadede bir “kesilmiş” (mukattaa) varsa bir de kesme işini yapan “kesici, kesen” (mukatti’) olması zorunludur. Çünkü ismi mefuller failin yaptığı fiilden etkilenen “nesne” konumundadırlar ve mutlaka kendilerini etkileyecek bir faile ihtiyaç duyarlar. Zaten bir faili olmayan fiil ve aynı zamanda nesnesi olmayan müteaddi bir fiil yoktur.

Hurufu Mukattaa’nın Kökeni ve Etimolojisi

Bir önceki bölümde alıntı yaptığımız TDV Ansiklopedisi’ndeki “Hurufu Mukattaa” başlıklı yazının en başında şu tarif yapılmıştı;

Harf kelimesinin çoğulu olan hurûf ile “kesilmiş, ayrılmış” anlamındaki mukatta kelimesinden meydana gelen bir tamlamadır. Mukattaa, “kesmek, bir şeyi bütününden ayırmak” mânasına gelen kat‘ kökünden türemiş bir sıfat olup söz konusu harfler kelimeyi oluştururken okundukları gibi değil kendi isimleriyle telaffuz edildiklerinden “bağımsız ve ayrı harfler” anlamında “hurûf-ı mukattaa” diye anılmıştır (TDV.İ.A).

Şimdi mademki ortada “hurufu mukattaa” (kesilmiş harfler) vardır o halde şu soruları sormak elzem hale gelmektedir.

  1. Bu işaretlere “harfler” adını veren kimdir?
  2. Bağlı bulunduğu bütünden kesilip koparılarak, bütünle alakası kesilmiş anlamına gelen “mukattaa” kelimesinin kullanılmasındaki maksat nedir?
  3. Bu harflerin bağlı bulunduğu “bütün” nedir?
  4. Bu harfleri kesip, bütünden ayırarak, bütünle alakasını “kesilmiş” hale getiren kimdir?

Hurufu mukattaa hakkında görüş ileri sürenlerin Kur’an’ın 29 suresinin başında geçen işaret öbeklerine “harfler” anlamını uygun görmesinin temel sebebi, görüşlerine temel olarak aldıkları Kur’an metnidir. Hepsi de bu işaretlere “harfler” ismini verirken çok sonraları ve uzun bir süreçte “noktalanmış, harekelenmiş, secavendleri konulmuş ve ayet bölünmeleri yapılmış” Kur’an metnini temel almaktadırlar. Noktalanarak belli ve tek bir sese tahsis edilmiş işaret harftir ama noktasız halde ve birkaç sesi gösteren sembollere harf denmesi mümkün değildir. Mesela, günümüzde kullanılan Arap alfabesindeki ف bu işaret harftir. Çünkü bu işaret sadece “fa” sesi vermektedir ve bu işaret “fa” sesinden başka sese tahsis edilemez. Ama noktasız yazılan alfabedeki şu işaret ف hem “fa” hem de “qaf” sesine tahsis edilmiştir.

Herhangi bir kelime öbeği içinde olmadan tek başına yazıldığında bu işarete (ف) “fa” demenin de “qaf” demenin de imkânı yoktur. Bu şekilde gelen işaretleri sadece bir sese tahsis etmenin tek yolu onu kelime içinde kullanmaktır. Hatta kelime içinde kullanılsa bile bu işaretin (ف) ne olduğu anlaşılmaz. Bu işaretin hangi sese tahsis edildiğini anlamak ancak ve ancak tüm cümlenin anlaşılmasına bağlıdır. Çünkü nokta konulmadığında işaretin geçtiği kelimenin çok farklı şekillerde okunması mümkündür. Mesela فجر şeklinde noktaları olmayan bir kelime yazalım. Tek başına yazılan bu kelimenin فجر–فحر–فخر–فجز–فحز–فخز–قجر–قحر–قخر–قجز–قحز-قخز şekillerinde 12 değişik şekilde noktalanması mümkündür. Tek başına olduğunda şu şekilde فجر yazılan bir kelimenin işaretlerinin ne olduğu ancak ve ancak bağlı bulunduğu cümle ile anlaşılmak zorundadır.

Bu yönüyle noktasız ve harekesiz yazılan metinlerin tamamı, işaretlerden oluşan kelimeyi, kelimelerden oluşan cümleyi biri olmadan diğerinin anlaşılması mümkün olmayan tek bir bütün haline getirmektedir.

Noktasız metnin imkanlarının kısıtlı olduğunu zanneden ve Arapçayı bilmeyenler, noktasız metinlerin her önüne gelenin kendi keyfine göre nokta ve hareke koyabileceği metinler olduğunu zannedebilirler. Aslında durum bunun tam tersidir. Evet siz karşınızda duran noktasız ve harekesiz metne istediğiniz nokta ve harekeyi koyabilirsiniz ama böyle yapmanız durumunda anlamlı bir cümle kurmanız mümkün değildir ve kişi sadece saçmalamış olur. Buna bir örnek verelim.

Başında hurufu mukattaa da bulunan Hicr suresinin ilk ayetleri el yazmalarında şu şekilde geçmektedir.

Resim 1 – Kahire el-Meşhedü’l Hüseyni

بسم االله الرحمن الرحم
الر تلك ايات الكتب و فران مبين

El yazmasındaki ilk ayetin kelimelerinin çok farklı şekillerde noktalanması ve çok farklı anlamlara gelen cümleler elde edilmesi mümkündür. Fakat kendisinden sonraki cümlelerle sıkı bağı olan birden fazla cümle elde edilmesi mümkün değildir. Hatta diyelim ki kendisinden sonraki cümlelerle sıkı bağı olan bir cümle elde ettiniz, fakat ilk cümlenin ve devamında gelen cümlelerin metnin tamamıyla bir tenakuz oluşturmaması gerekmektedir. Yukarıya aldığımız cümlenin kelimeleri şu şekildedir ve onları şu karşısına koyduğumuz şekillerde noktalamak mümkündür.

الر تلك ايات الكتاب و قران مبين

Bu tabloda olduğu gibi noktasız metinde geçen kelimelere bu kadar değişik şekillerde nokta koymak mümkündür. Fakat bir kelimeye nokta koymak demek ondan anlamlı bir kelime ve ondan sonra da anlamlı bir cümle elde edilir anlamına asla gelmemektedir. Arapça bilmeyenler açısından meseleyi Türkçe üzerinden getireceğimiz bir örnekle izah etmeye çalışalım.

“Arpç nktsz yzy okmk imknszdr”

Eminiz ki Türkçe ünsüz harflerle yazdığımız bu yazıyı hiçbir dilbilgisi kuralını bilmeyen başlangıç derecesindeki bir okur yazar bile doğru şekilde “Arapça, noktasız yazıyı okumak imkansızdır” şeklinde okumuştur. Fakat acaba “Arpç nktsz yzy okmk imknszdr” bu şekilde ünsüz harflerle yazdığımız yazıya kaç farklı şekillerde ünlü harf verilebilir? Diye bir soru sorduğumuzda ortaya çıkan alternatiflerin yukarıdaki noktasız Arapça yazıdan kat be kat daha fazla olduğu görülecektir.

Ünsüz harflerle yazdığımız bu cümleyi, tıpkı yukarıda yaptığımız gibi aralara ünlü harfler koyarak kaç farklı şekilde okuyabileceğimizi görelim.

Arapça noktasız yazı okumak

İşte nasıl ki Türkçede ünlü harfleri olmayan bir cümleden yüzlerce farklı kombinasyon elde ediliyor ama bunların içinden sadece bir tanesi kelimelerin birbiriyle doğru isnadı kurulmuş cümle oluyorsa noktasız yazı da tıpkı bunun gibidir. Kaldı ki Türkçenin gramer yapısı, ses değişimleri, hece bilgisi ve kelime bilgisi bilinmediğinde nasıl ki ünsüz harflerin arasına ünlü harflerden kombinasyon oluşturup Türkçe ses uyumuna uygun ses öbekleri elde etmek o kelimeleri anlamlı bir kelime haline getirmiyorsa tüm fiilleri, isimleri, mastarları çok köşeli kalıplar halinde gelen Arapçada bu daha da belirgin olacaktır. Şimdi yukarıya yazdığımız hepi topu beş kelimelik ünsüz Türkçe cümleyi (“Arpç nktsz yzy okmk imknszdr”), yüzlerce farklı okuma biçimi varken doğru bir şekilde “Arapça noktasız yazıyı okumak imkansızdır” şeklinde okuyorsak, Kur’an’daki dilin yapısının bilinmesi durumunda noktasız yazı da rahatlıkla okunacaktır.

Şu halde; noktasız olan yazı için “her gelenin kafasına göre noktalayacağı bir yazı” şeklinde iddiada bulunmak veya böyle tanımlamak boş ve bir o kadar da haksız bir iddiadır. Sarf’ı (mofolojisi) ve nahvi (sentaksı) Kur’an’daki dil kadar köşeli olan ikinci bir dil yoktur. Türkçenin gramer yapısı ile Arapçanın gramer yapısı arasındaki fark yerle gök farkı gibidir. Böyle olmasına rağmen, ortalama bir Türkçe bilen, binlerce alternatif dizilimi olmasına rağmen az önce ünsüz harflerle yazdığımız yazıyı doğru bir şekilde okuyorsa, bu durum Arapçada Türkçedekinden binlerce kere daha kolaydır.

Kim ne itirazı getirirse getirsin, Kur’an’ın aslı “noktasız, harekesiz, secavendsiz ve ayet bölünmeleri ol-ma-yan” nüshalardır. Kur’an denilince akla gelmesi gereken metin odur. Kur’an’ın işaretleri, kelimeleri, cümleleri hakkında araştırma yapacak olan kişilerin kesinlikle ve kesinlikle noktasız ve harekesiz metinleri temel alması gerekmektedir.

Noktalı hale getirilen elimizdeki Asım kıraatinde “lamelif” dahil 29 “harf” vardır. Onlarda herkesin bildiği gibi şunlardır:

ا – ب – ت – ث – ج – خ – د – ذ – ر – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ع – غ – ف – ق – ك – ل – م – ن – و – ه – لا – ي

Noktasız olarak yazılan ilk nüshalarda ise “lamelif” dahil 18 işaret vardır. Dikkat edilirse yukarıdakine “harf” şimdi yazacaklarımıza ise “işaret” dedik. Bunun sebebi; yukarıdaki harflerden birden fazla ses elde etmek mümkün değildir. Ama şimdi yazacağımız ilk el yazmasında kullanılan işaretlerin bazısından birden fazla ses elde etmek mümkündür. Onlar da şunlardır:

ا – ب – ج – د – ر – س – ص – ك – ع – ف – ك – ل – م – ن – و – ه – ي – لا

El yazmalarında geçen bu 18 işaret sadece sonda yazıldıklarında bu sayıdadır. İşaretlerin başta ve ortada yazılışlarını baz aldığımızda bu sayı daha da azalmaktadır. Mesela, günümüz Arapça alfabesinde geçen şu harfler ب – ت – ث – ن – ي sonda yazıldıklarında üç değişik şekille ( ب – ن – ي ) ama başta ve ortada yazıldıklarında ise sadece bir tek şekilde ( ب ) yazılmışlardır.

Bu noktada el yazmalarında kullanılan noktasız sembollere “işaret” veya Kur’an’ın tanımıyla “ayet” ama günümüzdeki Arapça yazıda kullanılan ve her biri sadece bir tek sese tahsis edilmiş sembollere ise “harf” denilmesi gerekmektedir. Ulema, Kur’an’ın 29 suresinin başında geçen işaret öbeklerine “huruf” derken, noktasız olan ilk el yazmalarını değil de sonradan ortaya çıkarılan kıraatleri temel almıştır. Böyleyken, o işaretlere “harf” denmesinin Kur’an’dan bir temeli olmadığı gibi ilmi bir değeri de yoktur.

Terkipteki “mukattaa” kelimesine gelince; hiçbir ayet bölünmesi olmayan ilk el yazmaları değil de sonradan oluşturulan kıraatlerdeki metin temel alınınca, o işaretleri ana metinden (bütünden) kesip koparan kişiler (mukatti’) bizzat kıraat imamlarının kendisi olmaktadır. Mesela, Bakara suresinin başında geçen cümleler kıraat imamları tarafından şu şekilde bölünmüştür.

١﴾ الٓمٓ
٢﴾ ذَٰلِكَ ٱلۡكِتَٰبُ لَا رَيۡبَۛ فِيهِۛ هُدٗى لِّلۡمُتَّقِينَ
٣﴾ ٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِٱلۡغَيۡبِ وَيُقِيمُونَ ٱلصَّلَوةَ وَمِمَّا رَزَقۡنَٰهُمۡ يُنفِقُونَ
٤﴾ وَٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيۡكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبۡلِكَ وَبِٱلۡأٓخِرَةِ هُمۡ يُوقِنُونَ
٥﴾ أُوْلَٰٓئِكَ عَلَىٰ هُدٗى مِّن رَّبِّهِمۡۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ

Bu bölünmeye göre en başta gelen ve ulemaya göre hiçbir anlamı olmayan الم bu ifade bir ayet sayılmaktadır. Ulemanın ayet kelimesine getirdiği tanımı bir kez daha hatırlayalım;

A. Lügat Anlamı
“Âyet” kelimesinin sözlükteki asıl anlamı, “herhangi bir şeyin varlığını gösteren alâmet”tir. Buna bağlı olarak açık alâmet, belirti, iz, eser, işaret, ibret, nişane, mûcize, burhan, delil, yüksek bina gibi anlamlarda kullanılmıştır.Kelimenin çoğulu “ây” veya “âyât” tır.Kelimenin ‘cemaat’ anlamının dışındaki diğer anlamları Kur’an’da da aynı şekilde korunmuştur. “Âyet”, Kur’an’da delil, burhan; mucize, işaret; alâmet, nişan; hayret verici bir iş, şaşılacak şey; ibret; yüksek bina; kıyamet alâmeti; Kur’an’ın tamamı veya belli bölümleri gibi anlamlarda kullanılmıştır. Söz konusu kelime tekil ve çoğul şeklinde Kur’an’da 382 defa geçmektedir.

B. Terim Anlamı
Tefsir ıstılahında “âyet” bir terim olarak şöyle tanımlanmaktadır: “Kur’an’ın harf- lerinden bir fasıla ile ayrılmış olan bölümlerinden her birine verilen isimdir”; “Kur’an’ dan bir sûrede bulunup matla’ı/başlangıcı ve makta’ı/sonu olan belli bölümlerden her biri için kullanılan bir terimdir”; “Kur’an metninin bağımsız ve en küçük birimidir”; Kur’an’ın herhangi bir sûresi içinde, başı ve sonu belli bir veya bir kaç cümleden oluşan ilahi bir kelamdır. “Âyet”in en fazla bilinen, kulanımı en yaygın olan anlamı, bu tanımlarda ifade edilen anlamıdır. Bu gün “âyet” deyince daha çok

“Kur’an’ın âyetleri” akla gelmektedir. Bazen bir âyetten daha az veya daha çok olan Kur’an parçasına da mecaz sûretiyle sûretiyle âyet denildiği vâkidir11.

Ayet kelimesi tefsir ıstılahında; başı sonu belli, kendi başına anlamı tamam olan bağımsız cümle olarak tanımlanmaktadır. O halde cümle olmayan, herhangi bir anlamı bulunmayan, okunurken “elif, lam, mim” şeklinde anlamı olmayacak şekilde okunan, kendisinden sonraki الم cümle ile de bağı bulunmayan hatta müfessirlere göre ne işe yaradığı da tam bilinmeyen nasıl bir ayet olmaktadır? Bu işaretleri kendisinden sonraki cümleden kesip kopararak “mukattaa” (koparılmış, kesilmiş) hale getirmenin kuralı nedir?

Ulemanın Kur’an’ın asıl olan noktasız metnini değil de kıraat imamları tarafından “noktalanan, harekelenen ve ayet bölünmeleri yapılan” metni temel aldıktan sonra 29 surenin başında geçen işaretlere “hurufu mukattaa” ismini verip, ardından “bunlar ne işe yarıyor” şeklinde sorular sormaları, kendi gözlerini kendi kör eden insanların durumuna benzemektedir!.. Oysaki bu ulema olarak sınıflandırılanların tümü Kur’an’ın ilk halinin noktasız ve harekesiz olduğunu gayet iyi bilmektedir.

Buna rağmen hurufu mukattaa hakkında söz söyleyen ulemanın tamamı, söz konusu işaretler ile ilgili olarak, Kur’an’ın hem de apaçık bir şekilde açıklama yaptığını aklının ucundan bile geçirmemiştir. Oysaki bu açıklamaları anlamak için Kur’an’ın noktasız ve harekesiz haline bile gerek yoktur. Halbuki bulamadıkları açıklamalar, kıraatlerin tamamında geçmektedir. Fakat bunu görebilmeleri için her şeyden önce Kur’an’ın bilinen yazı türlerinin tamamının dışında “başı, ortası, sonu” olmayan bir metin olduğunu bilmek ve anlamak gerekmektedir. Kur’an’ın başı, ortası ve sonu olmayan bir kitap olduğu konusuna tekrar dönülecektir. Şimdi ulemanın “hurufu mukattaa” dediği ama bizzat Kur’an’ın kendisinin bu işaretleri “ayet” olarak tanımladığı yerlere göz atalım.

Elimizdeki Asım b. Behdele kıraatinde Lokman suresinin ilk üç ayeti şu şekilde bölünmüştür:

Lokman 31/1
الٓمٓ
ELİF! LAM! MİM!

Lokman 31/2
تِلۡكَ آیَاتُ ٱلۡكِتَٰبِ ٱلۡحَكِيمِ
İşte bu âyetler, hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir

Lokman 31/3
هُدٗى وَرَحۡمَةٗ لِّلۡمُحۡسِنِينَ
Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir) (TDV meali)

Bu ayet bölünmesine göre ilk ayeti teşkil eden hurufu mukattaa kendi başına bir ayettir ve kendisinden sonraki cümle ile hiçbir bağı yoktur. Bu yüzden o ayeti es geçerek ikinci ayetin gramatik yapısına bakalım. Bu ayetin cümle yapısı “irabı müyesserada” şu şekilde yapılmıştır.

﴾تلك آیات الكتاب الحكیم﴿
.تلك: مبتدأ، وآیات: خبر، والكتاب: مضاف إلیه، والحكیم: صفة للكتاب

Arapça olan bu ibareyi Türkçeye çevirelim.

تلك آیات الكتاب الحكیم

Hepi topu dört kelimesi olan bu cümlenin ana ögeleri en başta gelen işaret ismi () ve hemen işaret isminden sonra gelen “ayetu” (آیات) kelimesidir. “El-Kitap” kelimesi kendisinden önceki kelime ile isim tamlaması oluşturan “muzafun ileyh” ve en sonda gelen “el-hakim” kelimesi ise “kitap kelimesinin sıfatıdır.

Yukarıda verdiğimiz TDV mealinde ayete şu mana verilmişti.

Lokman 31/2
تِلۡكَ آیَاتُ ٱلۡكِتَٰبِ ٱلۡحَكِيمِ
İşte bu âyetler, hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir

Hemen belirtelim ki ayette “işte bu ayetler” şeklinde anlam verilebilecek ikinci bir “ayetler” kelimesi yoktur. Ayette geçen işaret ismi eğer akıllı varlıkları gösterirse “şu” akılsız bir varlığı gösteriyorsa “şunlar” şeklinde anlamlandırılabilir. Buna göre cümle “şunlar, hâkim kitabın ayetleridir” şeklinde olmak zorundadır. Nitekim meallerin büyük çoğunluğunda cümleye bu mana verilmiştir.

Ahmet Varol Meali
Bunlar hikmetli Kitab’ın ayetleridir.

Ali Bulaç Meali
Bunlar hikmetli Kitabın ayetleridir;

Ali Fikri Yavuz Meali
Bu sûre, hikmetle dolu Kur’an’ın âyetleridir.

Bahaeddin Sağlam Meali
Bunlar, her şeyi yerli yerinde olan Kitabın ayetleridir.

Bayraktar Bayraklı Meali
Bunlar, hikmet dolu kitabın âyetleridir.

Besim Atalay Meali
İşte bunlar hikmeti olan kitabın âyetleridir

Cemal Külünkoğlu Meali
2-3. Bunlar, güzel davrananlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş hikmet dolu Kitab’ın ayetleridir .

Diyanet İşleri Meali (Eski)
2,3. Bunlar, iyi davranan kimseler için rahmet ve doğru yol rehberi olan hikmetli Kitap’ın ayetleridir .

Diyanet İşleri Meali (Yeni)
2,3. Bunlar, hikmet dolu Kitab’ın; iyilik yapanlara bir hidayet ve rahmet olarak indirilmiş âyetleridir .

Diyanet Vakfı Meali
İşte bu âyetler, hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir.

Edip Yüksel Meali
Bun (harf) lar bu bilge kitabın mucizeleridir.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Bunlar, o hikmetli kitabın âyetleridir.

Elmalılı Meali (Orijinal)
Bunlar sana o hikmetli kitabın âyetleri

Erhan Aktaş Meali
İşte bunlar1, hâkim olan Kitap’ın ayetleridir.

Hasan Basri Çantay Meali
İşte bunlar, o hikmet dolu kitabın âyetleridir.

Hayrat Neşriyat Meali
Bunlar, hikmetli Kitâb’ın (Kur’ân’ın) âyetleridir.

İlyas Yorulmaz Meali
Bunlar, hükümler içeren kitabın ayetleridir

İsmail Hakkı İzmirli
Bu, hikmeti hâvi olan Kitabın âyetleridir .

Kadri Çelik Meali
Bunlar hikmetli kitabın ayetleridir.

Mahmut Kısa Meali
Bunlar, hikmet ve güzel öğütlerle dolu Kitabın ayetleridir.

Mahmut Özdemir Meali
Bunlar, Hakîm Kitab’ın âyetleridir.

Mehmet Okuyan Meali
İşte şu(nlar), doğru hükümler içeren Kitabın ayetleridir.

Mehmet Türk Meali
2,3. İşte bu (âyetler,) Allah’ın istediği gibi iyi olanlara1 hak yolu gösteren ve bir rahmet olan,2 tartışmasız tek doğru (hikmetli) kitabın, âyetleridir.

Muhammed Esed Meali
BUNLAR, ilahî fermanın hikmet 2 dolu mesajlarıdır,

Mustafa İslamoğlu Meali
İŞTE BUNLAR, her hükmünde tam isabet kaydeden ilâhî kelâmın âyetleridir;

Ömer Nasuhi Bilmen Meali
İşte bunlar, hakîm olan kitabın âyetleridir.

Suat Yıldırım Meali
Şunlar hikmet dolu kitabın âyetleridir.

9Süleyman Ateş Meali
Şunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.

Süleymaniye Vakfı Meali
Bunlar, hikmetli Kitabın ayetleridir.

Bu meallerin hepsinde cümlenin öznesi “şunlar” kelimesidir.
Dünyadaki dillerin tamamında işaret isimleri kullanılmaktadır ve işaret isimleri bir adı değil, bir varlığı işaret eden kelimelerdir. Türkçedeki işaret isimleri de (o, bu, şu, onlar, bunlar, şunlar) herhangi bir varlığın ismi değil, bir varlığı gösteren kelimelerdir. Arapçada kullanılan işaret isimleri de böyledir. Hatta Arapçada her işaret isminin altında “sana/siz ikinize/ sizlere işaret ediyorum” şeklinde bir fiilin gizli olduğu kabul edilir. O halde ayette “şunlar” denilerek işaret edilen şey/ler nedir?

Herhangi bir meali tekrar edelim:

Mehmet Okuyan Meali
İşte şu(nlar), doğru hükümler içeren Kitabın ayetleridir.

Şimdi bu mealde işaret edilen bir şeyler vardır ve onların da kitabın ayetleri olduğu söylenmektedir. Eğer bu işaret isminden kastedilen şey, bu ayetten sonra gelen ayetler ise, o halde bu ayet Kur’an’ın bir ayeti değil, Kur’an’ın ayetlerini işaret eden dışarıdan birinin sözü olmak zorundadır. Kaldı ki müfessirlerin tamamı Kur’an’ın yazılı bir kitap değil de sözlü bir hitap olduğunu söylemektedirler. O halde konuşan kişi “şunlar” denilerek neyi işaret etmiştir? Konuşan birinin işaret ismini kullanması demek, (yani sözle “şunlar” demesi) ya aynı zamanda parmağıyla (şunlar dediğini) işaret etmesini ya da bir şeyi eline alıp göstermesini zorunlu kılar.

Mesela şöyle bir cümle kuralım: “Şunlar, bu evin eşyalarıdır”

Bu cümleyi yazıdan okuyan bizler, şunlar denilerek işaret edilen şeylerin ne olduğunu görmeden, evin eşyaları denilirken nelerin kastedildiğini bilmemiz mümkün değildir. Hatta aynı cümleyi söz olarak ama işaret edilen şeylerin ne olduğunu görmeyerek duyduğumuzda bile nelerin işaret edildiğini bilmemiz mümkün değildir. Bir an daha önceki bölümlerde “ayet” kelimesine getirilen “cümle” tarifini temel alarak ayete yeniden mana verelim.

“Şunlar, bu kitabın cümleleridir”

Bu şekildeki çeviride işaret edilen şeyin cümleler olduğu ve bu kitaba ait olduğu anlaşılmaktadır ama bu sefer de “şunlar, bu kitabın cümleleridir” cümlesinin kendisi bu kitabın cümlesi olmaz. Yani ne yaparsanız yapın “şunlar” denilerek işaret edilenleri bilmeden bu cümleye mana vermek imkansızdır. Bu imkansızlığı gören TDV meali ayete, ayette olmayan ikinci bir “ayetler” kelimesi ekleyerek çözdüğünü zannetmektedir. Ancak bu sefer de “şu ayetler, hâkim kitabın ayetleridir” cümlesinin kendisinin kitabın bir cümlesi olması imkansızdır. Tam burada meselenin eksiksiz anlaşılması için okuyucunun empati yapmasına ihtiyaç vardır. Okuyucunun empati yapmasını kolaylaştırmak için şöyle hayali bir sahne canlandıralım.

Biraz önce Cebrail’den ayetleri sözlü olarak alan Muhammed, hiç vakit kaybetmeden vahiy katiplerine aldığı ayetleri yazdırmaktadır. Emrindeki kâtibe “yaz” dedikten sonra yazılacak şeyleri söylemeye başlamıştır.

“Elif, lam, mim.”
“Şunlar, hâkim kitabın ayetleridir”

Şimdi burada “şunlar bu kitabın ayetleridir” sözü Muhammed’e mi aittir? Yoksa Cebrail’e mi aittir? Diyelim ki “şunlar, bu kitabın ayetleridir” diyerek işaret eden Cebrail’dir. Peki Cebrail’in bu sözü “Kur’an’ın” bir parçası mıdır? yoksa Kur’an’ın dışından ama Kur’an’ın yani kitabın ayetlerini işaret eden kendisine ait bir cümle midir? Eğer müfessirlerin iddia ettiği gibi Kur’an sözlü bir hitap ise “şunlar, bu kitabın ayetleridir” cümlesi kesinlikle Kur’an’ın bir ayeti değil, Cebrail’in Kur’an’ın cümlelerini işaret eden kendisine ait bir söz olmak zorundadır. Çünkü kitabın bir hitap olduğunun söylenmesi durumunda “şunlar” sözü, konuşanın bir şeyi işaret ederek göstermesini zorunlu hale getirmektedir.

Fakat yazım dili, bundan çok farklıdır. Yazım dilinde işaret ismi kullanılması durumunda işaret edilen şeyin bizzat kendisinin resminin ya da sembolünün yazıda belirtilmesi gerekmektedir. Mesela şöyle bir cümleler kuralım.

Şunlar ф-р-л-ш-д, kiril alfabesinin işaretleridir.
Şunlar
ث – س – ش – ط – ن, Arap alfabesinin işaretleridir.
Şunlar
ސ – ކ – ގ – ދ – ޗ, Maldiv alfabesinin işaretleridir.
Şunlar
土- 中- 日-這,geleneksel Changjie alfabesinin işaretleridir.

İşte bu cümlelerin sözlü olarak söylenmesi durumunda kesinlikle kastedilen şeylerin karşıdaki dinleyiciye işaret edilerek gösterilmesi gerekmektedir. Yine aynı cümleyi yazılı olarak ve Lokman suresinin ilk ayetlerini hiç bölmeden kurduğumuzda karşımıza şöyle bir cümle çıkmaktadır.

Lokman 31/2
تِلۡكَ آیَاتُ ٱلۡكِتَٰبِ ٱلۡحَكِيمِ
Şunlar ٓالٓمٓ, bu yazının işaretleridir.

Burada sorun mealin Türkçe, işaret edilen şeylerin ise Arapça olmasındadır. Eğer biz bu cümleyi konuştuğumuz Türkçe için kuracak olsaydık, şöyle bir cümle olacaktı.

Şunlar a – b – c – d – e – f – g – ğ – h – ı – ı – i – j – k – l – m – n – o – ö – p – r – s – ş – t – u – ü – v – y – z, bu yazıda kullanılan işaretlerdir.

Bu cümleden anlaşılan şey, şu an yazdığımız bu yazı, yukarıda kurduğumuz cümlede resmi gösterilen işaretler kullanılarak yazılmış anlamıdır. Eğer biz bu cümleyi şu şekilde kursaydık durum çok farklı olurdu.

Şunlar ކ އ ފ ސ ވ ޗ, bu yazıda kullanılan işaretlerdir.

Bu cümle asla hakikati ifade eden bir cümle olmazdı. Çünkü baştan sona kadar yazıda bu işaretlerin kullanılarak cümleler kurulduğuna, yazı oluşturulduğuna dair hiçbir delil yoktur. Yazım dilinde kullanılan işaret isimleri, kesinlikle yazıda olan bir şeyi göstermek zorundadır. Bu bağlamda Kur’an’da kullanılan işaret isimlerinin bazılarına bakalım.

3:81

Hani Allah, peygamberlerden: «Ben size Kitap ve hikmet verdikten sonra nezdinizdekileri tasdik eden bir peygamber geldiğinde ona mutlaka inanıp yardım edeceksiniz» diye söz almış, «Kabul ettiniz ve bu ahdimi yüklendiniz mi?» dediğinde, «Kabul ettik» cevabını vermişler, bunun üzerine Allah: O halde şahit olun; ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim, buyurmuştu.

3:82

Artık bundan sonra her kim dönerse işte onlar yoldan çıkmışların ta kendileridir. (TDV meali)

Yukarıdaki Al-i İmran suresinin 83. ayetinde bir işaret ismi kullanılmıştır. İşaret isminin geçtiği terkip (بَعۡدَ ذَٰلِكَ) “bunun ardından” veya “bundan sonra” anlamına gelmektedir. Bu işaret isminin kastettiği “bundan sonra” terkibindeki “bu” hemen kendisinden önceki ayette söylenenlerden sonra anlamına gelmektedir. Yani bu işaret ismi kendisinden bir önceki ayeti işaret etmektedir.

2:51

Musa’ya kırk gece (vahyetmek üzere) söz vermiştik. Sonra haksızlık ederek buzağıyı (tanrı) edindiniz.

2:52

O davranışlarınızdan sonra (akıllanıp) şükredersiniz diye sizi affettik (TDV meali)

Bu iki ayette de durum biraz önce aktardığımız Al-i İmran 81-82. ayetlerinde olduğu gibidir. İşaret ismi kendisinden bir önceki ayette anlatılan şeyleri işaret etmektedir. Örnekleri ne kadar çoğaltırsak çoğaltalım durum değişmeyecektir. Yazım dilinde işaret isimleri ile gösterilen şeyin bizzat yazının içinde olması gerekmektedir. Tıpkı bu örneklerde olduğu gibi biraz önce ele aldığımız Lokman suresinin ilk ayetleri de böyledir.

31:1

Şunlar ٓالٓمٓ, bu yazının işaretleridir.

İşaret isimleri; işaret ettikleri şeyler marife olurlarsa, onunla birlikte cümlenin müptedası (öznesi) olurlar. Bu durumda işaret isminin, işaret ettiği isimden önce veya sonra yazılması aynıdır. Çünkü işaret isimleri, işaret ettikleri isimle bir “bedel” veya “atfı beyan” terkibi oluştururlar.

Bu kitap…تلك الكتاب
Bu kitap…الكتاب تلك
Bu durumda Lokman suresinin ilk ayetinin şu iki şekilde olması arasında hiçbir fark yoktur. الم تلك
تلك الم

İşte bu terkip, birlikte olunca içinde bulundukları cümlenin “müptedası” olmaktadırlar. Surenin başında gelen bu işaretler olmadan kurulan cümlenin tam olması da mümkün değildir. Yani ulemanın “anlamı olmayan işaret” olarak görerek “hurufu mukattaa” adını verdikleri o işaretler olmadan Lokman suresinin ilk cümlesi kesinlikle eksik kalan bir cümle haline gelmektedir. Yine aynı şekilde elimizdeki Mushaflarda 3 numaralı ayet olarak belirtilen cümle de kendinden önceki cümlenin kopmaz bir parçasıdır. Hatırlamak için bir daha yazalım

Lokman 31/1
الٓمٓ
ELİF! LAM! MİM!

Lokman 31/2
تِلۡكَ آیَاتُ ٱلۡكِتَٰبِ ٱلۡحَكِيمِ
İşte bu âyetler, hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir

Lokman 31/3
هُدٗى وَرَحۡمَةٗ لِّلۡمُحۡسِنِينَ
Güzel davrananlar için bir hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere (indirilmiştir) (TDV meali)

Birazcık Arapça bilenler, üç parçaya bölünen bu ayetlerin aslında koparılması mümkün olmayan tek bir cümle olduğunu kolayca fark edebilirler. Çünkü üçüncü ayette “müpteda” (özne) olacak tek bir kelime yoktur ve ilk iki kelime “hal” olarak mansup, son kelime ise mefulü li eclih olarak mecrurdur.

Nasıl olurda cümleler bu şekilde bölünür, anlayabilmiş değiliz. Oysa aynı cümleler tek bir cümle haline getirildiğinde şöyle bir cümle çıkmaktadır.

Lokman 31/1
الٓمٓ تِلۡكَ آیَاتُ ٱلۡكِتَٰبِ ٱلۡحَكِيمِ هُدٗى وَرَحۡمَةٗ لِّلۡمُحۡسِنِينَ
Şunlar الم, korunak edinmek isteyenler için rahmet ve kılavuz olan bu yazının işaretleridir (R.D)

Hep birlikte olunca böylesine düzenli ve açık bir anlam veren cümleyi, üç parçaya böldükten sonra, tek başına bırakılan işaretlere “hurufu mukattaa” (kesilmiş harfler) demenin ve bu işaretleri, önündeki cümlenin bir parçası olarak görmemenin izah edilebilir bir tarafı yoktur.

İlk bölümde Kur’an’ın her yönüyle nev-i şahsına münhasır bir kitap olduğunu, insan türünün bildiği hiçbir yazılı metne benzemediğini belirtmiştik. İşte böylesine benzersiz olan bir kitabın, kendi alfabesini tanıtması kadar doğal bir şey yoktur. Ulemanın “hurufu mukattaa” diyerek anlamsızlığa mahkûm ettiği o işaretler Kur’an’ın yazısında kullanılan işaretlerin ta kendisidir ve bu işaretler 29 surenin başında tanıtılmıştır. El yazmalarındaki yazıyı baştan sona taradığımızda yazıda kullanılan işaretlerin tanıtılandan ne fazla ne de eksik olmadığı gayet kolay bir şekilde görülecektir. Şu aşağıdaki ayetlerde o işaretlerin, bu yazının ayetleri olduğu açıkça belirtilmektedir.

Yunus 10/1
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْحَك۪يمِ
Şunlar الر, Hâkim olan bu yazının ayetleridir.

Yusuf 12/1
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ۠
Şunlar الر, Mübin olan bu yazının ayetleridir.

Rad 13/1
الٓمٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Şunlar المر, rabbinden sana hak olarak indirilen bu yazının ayetleridir lakin insanların çoğu inanmıyor / inanmayacak / inanmaz.

Hicr 15/1
الٓرٰ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْاٰنٍ مُب۪ينٍ
Şunlar الر, Mubin bir öğreti halindeki bu yazının ayetleridir.

Şuara 26/1-2
طٰسٓمٓۜ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
Şunlar طسم , mubin bir yazı halindeki bu öğretinin (Kur’an’ın) ayetleridir.

Neml 27/1-2
طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ ﴿١﴾ هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ
Şunlar طس , müminler için müjde ve kılavuz olan bu mubin yazının ayetleridir.

Kasas 28/1
طٰسٓمٓۜ ﴿١﴾ تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ الْمُب۪ينِ
Şunlar طسم , mubin olan bu yazının ayetleridir.

Tam yedi surenin başında bu şekilde gelen ulemanın bütünden kesip kopardığı o işaretler, elimizde tuttuğumuz kitabın yani yazının işaretleri olarak tanıtılmaktadır. Aslında sırf bu kadar tanıtım bile, yirmi dokuz surenin başında gelen işaretlerin, nevi şahsına münhasır olan bu yazıda kullanılan işaretlerin tanıtımı olduğunu anlamaya yeterlidir. Fakat tanıtım bu kadarla kalmamış daha fazla içerik verilmiştir. Mesela şu ayetlerde o işaretler farklı bir şekilde işaret ismi olmadan ve müpteda-haber olacak bir cümle içinde tanıtılmıştır.

İbrahim 14/1
الٓرٰ۠ كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ لِتُخْرِجَ النَّاسَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِ رَبِّهِمْ اِلٰى صِرَاطِ الْعَز۪يزِ الْحَم۪يدِۙ
(Şunlar) الر, Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan, Aziz ve Hamid olanın yolu olan o aydınlığa çıkarman için onu sana indirdiğimiz bir yazıdır.

Hud 11/1
الٓرٰ۠ كِتَابٌ اُحْكِمَتْ اٰيَاتُهُ ثُمَّ فُصِّلَتْ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ خَب۪يرٍۙ
(Şunlar) الر, ayetleri Hakim, Habir tarafından önce açık hale getirilmiş, sonra da açıklanmış bir yazıdır.

Ayetlere verdiğimiz bu meallerde de görüldüğü gibi, cümleler o işaretler cümlenin bir parçası olunca anlam kazanmaktadır. Onlarsız kurulacak cümleler kesinlikle eksik cümleler olacaktır. İşte bu şekilde Kur’an kendisinde kullanılan işaretleri tanıtmaktadır.
Tam burada haklı olarak şöyle bir itiraz söz konusu edilebilir.

“Madem Kur’an bu şekilde yazısında kullanılan işaretleri tanıtmaktadır, o halde bu işaretlerin geldiği 29 surenin tamamında, yukarıdaki “Yusuf, Hicr, Şuara vs” surelerinde olduğu gibi “şunlar …, bu yazının işaretleridir” şeklinde gelmesi gerekmez miydi?” Oysa birçok yerde mesela; Meryem suresinde كھیعص şeklinde gelmiş ve bunların devamında “şunlar كھیعص, bu yazının işaretleridir” şeklinde bir cümle gelmemiştir. Yine bunun gibi “Kalem, Kaf, Araf, Al-i İmran, Bakara, Ta-ha, Yasin, Sad, Ha-mim surelerinde de bu işaretlerin devamında tanıtıcı herhangi bir cümle gelmemiştir. O halde nasıl olurda 29 surenin başında gelen bu işaretleri yazıda kullanılan işaretlerin tanıtımı olarak kabul edebiliriz?”

Bu itiraz ilk bakışta haklı bir itiraz gibi gözükse de yanlış bir itirazdır. Çünkü başı, ortası ve sonu olmayan bir kitapta, 9 surenin başında bu işaretlerin, yazıda kullanılan işaretler olduğu belirtilmiştir. Bu kadar tanıtım “ahdi zikri” olarak bahse konu olan işaretlerin bilinmesi için yeterli hatta gereğinden fazladır. Yapılan itirazı haklı bir itiraz olarak görürsek, bırakın o işaretlerin bu yazının işaretleri olduğunu anlamayı, o işaretlerden hemen sonra ve üstelik marife olarak gelen “el-Kitap ve el-Kur’an” kelimeleri ile bu kitabın kastedildiğini anlamak bile imkânsız hale gelecektir.

Arap gramerindeki “ahdi zikri” teriminin ne olduğunu bilmeyenler için meseleyi basitçe izah etmeye çalışalım.

Arap gramerinde muhatabın bilmediği bir şey hakkında konuşulduğunda, o şey için başına kelimeleri marife (tanınan, bilinen) haline getiren ال (el) takısı kullanılmaz. Tam tersi ilk bahsetmede kelime nekira olarak kullanılır. Fakat devam eden konuşmada eğer aynı şeyden bahsediliyorsa, ilk önce nekira olarak kullanılan kelime, ondan sonraki kullanımların tamamında başında ال (el) takısı ile kullanılmak zorundadır. Hatta eğer marife kullanılmaz ise bahse konu olan şeyin aynı şey olduğu asla anlaşılmaz. Mesela şöyle bir örnek verelim.

جَاءَ رَجُلٌ وَ قَامَ رَجُلٌ

Birbirine atıf harfi ile atfedilen bu cümlede kullanılan iki tane “racul” kelimesi vardır. Her ikisi de nekira geldiği için bu cümlenin anlamı “bir adam geldi ve başka bir adam da kalktı” şeklindedir. İki defa nekira kullanılan bu isim iki farklı kişiden bahsediyor demektir. Eğer bir tek adamın peş peşe yaptığı fiiller, faili de açığa çıkararak söylemek istenirse; ilk kullanımın nekira ondan sonraki kullanımların tamamı ne kadar çok olursa olsun hep marife gelmek zorundadır. İşte buna “ahdi zikri” denmektedir. Yani zikredilerek bilinir ve tanınır hale getirilmiş kelimeler demektir.

Şimdi Kur’an bize tam dokuz yerde surelerin başında gelen işaret öbeklerinin bu yazıda kullanılan işaretler olduğunu belirtmiştir. Bu kadar cümle eğer hala bizim o işaretlerin bu yazıda kullanılan işaretler olduğunu anlamamıza yetmemişse, Kur’an’dan herhangi bir şeyi anlamamız da mümkün değildir. Mesela Bakara suresini ele alalım.

١﴾ الٓمٓ
٢﴾ ذَٰلِكَ ٱلۡكِتَٰبُ لَا رَيۡبَۛ فِيهِۛ هُدٗى لِّلۡمُتَّقِينَ
٣﴾ ٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِٱلۡغَيۡبِ وَيُقِيمُونَ ٱلصَّلَوةَ وَمِمَّا رَزَقۡنَٰهُمۡ يُنفِقُونَ
٤﴾ وَٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِمَآ أُنزِلَ إِلَيۡكَ وَمَآ أُنزِلَ مِن قَبۡلِكَ وَبِٱلۡأٓخِرَةِ هُمۡ يُوقِنُونَ
٥﴾ أُوْلَٰٓئِكَ عَلَىٰ هُدٗى مِّن رَّبِّهِمۡۖ وَأُوْلَٰٓئِكَ هُمُ ٱلۡمُفۡلِحُونَ

Şimdi bu ayet bölünmelerine göre en başta gelen الم işaretlerinden sonra “şunlar الم, bu kitabın ayetleridir” şeklinde bir tanıtıcı cümle gelmemiştir. Bu kullanımdan dolayı “biz bu işaretlerin bu yazıda kullanılan işaretlerin tanıtımı olduğunu nerden bilelim?” diye bir itirazın geldiğini kabul edelim. O halde bu itirazı yapanın şuna da cevap vermesi gerekmektedir. İkinci ayette “şu kitap” kelimesi geçmektedir. Madem bir önceki ayette geçen الم işaretlerinin hem de dokuz yerde tanıtılmasına rağmen itiraz edip nerden bilelim dediniz, o halde şu kitap derken hangi kitabın işaret edildiğini nereden bildiniz? Cümlede elinizde tuttuğunuz kitap denmemektedir, okuduğunuz kitap da denmemektedir. O halde “şu kitap” denilerek işaret edilen kitap hangi kitaptır?

Aslında bu kadarı yeter ama biraz daha anlaşılsın diye başka bir örnek daha verelim.

Madem Kur’an’daki dokuz tanıtım bu şekilde gelen işaretlerin bu yazının işaretleri olduğunu anlamanıza yetmedi ve her geçtiği yerde “şunlar…, bu yazının ayetleridir” cümlesi olması gerektiğini şart koştunuz, o halde Kur’an’ın tamamında Muhammed ismi sadece 4 kez (3/144 – 33/40 – 47/2 – 48/29) geçmektedir ve bu kullanımların hiçbirinde “Muhammed’e Kur’an’ı indirdik” şeklinde bir kullanım geçmemektedir. Sadece bir yerde “Muhammed’e indirilene” denmektedir ama orada da indirilenin bu elimizde bulunan Kur’an olduğu belirtilmemektedir. Peki bize “her geçtiği yerde tıpkı diğer dokuz yerde geçtiği gibi “şunlar …, bu yazının ayetleridir” şeklinde bir cümle olması gerektiğini şart koştunuz, siz bu Kur’an’ın Muhammed’e indirildiğini nerden çıkardınız? Kur’an’ın indirildiği kişinin adı belirtilmeden sadece “sen” veya “sana” denmektedir. Ama sen ve sana zamirlerinin kullanıldığı her yerde “sen” (yani Muhammed)” şeklinde bir açıklama olmadığı halde o zamirlerin Muhammed’e döndüğünü nasıl anladınız?

Bu şekilde getirebileceğimiz itirazları binlere vardırmamız mümkündür. Kitabın bir bölümünde geçen Musa ile diğer bölümlerinde geçen Musa’nın aynı Musa olduğunu hiçbir açıklama olmadan biliyoruz. Ya da kitabın çeşitli yerlerinde 74 kez geçen “firavun” kelimesinden kastedilen kişinin aynı kişi olduğunu biliyoruz da iş tam dokuz kez “bu kitabın ayetleri” olduğu tanıtılan işaretlere gelince birdenbire her yerde aynı açıklamanın gelmesini bekliyoruz. Bu hem haksız bir itiraz hem de Arapçadaki “ahdi zikri” kuralını bilmemektir…

Doğrudan “kitabın ayetleri” olarak belirtilen dokuz tanıtım, diğer yerlerde de bu cümlenin zımnen var olduğunu anlamamıza yeterlidir hatta fazladır. O halde Bakara suresinin başında gelen de tıpkı diğer yerlerde olduğu gibi “(şunlar) الم, (bu yazının ayetleridir)” cümlesi ile birlikte anlaşılmalıdır. Yani bu işaretler bütünden koparılarak alakası kesilmiş “hurufu mukatta” değil, “bu yazının ayetleridir.”

Tam burada haklı olarak bir itiraz daha gelecektir. Surelerin başında geçen bu harfler tek tek sayıldığında yazıda kullanılan işaretler ile surelerin başında geçen işaretlerin sayısı tutmamaktadır. Mesela, surelerin başındaki işaretlerde, yazının içinde oldukça fazla kullanılan “vav” işareti yoktur. O halde surelerin başındaki tanıtım eksik bir tanıtım mıdır?

Bu son derece haklı ve yerinde bir sorudur. Bu soruyu cevaplamak için sure başlarında geçen işaretler ile yazının içinde kullanılan işaretleri karşılaştıralım. Bu noktada o işaretleri geçtiği sureleri de belirterek bir tablo halinde yazalım.

Başında Hurufu mukatta (Kesik harfler) geçen sureler

Surelerin başında bu şekillerde gelen işaretleri tekrarları olmadan ve tek tek tasnif ettiğimizde kullanılan işaretler şunlardır;

ا – ب – ح – د – ر – س – ص – ك – ع – ف – ك – ل – م – ن – ه – ي

Yirmi dokuz surenin başında gelen işaretler bunlardır ama yazıda kullanılan işaretler bunlardan
daha fazla olarak şu şekillerdir.

ا – ب – ح – د – ر – س – ص – ط – ع – ف – ك – ل – م – ن – و – ه – ي – لا

Yazıda kullanılan ama yirmi dokuz surenin başında geçenler arasında olmayan işaretler şunlardır; د – و – لا

Hemen belirtelim ki “lamelif” (لا) başlı başına bir işaret değil, iki işaretin (ل ve ا) birleşmesi ile oluşmuş bir işarettir ve her iki işarette surelerin başında geçen işaretler arasındadır ve hatta en fazla bu ikisi vardır. Bu işaretlerden “vav” (و)’a gelince; Arapça bilenlerin hemen hepsi de bilirler ki aslında Arapça da kök harflerinden biri “elif” olan bir tek kelime bile yoktur. Bunun yanında “elif” işareti hiçbir zaman seslendirilen bir işaret değildir. Arapçada seslendirilen işaete “hemze” (ء) denmektedir. Kök harfleri içinde sakin elif bulunan kelimelerdeki elif (mesela: قام) aslında “vav”dır. Nitekim mazi kökünde قام şeklinde yazılan bu kelimenin tüm muzari çekimlerinde “elif” yerine hep “vav” gelir. Arapça bilenler illet harfleri olarak bilinen ا – و – ي harflerinin birinin yerine diğerinin kullanıldığını gayet iyi bilirler. Nitekim orta harfi illetli olan ve sarf ilminde “ecvef” fiil olarak bilinen kelimelerin tamamında ya “ecvefi vavi” ya da “ecvefi yai” vardır. Ecvefi elifi hiç yoktur. Hatta elif olarak yazılsa bile yoktur. Mesela az önce verdiğimiz “qame” (قام) kelimesi de “ecvef” bir fiildir. Ama bu mazi kökünde elifle yazılan bu kelimedeki elif “kavm” (قوم) kelimesinde “vav” (و)’a, “kıyamet” (قیامة) kelimesinde “ya” (ي)’a, “kaim” (قاءم) kelimesinde ise hemzeye (ء) dönüşmüştür. Bu şekilde yüzlerce örnek getirmek mümkündür. Nitekim “kavvam” ve “kayyim” kelimelerinde de olduğu gibi sulasi kökünde sakin elifle yazılan işaret hem “ya” hem de “vav”a dönüşmektedir.

Tekrar belirtelim ki, kök harfleri arasında elif bulunan bir tane bile kelime yoktur. Mesela, kök harflerinde elif değil de hemze bulunan قرآ – سآل (karae – seele) bu kelimelerdeki hemzeler hiçbir zaman ne “vav”a ne de “ya”ya dönüşmezler. Arapçayı az veya hiç bilmeyenler hemze ile elifi aynı şey saymaktadırlar. Çünkü hemze, normal olarak yazıldığında ve özellikle harekesi fetha olduğunda elif üzerine yazılır, harekesi esre olduğunda ise elifin altına yazılır. Harekesinin ötre olması durumunda ise “vav” üzerine yazılır. Bu kullanımların hepsi Kur’an’da bol miktarda bulunmaktadır.

Bu noktada 29 surenin başında gelen işaretler içinde “vav”ın da olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kaldı ki bunun dışında Kur’an’ın birçok suresinin başında geçen ve “yemin vavı” olarak bilinen “vav”ların hiçbiri “yemin vavı” değildir. Bunlar içinde de yazıda kullanılan işaretlere atıf vardır.

Kur’an’daki yeminler meselesi bu çalışmanın bağlamında ele alınamayacak kadar büyük bir konudur. Yüce Allah’ın hem de kendisinden daha düşük varlıklar adına yemin etmesi mümkün değildir. Bazı müfessir ve meal yazarlarının “incire yemin olsun, güneşe yemin olsun, aya yemin olsun, fecre yemin olsun, teke ve çifte yemin olsun, on geceye yemin olsun, tozuttukça tozutan atlara yemin olsun vs vs” şeklinde gelen yeminlerin, üzerine yemin edilen şeye dikkat çekmek için yapıldığını söylemeleri tam bir safsatadır.

Çünkü bir şeye iyi yönde dikkat çekmek için “iğra” bir şeye kötü yönde dikkat çekmek için “tahzir” üslupları bulunmaktadır. Yemin üslubunun bir tek amacı vardır; söze inanılırlık katmak… Yüce Allah’ın kendi sözüne inanılırlık katması için yemin etmesine ihtiyacı yoktur ve o bundan münezzehtir

Dolayısıyla hem “vav”ın illet harflerinden biri olmasından ve hem de yemin vavı denilen vavlardan bazılarının da yazıda kullanılan işaretlere dikkat çekmiş olmasından dolayı, “vav” da sayılan işaretlerden biri olmaktadır.

Geriye noktasız yazıda şu şekilde (د), noktalı yazıda ise bu (د) şekilde yazılan “dal” harfi kalmıştır. Aslında (د) işareti de gayet açık bir şekilde gelmiştir ama o da tefsir ulemasının oluşturduğu karanlık örtü altında bırakılmıştır.

Kur’an’daki iki sure (mü’minun ve mücadile) قد (qad) edatı ile başlar. Bu edat ile ilgili açıklamalar şu şekildedir.

Bir cümlenin, mazi fiilden önce َق ْد (kad) edatı ile başlamasının sebepleri.

  1. Mazi fiilden önce َقَد (qad) gelmesi yakın geçmiş zamanı, yani henüz bitmiş bir olayı ifade eder. Çünkü قَد (qad) edatı, mazi fiilin geçmiş zaman ifadesini şimdiki zamana yaklaştırır .
  2. Mazi fiilin başına gelen َقَد (qad) edatı, yakın geçmiş zaman ifade ettiği gibi yine beklenti ve kesinlik de ifade eder. َقَد (qad)’ın ifade ettiği beklenti, mazi fiilin ifade َقَد ,ettiği eylemin haber verilmeden önceki beklentisidir. Daha doğrusu mazi fiil (qad) ile birlikte bu beklentiye cevap olarak gelir.
  3. Sadece kesinlik ve yaklaştırma da ifade edebilir. Yakın geçmiş zamanda meydana gelmiş olayların anlatımında kullanılan َقَدْ فَعَل kalıbı, etkileri şimdiki zamanda hâlâ hissedilen eylemlerde gelir.
  4. ْقَد (qad) edatı, mazi fiilin başına geçip, olayın geçmiş bir eylemden önce gerçekleşmiş olduğunu da ifade edebilir. Bu durum özellikle hal cümlesinde söz konusudur. (Kaynak: Mehmet Ali Şimşek – Arapçada Zaman Kalıpları, Kullanım Alanları ve Türkçedeki Zamanlarla Karşılaştırma – Yüksek Lisans Tezi)

Bu özet bilgileri hatırda tutarak, قَد edatıyla başlayan Mü’minun suresinin ilk ayetine hangi meallerin verildiğine bir göz atalım.

23:1

Abdulbaki Gölpınarlı Meali
Gerçekten de kurtulmuşlardır, muratlarına ermişlerdir inananlar.

Ali Bulaç Meali
Mü’minler gerçekten felah bulmuştur;

Ali Fikri Yavuz Meali
Muhakkak müminler zafer bulmuştur.

Bayraktar Bayraklı Meali
Müminler kesinlikle kurtuluşa ermiştir.

Cemal Külünkoğlu Meali
Hakiki mü’minler, gerçekten kurtuluşa ereceklerdir.

Diyanet İşleri Meali (Yeni)
Mü’minler, gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Diyanet Vakfı Meali
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir;

Edip Yüksel Meali
İnananlar başarıya ulaşmışlardır.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir,

Elmalılı Meali (Orijinal)
Hakikat felâh buldu o mü’minler

Erhan Aktaş Meali
Mü’minler gerçekten kurtuluşa ermişlerdir.

Mehmet Okuyan Meali
Müminler elbette kurtulmuş (olacak)tır.

Muhammed Esed Meali
KESİN OLAN ŞUDUR Kİ, inananlar kurtuluşa erişeceklerdir:

Mustafa İslamoğlu Meali
DOĞRUSU, gereği gibi inananlar gerçek kurtuluşa erecekler

Ömer Nasuhi Bilmen Meali
Muhakkak ki, mü’minler felâha ermişlerdir.

Süleyman Ateş Meali
Felaha ulaştı o mü’minler.

Süleymaniye Vakfı Meali
Müminler (İnanıp güvenenler) umduklarına kavuşacaklardır.

Meal yazarlarından kimisi cümleye geçmiş zaman (mazi) olarak mana verirken, SV meali, M. İslamoğlu, M. Esed, M. Okuyan, C. Külünkoğlu gibi özellikle Kur’an hassasiyeti ile tanınan yazarlar cümleyi gelecek zaman (muzari) olarak çevirmiştir. Hemen belirtelim ki cümlenin gelecek zaman sigasında çevrilmesinin hiçbir gramer gerekçesi yoktur. Birtakım yorumlarla gramer delili olmadan mazi bir fiili muzariye çevirmenin keyfilik dışında tutarlı hiçbir açıklaması olamaz. Kaldı ki muzari fiilin başına “قَد” gelmesi durumunda fiilin kazanacağı anlamın ihtimal bildiren bir anlama dönüşmesi gerekmektedir. Eğer ayetteki fiil muzari olsaydı ve başında da “قَد” edatı olsaydı (qad yuflihul mü’minun) bu durumda verilmesi gereken anlam “müminler kurtulabilir” şeklinde olmak zorundaydı. Çünkü bu edat, başına geldiği muzari fiillerin anlamlarını kesinlikten ihtimale çeviren bir edattır.

Bu meal yazarlarını yaptıkları ile baş başa bırakacak olursak, Mü’minun suresinin en başında edatının gelmesi ortaya “bu edat neden geldi” sorusunu çıkarmaktadır. Az önce yaptığımızقَد“ alıntıda bu edatın “beklenti edatı, tahkik edatı” olduğunu söylenmişti. O halde öncesi olmayan bir söz nasıl olurda birdenbire bu edatla başlar?

Yanısıra bu edat mazi fiillerin anlamlarını, geçmiş zamanda başlamış ama şimdiki zamanda da etkileri hissedilen bir anlama büründürür. Arapça bilmeyen birçok kimse Mü’minun suresinin bu ilk ayetlerinin muhataplarının zaman ve mekân gözetmeden tüm müminler olduğunu zannetmektedir. Oysa mazi fiilin başına gelen bu قد (qad) edatı, bu anlayışın kapısını sıkı sıkıya kapatmakta ve muhatap alınanların belli bir zamanda ve belli bir mekânda olan “müminler” olduğunu bildirmektedir. Yani ayetin başındaki bu edat, ayetin umum bildiren anlamını “özel” bir anlama çevirmektedir.

Bu ayetin umum bildiren bir ifade olabilmesi için başındak قد (qad) edatının olmaması gerekir.

Öte yandan Mu’minun suresinin ilk altı ayeti tıpkı daha önce örneklerini verdiğimiz ayetlerde olduğu gibi bölünmesi mümkün olmayan tek bir cümledir. Çünkü birinci ayetin sonunda gelen “el-Muminun” (الْمُؤْمِنُونَ) ifadesi mevsuf, “ellezine” ile başlayan cümlelerin hepsi sıfattır. Zaten elimizdeki Mushaflara bakılınca 2, 3, 4 ve 5. ayetlerin sonuna konulan secavendin “durmak caiz değil” anlamına gelen لا (la) olduğu görülecektir. Hem durmak caiz değildir işareti koyup hem de cümleyi oradan bölüp birçok cümle çıkarmak hangi aklın eseri olabilir?

23:1

23:2

23:3

23:4

23:5

23:6

Bu şekilde bölünen ayetlere birbirleriyle olan sıkı bağlarını koparmadan mana verilmesi mümkün değildir. Kopmaz, parçalanmaz bir bütün olan bir cümleyi kesip kırparak, sırf kafiye uyumu olsun diye bu hale getirmenin haklı hiçbir gerekçesi yoktur. Her konuda “mukatti’” (kesip koparan) olan ulema, sadece 29 surenin başında gelen işaretleri bütünden koparmakla kalmamış, Kur’an’ın neresinde bir bütün varsa kesip kırparak bütünden koparılmış parçalar haline getirmiştir.

Sadece bunlar da değil; galibiyet kuralı cümlelerde kullanılan siga müzekker (eril) sigadır ama kapsamı “eril-dişil” tüm müminlerdir. Fakat 1, 2, 3, 4, 5. ayetlerde bu şekilde gelen müzekker siga, 6. ayete gelince birdenbire sadece erkekleri muhatap alınan bir hale çevrilmiş ve “ev me maleket eymanuhum” ifadesinden sadece erkeklere has olan “cariye” (odalık) hukuku devşirilmiştir.

Ulemanın bu ayetlerde gösterdiği vurdumduymazlık, bu çalışmanın kapsamına dahil değildir. Onları bu bağlamda ele almamız mümkün değildir. Tekrar konumuz olan “işaretlere” dönecek ve sonuca gelecek olursak; Muminun suresinin başında geçen “قَد” ifadesi bir edat değil, tıpkı diğer 29 surede olduğu gibi, bu yazıda kullanılan işaretlerin tanıtımıdır ve tıpkı diğer 9 surenin başında olduğu gibi orada da hazfedilmiş bir “tilke ayetul kitap” cümlesi bulunmaktadır. Yani “şunlar قَد, bu yazının ayetleridir” cümlesi bulunmaktadır.

Bu arada hazf kelimesi gramerin en vazgeçilmez terimlerinden biridir. Çünkü Arapça cümlelerde bir şeyin varlığı da bir şeyin yokluğu da gramer delilidir. Hazf; bir şeyin çok bilinmesinden dolayı, bir gramer deliline binaen cümleden kelime veya cümlelerin düşürülmesidir.

İşte yirmi dokuz surenin başında bize tanıtılan bu işaretlerle ilgili dokuz surede geçen “şunlar…, bu yazının ayetleridir” cümlesinin dokuz kere tekrarlanması çok bilinmesine yetmiş, diğer kullanımlarda herkesin bildiği bu cümleler “hazf” edilmiştir. Kaldı ki, çok daha detaylı bir çalışma yapılması durumunda sadece dokuz surede değil, diğer surelerin birçoğunda da o işaretlerin kendisinden sonraki cümlenin bir parçası olduğu rahatlıkla tespit edilecektir. Öte yandan 29 surenin başında gelen bu işaretlerin hemen sonrasında 25 yerde konusu kitap veya kitabın indirilmesi olan ayetler gelmektedir.

Sonuç olarak; bakara suresinin en başında gelen الم ifadesi de hazf olunmuş bir cümlenin öznesidir (müptedasıdır). Ve o cümle “şunlar الم, bu yazının ayetleridir” şeklindedir. Yirmi dokuz surenin başında gelen işaretler kesinlikle “bütünle alakası kesilip, koparılmış harfler” değil, her biri dil denilen olgunun temelini oluşturan işaretlerdir. Bu işaretlerin الم Kur’an’daki lisanın temeli olduğunu anlamak için şu soruyu sormak gerekmektedir. Neden şeklinde bir kombinasyon var da mesela مال – لام şekillerinde gelen bir kombinasyon yok. Gayesiz, amaçsız, plansız, rasgele iş yapmaktan münezzeh olan Yüce Allah bu işaretleri herhangi bir ilke olmadan rasgele mi kombine etmiştir? oysa bu işaretlerin her birinin en azından 6 değişik şekilde kombine edilmesi mümkündür? Öyleyse neden diğer beş tanesi değil de bu şekillerde gelmişlerdir? Veya tek başına yazılan ق – ص – ن gibi işaretlerin, diğerleriyle bir kombinasyon oluşturmadan kullanılmasında hiçbir amaç yok mudur? Bu soruların cevabının “elbette özel bir amacı yoktur, hepsinin gelişi rasgeledir ve herhangi bir kuralı da yoktur” şeklinde olmasının imkânı yoktur. Çünkü Kur’an mahza anlam olan Yüce Allah’ın indinden olan bir kitaptır ve Yüce Allah’ın rasgele veya herhangi bir ilke olmadan iş yapması mümkün değildir. O rasgele ve başıboş davranmaktan, anlamsız iş yapmaktan münezzehtir.

Bu soruların cevabını başka bir çalışmaya bırakarak bu bölümü de bitiriyoruz. Fakat bitirmeden önce şunu bir kez daha tekrarlayalım. “Bizim ileri sürdüğümüz şeylerin tamamı, Kur’an’ı Kur’an ile anlama prensibi ile yaptığımız çalışmalar (ne kadar becerdiğimizi Allah bilir) neticesinde elde ettiğimiz şeylerdir. Asla ve kat’a Kur’an’ın kendisi değildir. Elimizden geldiğince uygulamaya çalıştığımız Kur’an’ı Kur’an ile anlama yönteminin çerçevesini bozmadan Kur’an’ı anlamaya çalıştık ve bunları anladık. Gerisi, gerisi Yüce Allah’ın takdirindedir.

  1. Doç. Dr. Hasan Keskin / Ayetlerin Sayısı Hakkında İhtilafların Nedenleri -Tez / C.U İlahiyat Fakültesi Dergisi ↩︎
İlgili Sureler : Bakara, Yûnus, Yûsuf, Ra'd, Hicr, Mü'minûn, Şuarâ, Neml, Kasas, Lokmân

İlgili içerikler